Çok boyutlu sistem

Click to read english...

     Hep söylerim: Gerçek değişmez. Ancak Allah, her an yeni bir şandadır.

     Bir açıdan bakarsınız “işte budur” dersiniz, başka bir açıdan bakarsınız, “bu değildir” diyebilirsiniz.

     Yani bir gün kabullenilen bir olay başkalaşmış, farklı bir görünüm kazanmıştır.

     Buna karşın her şey yine de yerli yerindedir.

     Sistemden bahsediyoruz. İşe günah ve sevap kavramlarından başlayalım.

     Önce her nebinin kendine göre bir şeriatı olduğunu, şeriat gelmeyen nebinin, mevcut olana tabi olmak zorunda kaldığını söylemeliyiz.

     Ve o şeriatla hükümleri yaşaması-yürütmesi gerekir.

     Hz. Musa ve Harun Nebiler misali.

     Sistemler, insanların değişim kapasiteleri ile ilgili tavır alır.

     Buna göre, vahiy düzeyinde, evrimleşme olayının varlığına tanık olunabilir.

     Çünkü Nebilik ve Resullük boyutlarında dahi bir tekâmülün varlığı gözlemlenmektedir.

     Nitekim velâyeti amme düzeyinde kabul edilen Beni İsrail Nebi ve Rasulleri ile Muhammedi boyut olarak kabul edilen Zatiyyun düzeyinde, adı geçen Nebi ve Rasuller arasında sıralamada boyut-sistem farklılıkları bulunmaktadır.

     Bir paradigma; Hızır (a.s)’ın bir tokatla öldürdüğü çocuk eylemine, Hz. Musa şiddetle karşı çıkmış, bunun bir günah olduğuna işaret etmişti. Çünkü şeriatında böyle bir cezalandırma yoktu. Kendine göre de haklıydı. Ancak Hızır (a.s)’ın tabi olduğu şeriat,  “Bu tür katl olayına” izin veriyordu. Haliyle Hızır (a.s)’ın yaptığı iş, gerekli ve yerindeydi.

     Bu ender görülen bir olay, ne var ki daha değişik durum arz eden günah ve sevap ilişkileri de var. Mesela Hz. Musa zamanında yürürlükte olan, “Recm” olayı [Hz. İsa’nın yeni bir şeriat getirmemesi hususu dikkate alındığında Hıristiyanlıkta da devam ettiği görülüyor] bir süre İslam beldelerinde de uygulanmış, bilahare bu eylem yasaklanmıştır.

     Oysa kimi İslâm beldelerinde halen devam ettiği gözlemleniyor.

     Şunu hatırlatmakta yarar var. Hükme uymayan, kendi adına kurduğu felsefeye mahkûm olur. Bunu söylemekte bir mahzur görmüyorum. Nitekim, ayeti kerimede bu tür keyfi hareketlerde bulunanlar için “Sizin dininiz size, benim dinim bana” denmektedir.

     Unutulmamalı ki, evrenselliği yansıtmayan ve kişisel görüşleri doğrultusunda fiiller ortaya koyanlar, Din boyutunun "en dibinde" çakılı kalırlar ve öyle yaşarlar.

     İlahi hükümler arasında bocalayıp dururlar.

     İmdi...

     Bir başka örneğini verelim; Hıristiyanlık dininde şarap içmek ve domuz eti yemek o dinin kuralları arasında yer alırken, İslam’da bu fiiller kesinlikle haram kılınmıştır. Hatta Dinimizin kabul edilmesiyle domuz eti demiyorum, ama başlarda içki serbestçe tüketilirken, tam on sekiz yıl sonra bu illete yasaklama hükmü gelmiştir.

     Sahabeler bu uyarıyı aldıklarında “Kadeytena ya Rabbi” diyerek ellerindeki mevcut içkileri döktüler.

     Onlar, Efendimiz (sav) tarafından “Benim ashabım gökteki yıldızlara benzer, hangisine giderseniz hidayeti bulursunuz” diye taltif ettiği nadir-örnek kişilerdi.

     Teknolojinin ilerlemesi ile birlikte sahabenin varlığını inkâr etmek, “devirleri kapandı” demek hiç de yakışık almaz. Bir Nebinin sevdiğini yermek isterseniz, farkında olmadan akılsızca kendinizi küçültmüş olursunuz.

     Bugün imanlı geçinen ve "istediği olmayınca" buna kızıp “anında içkiye sarılan” birçok insan var. Kimi haklı, kimi haksız nedenlere dayanarak!…

     Ancak yanlış yapıyorlar.

     Bu tip hareketlere girmeden, hükümleri hatırlamaları, gelecekleri bakımından önemlidir.

     Bir kere, sorunlar yaşandığında veya zevkli hallerde, içkinin bir "kart", bir "koz" olarak kullanılmak istenmesi yanlış olur.

     Ayrıca şık da olmaz.

     "Cenab-ı Hakk’ın emri budur, yasaktır" dense ve içilmese daha olumlu olur.

     Kızgınlığın giderilmesi için "içkiye başvurmak" ve bu düşünceyi savunmak yersizdir.

     Hatta birey içkili halde ölürse imanını kaybedebilir.

     Duymayanlar için bir uyarı daha.

     Çoğu Müslüman, bilmeden sol elle yiyip içiyor. Kesin olan bir hadiste ise;  “Sol elle yemek yiyen ve içenin elleri kırılsın” deniyor. Çünkü sol elle alınan gıdalar-sıvılar beyin tarafından, negatif olarak ruha kaydoluyor.

     Ve birey, farkında olmadan ters bir iş yapıyor, günaha giriyor.

     Ama kimsenin bu hükme riayet ettiği yok.

     Bilmiyorsa öğrenmesi gerekiyor.

     Oysa herkes –bilen bazı Müslümanlar da dâhil- bunu alışkanlık gereği yapıyor.

     Tıpkı Hıristiyanlar, Museviler, Ateistler gibi.

     Hatırladığım kadarı ile şu mealde enteresan bir hadis nakledilmiştir:

     “Şayet olumsuz bir şey düşünüyorsanız, bu ruhunuza günah olarak kaydolmaz, ancak hayra dönük bir şey aklınızdan geçiriyorsanız sevap kazanırsınız”

     Bu sözü, beyin açılımları ile anlatmak zorundayız. Demek ki artıya dönük hücre faaliyetleri, diğerlerine oranla daha fazla ki, yoğunluk oluşturup, düşüncede olanın bile ruha pozitif şekilde geçmesine neden olabiliyor.

     Farklı bir ayet ise; “Sizler düşüncelerinizden dahi mesulsünüz” demektedir.

     Bir hadiste ise düşüncenin  negatif oluşu, kuvveden fiile çıkmadıkça “günaha neden olmaz” deniyor. Fakat, olumsuz düşüncelere sahip bir beyin yapısının yaydığı genel yayın dalgaları var ki, toplumu etkilemesi, menfiye sürüklemesi bakımından bunlar ciddi önem taşıyor ve kişi bir mesuliyet içindedir, denmek isteniyor.

     İşte bahsi geçen ayetin anlatmak istediği budur.

     Diğer yandan, İslam’da namazın on yıl sonra yürürlüğe girmesi hususu oldukça enteresan.

     “Neden on yıl sonrasında acaba?” sorusunu soranlara; “Meleki boyutun insana tanıdığı adaptasyon devresinin sona erdiğini göstermesi, bir bakıma insanın artık olgunluğa adım attığının belirtmesi içindir” denebilir.

     Tabi bütün bunlar kozmik açılımlarla, bir anlamda burçların düzenlemesi ile gerçekleşiyor.

     Bir önemli husus ise, mevcut sistemde helal olanın, özel süreçler içinde, haram şeklinde kabul edilmesi.

     Bayramın ilk günü oruç tutulması, ihramlı iken kara avının haram olması, ancak deniz avının helal oluşu bunun örnekleri.

     Sonuç; buradaki açıklamalara istinaden, her dine ait şeriatın kendine göre şekillendiğini görüyoruz.

     Lakin insanoğlu bu hususları değerlendirmekten kaçınır, "Bu sistemin kaynağı nedir, nasıl çalışıyor?" diye sormaz.

     Ne var ki, "sistemi kaale almamak, her aktiviteye atılmak veya göz yummak" tutarlı bir iş değildir.

     Oysa başta da söylediğimiz gibi, sistem çok boyutludur.

     Bizler, bize ait sisteme uyma zorunluluğu içindeyiz.

 
 
 

 

 
 
Bodrum - 07.09.2010
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com