Prof.Dr. M.Kerem Doksat
 

Geçenlerde Avrupa Psikiyatri Kongresi vesilesiyle Madrid’e gittik. Oradan Andalusya’daki (Andalucia) Kordoba (Córdoba) şehrine elektrikli trenle 2 saatte ulaştık. Bu trenler muazzam; 200–250 kilometre sür’atle ve hemen hiç gürültüsüz seyahat edebiliyorsunuz.

Kordoba, Kadim Roma İmparatorluğu döneminde Claudius Marcellus tarafından Corduba ismiyle kurulmuş. X. asırda (935 ilâ 1013 arasında) 500.000 kişilik nüfusuyla dünyanın en büyük şehri olduğu rivâyet ediliyor. Şimdilerde ise bu rakam 350.000 civarında. Mezquita diye isimlendirdikleri ve zamanında dünyanın en büyük üçüncü câmii olan mâbed Araplar katledilip, şehir “kurtarıldıktan” sonra (1236) katedrale dönüştürülmüş ve 20.000 kişilik ibâdet kapasitesine sâhip. Minâresini de perişan etmişler (hani şu Pamukçuğun balkonu olduğunu söylediği, temsilî olarak göğe, Allah’a uzanan kısım)!

Üç büyük İbrahimî dinin, Yahudiliğin, Hristiyanlığın ve Müslümanlığın buluştuğu ilginç bir tarihi var; dördüncü olarak kabûl edilen Bahaîlik buraya uğrayamamış. Juderia dedikleri bir Yahudi merkezi de var.

Romalı Seneca, Müslüman İbn Rüşd (Averroes 1126–1198), Yahudi Maimonides gibi filozofların, şâirlerden Romalı Lucan’ın, İspanyol Juan de Mena ve Luis de Góngora’nın, zamanımızın büyük Flamenko san’atçılarından Paco Peña’nın, Vicento Amigo’nun ve Joaquin Cortés’in doğduğu yer… Hâlen İspanyol Komünist Partisi’nin bir dalı olan bir sol koalisyonca yönetiliyor.

2006 senesini şehir yönetimi “Flamenko Yılı” olarak ilân etmiş. Popüler kültüre ve müziğe inatla direnmelerine rağmen, çoğu “pub”’da ve barda İspanyol ve İngiliz pop müziği çalınıyor. Sâdece bir avuç barda Flamenko icra ediliyor; o da turistik amaçlı. Hani bizdeki “Belly Dancing and Turkish Music” diye turist kazıklamak için açılmış yerler gibi. Sâhicilik ve hakikilik orada da kalmamış yâni! Buna rağmen…

Gerisi aşağıda…

NEDEN “TARZANCA”

Benim muhteşem göbeğim yürüyerek dolaşmamıza müsaade etmediği için, Neslim’le beraber, hazır ve nâzır bekleyen faytonculardan biriyle Tarzanca’yla anlaşıp 1 saat sürecek pek keyifli şehir turuna çıktık. Yanında kız mı erkek mi olduğunu anlayamadığımız ergenlik yaşlarında bir delikanlı oturuyordu. Bize sürekli olarak anlattı da anlattı, ama biz hiçbir şey anlamadık.

Neden mi?

Çünkü bütün İspanyollar gibi, son derecede mağrurdu ve İngilizce’yi reddediyordu! Madrid’de de öyleydi. Muhteşem bir havaalanı yapmışlar ama danışma köşelerindekiler dahi doğru dürüst İngilizce bilmiyorlar. Bilseler dahi konuşmuyorlar ve müstehzî bir gülümsemeyle İspanyolca cevap veriyorlar suâllerinize… Sâdece Katalanya’nın başkenti olan ve nüfusunun %95’i İspanyolluğu reddeden Katalanlardan oluşan muhteşem turizm merkezi Barselona’da Katalanca’nın yanı sıra İngilizce de bolca konuşulur.

Aynı şeye Portekiz’de de rastlarsınız. İngilizce’ye soğuk bakarlar ve dünya hükümranlığında en çok başlarına belâ olmuş iki milletten de alenen nefret ederler: İspanyollar ve İngilizler.

Bu ülkelerde beş yıldızlı otellerde dahi İngilizce bilen bulmak derttir. Tarzanca ile hâlledersiniz işlerinizi! Tarzan kim mi? Hani şu Afrika ormanlarında büyüyüp bütün hayvanata ve nebatata hükmeden, Ceyn yengeyle hemhâl olan Üstün Beyaz Adam ve onun lisanı…

Bu gün ABD’nin yarısında İspanyolca konuşulmaktadır. Güney Amerika kıtasında ise İspanyolca ile Portekizce yarışmaktadır. Sömürgecilik yarışında mâzide ABD ve kuzini İngiltere’nin önünde oldukları zamanları unutmamışlardır, istikbâlde olacakları günleri de beklemektedirler. O İngiltere ki, kendini hâlâ Ufuklarında Güneş Batmayan Büyük Britanya İmparatorluğu zanneder ve Üstün WASP (White Anglo-Saxon Protestant: Beyaz Anglosakson Hristiyan) adam hezeyanıyla ABD’deki muktedir çeteyle işbirliği yaparak Üçüncü Dünya Harbi’ne hazırlanmaktadır! Bu lisanını, harsını ve haysiyetini koruma yarışında bir zamanların büyük güçleri Fransızlar, İtalyanlar, hâttâ Almanlar bile mağlûp olmuşlardır. Ama İspanyol direniyor, bekliyor ve tepeden bakıyor el-âleme! Okulların çoğunda İngilizce dersi ya yok, ya da zâhiren var ama bu lisanı talep etmemeleri telkiniyle hepsi dersten tam puanla geçiriliyorlar…

Sevgili genç meslekdaşım ve arkadaşım, şâir ve yazar, psikiyatr Mustafa Kemal Sayar, Yahya Kemâl’i hatırlatıyor her zamanki mütebessim ve hakîmâne tebessümüyle:

Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı...
Şevk akşamında Endülüs üç def’â kırmızı...

Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir.
İspanya neşesiyle bu akşam bu zildedir.

Yelpâze çevrilir gibi birden dönüşleri,
İşveyle devriliş, saçılış, örtünüşleri...

Her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır;
İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır.

Alnında halka halkadır âşüfte kâkülü,
Göğsünde yosma Gırnata’nın en güzel gülü...

Altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir;
İspanya varlığıyle bu akşam bu güldedir.

Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi;
Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi...

Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü, sürmeli...
Şeytan diyor ki sarmalı, yüz kerre öpmeli.

Gözler kamaştıran şala, meftûn eden güle,
Her kalbi dolduran zile, her sîneden: “Ole!”

HEY GİDİ YAHYA KEMÂL HEY

Büyük bir Türk şâiri ve yazarı olan Yahya Kemâl Beyatlı 2 Aralık 1884’de Üsküp’te doğar. Asıl adı Ahmed Âgâh’tır. İlk tahsilini Üsküp’te görür. İstanbul Vefa Lisesi’nden mezun olur. Sultan II. Abdülhamit’in muhalifleri safında yer alarak Paris’e kaçar. Fransa’da siyasî bilgiler okurken, hocası Albert Sorrel’in etkisinde kalır ve düşüncelerinde inkılâplar olur. Fransa’da 9 sene kalır. Fransız Edebiyatı’nı ve ediplerini yakından tanıma imkânı bulur ve onlardan feyiz alır. Doğu Dilleri Okulu’na devam ederek Arapçası’nı ve Farsçası’nı geliştirir. Dîvan Şiiri üzerinde yoğunlaşır.

1913 yılında İstanbul’a döner. Dârüşşafaka, Medresetü’l-Vâizin ve Dârülfünûn’da tarih ve edebiyat dersleri verir. Gazetelerde ve dergilerde makaleler yazar. Lozan Konferansı’na katılır. 1923’de Urfa’dan milletvekili seçilir. Çeşitli ülkelerde diplomatik görevlerde Türkiye’yi temsil eder. Yozgat, Tekirdağ ve İstanbul milletvekilliği yapar. Pakistan Büyükelçiliği görevindeyken emekli olur (1949) ve yurda döner.

Hastalanır, tedavi için pek sevdiği Paris’e gider. Bir yıl sonra da, 1 Kasım 1958’de rahmete kavuşur. Şiirlerini aruz vezninde yazar. Klâsik şiirimizin temel özelliklerine bağlı kalarak, nev’i şahsına münhasır bir şâir olur. San’atta ve edebiyatta dâima millî ve mânevî değerlere bağlı kalır.

Vefatından bir süre önce şu beyit dökülür dudaklarından:

Ölmek kaderde var; yaşayıp köhnemek hazin,

Buna bir çare yok mudur ya Rabbilâlemin?

İçim buruk, göz pınarlarımda asılı duran birer damla yaş… Rahmetle yâd ediyorum ve sür’atle elimizden alınıp berhava edilen Türklüğümüze yanıyorum, kahroluyorum.

Bir İspanya kadar olamadık.

Zâten “ale ale” diye böbrek taşı düşürtürcesine gırtlak titremek de moda oldu.

Helâl olsun İspanya sana…

Benden de sana Ole!

 

 
 

İstanbul - 03.04.2007
M. Kerem Doksat
Professor of Psychiatry
Istanbul University
Cerrahpaşa Medical Faculty
Department of Psychiatry
Head of the Mood Disorders Unit 
http://sufizmveinsan.com
doksat@superonline.com