Zalimin Tarihine Bir Nazar
Bilal Atış
 
 

Bugün dünyanın neresinde kan ve gözyaşı varsa, nerede savaş ve zulüm sürmekte ise bunun arkasında daima menfaati olan, sinsi oyun ve planlarıyla müslümanları ve geri bırakılmış Afrika uluslarını birbirine kırdırarak uzun yıllar sömürdüğü gibi hala sömürmeye çalışan ve bu yolda olmadık yollara başvuran abede ve onun desteklediği yahut onu destekleyen işgal rejimi vardır. Bunlar hedeflerine ulaşmak için kılıktan kılığa girerler ve her türlü zulmü de kabul edilebilir görürler. Yeri gelir demokrasi havarisi, insan hakları savunucusu kesilirler. Zamanı gelince çok masum bahanelerle, kuklalarını da yanına alarak işgalden ve kan dökmekten geri durmazlar. Onları bugün süper güç yapan ya da süper zalim, malum milletlerden sömürdükleri yeraltı ve yerüstü kaynaklarıdır.

Başta İslam ülkeleri olmak üzere bütün az gelişmiş fakir dünya devletlerinde, meydana gelen savaşların, sömürünün, iç çatışmaların, terör faaliyetlerinin, geri kalmışlığın arkalarında zalim güçleri görmek mümkündür. Gizli ya da aşikâr nerede bir toplumsal sıkıntı, kan ve gözyaşı varsa onun müsebbibi abede ve işgal rejimidir. Direk yahut dolaylı olsun.

İnsan hakları adına Kuweyt’e anında müdahale eden abede senelerce neden Avrupa’nın bağrında bir avuç müslüman Bosnalının kırılmasına seyirci kaldı. Demokrasinin beşiği, insan hakları savunucusu (!) Avrupa’nın ortasında bu insanlar bir katliama maruz kaldılar. Petrol gibi bir zenginlikleri olmadığı için sadece kınamakla yetindiler. Ne zaman ki, Boşnaklar kendi ayakları üzerinde durmaya başladılar o zaman müdahale oldu. Bu insanlık dramı boyunca abede kuklası BM sadece seyretmekle iktifa etti.  

Yıllarca abede nin bir eyaleti gibi davranılan Şah’ın İran’ı; mustaz’af halkın kıyamıyla yeniden doğan İslam güneşi ile bütün menfaatleri elden gidince abede Irak’ı hemen devreye sokarak İran’da yükselen özgürlük ateşini söndürmeyi planladı. Her türlü destekle Irak’ın yanında yer almasına rağmen yaklaşık on yıllık savaş sonunda İran’dan ümidini kesmek zorunda kaldı. Akabinde İran’ı en büyük düşman ilan ederek sıkı bir ambargoya aldı. Düşmansız yaşayamayan zulüm sistemi kendisine düşman olarak İran’ı ve genelde tüm müslüman ulusları seçti.

Halkı Müslüman olan Somali devletinin çeşitli kabile çatışmalarından doğan açlığı bahane ederek BM şemsiyesinde Somali’ye hemen müdahale etti. Petrol ve uranyum olmak üzere ülkenin yeraltı kaynaklarını sömürmeye başladı. Sonuç hezimet oldu. Vatanlarını işgal edenlere karşı açlıktan ölen insanlar onurlarıyla mücadele ederek işgalcilere kök söktürdü.

Yeryüzünün en büyük sömürgecisi abede Sudan’ı terörist ülkeler listesine aldı, ülkeye müdahale için fırsat kollamaktadır. Bunun tek sebebi Sudan müslümanları Hasan Turabi liderliğinde İslam hükümlerine dayalı bir sisteme karar vermesidir. İnsanlığın en büyük düşmanı hemen Sudan’a ambargo uygulamaya başlar. Bu da yetmez ülkenin güneyinde yaşayan Hıristiyan azınlığı silahlandırarak iç savaşa kışkırtır.  Sudan’ı içten içe kışkırtan emperyalist güçler bugün kalkıp Sudan devlet başkanı Ömer el-Beşir’i soykırımla itham etmekten utanmamaktadırlar(!) 300 senedir katlettikleri siyah ve kızıl derili insanların hesabını vermeye yanaşmayanlar müslümanları hedef göstermekten bir an bile geri kalmadılar.

Bugün Amerikalılar terörle mücadele bahanesiyle diğer ülkelere saldırıyor ve böylece milletlere zulmediyor. Amerika, savunmasız insanları bombalıyor, kadın, çocuk, yaşlı demeden masum insanları katlediyor. Amerika’nın Irak’taki uygulamalarını şu şekilde sorgularsak: Terör, birilerinin amaca ulaşmak için illegal yollara başvurmasıdır. Şimdi acaba Amerika’nın Irak’ta yaptıkları bundan farklı mıdır? Amerikalı işgalci askerlerin Irak’taki varlıkları kendi başına zulüm ve tecavüzdür. 60 yıla yakındır Siyonistler baskı ve illegal zorbalıklarıyla Filistin halkını mağdur ediyor. Bunun adı terörden başka ne olabilir? Gerçek teröristler bugün yalan ve nifakla terörle mücadele bayrağını taşıyor ve bu bahane ile İslam topraklarını işgal ediyor.

Demokrasi Havarileri

Kuweyt’e karşı Irak rejimini kışkırtan abede bunu bahane ederek Irak’ı işgal eder. Etrafına topladığı kuklalarla silah tesisi diye süt ve ilaç fabrikalarını vurdular. Irak halkını katledip ülkede telafisi zor hasarlara yol açtılar. Bunun masraflarını da Kuweyt ve Suud’daki işbirlikçilere yıkarak ümmetin katliamını ümmetin servetinden finansa ettiler. Onlar için Ortadoğu’da iki temel mesele vardır. Petrolün ve işgal rejiminin güvenliği. Bu ikisi için tehdit oluşturacak her şey abede için düşman konumundadır. Demokrasi nameleriyle Irak ve Afganistan’ı işgal edilir ve bu beldeler tarihinde görmedikleri zulümlerle baş başa kaldı. BM ise hemen vazifesini ifa ederek olayları kınadı.

21. asrın firavunu olan abede bugün istediği zaman istediği tere müdahale ederek menfaatine göre oyunlar sahneye koymaktadır. Acı olan İslam toplumunun yöneticileri de kimi zaman bu zulme ortak olmakta kimi zaman da pasif davranışlar sergilemektedir. Abede İslam birliğini engellemek, ümmetin yeniden vahyin ışığında dirilmesini engellemek için mezhep ayrımlarını körüklemekte ve yer yer de başarı elde etmektedir.  Haiti’ye, Panama’ya Afganistan’a, Irak’a demokrasi ve insan hakları bahaneleriyle müdahale edip kendi menfaatlerini gözeten barbarların Cezayir ve Bosna’da yaptıkları katliamlara seyirci kalmaları tam bir iki yüzlülük örneğidir. Demokrasi söylemlerinde samimi olsalardı en azından Cezayir’e müdahale edilir ve FİS’in hakları iade edilmeliydi. Tersine batı burada cuntayı alenen destekledi.

Bugün gelinen noktada ise, Müslümanlar yeni bir tezgâhla ve yeni bir oyunla karşı karşıyadırlar... ABD politikasına yön veren Siyonist liderlerden Henry Kissinger’in, 11 Eylül sonrası İslâm dünyasına yönelik saldırı politikasında çok önemli bir değişikliğe işaret eden şu cümlesi, karşı karşıya olduğumuz tehlikenin boyutlarını apaçık ortaya koymaktadır: “Şimdiye kadar savaş Müslümanlarla diğerleri arasında idi; bundan sonra ise savaş, Müslümanlarla Müslümanların savaşı olacaktır.” İşte bu yeni şeytani strateji Müslümanlar tarafından çok iyi okunmalı ve imanımızdan kaynaklanan ümmet bilincimizi zedeleyici, kadîm kardeşliğimizi parçalayıcı plân ve oyunlara karşı çok uyanık olunmalıdır. Allah’ın nimeti sayesinde “kardeş” olan müminler; hiçbir zaman kavmî ve mezhebî kışkırtmalara, terörizm tuzaklarına kapılmamalı, Sırât-ı Müstakim’den şaşmamalı ve ümmet şuurunu diri tutmak için ellerinden gelen her şeyi yapmalıdırlar. Karikatür saldırganlığı karşısında Türk’ü, Kürt’ü, Şiî’si, Sünni’si ile tek yürek olarak cevap veren Müslümanlar, bugün vahdetleri ile sınanmaktadırlar. Müslüman dünyanın bir anda tek yürek olabilmesi, bizleri sevindirirken elbette birilerini de kıskandırmış, hatta ürkütmüştür.

Dağılma Korkusu

Abede bir devlet değildir. Üç asır evvel batının maceraperestlerince köle ticaretinin sağladığı rantla kurulan bir eşkıya yurdudur. Abede, müslüman devletlerin halklarının yeniden Kur’ani bir uyanışla dirilip rantlarının kesileceği ve gücünü kaybederek SSCB gibi dağılacağını bilmektedir. Onun içindir ki, her türlü girişimlerde bulunarak halkı müslüman ülkelerin ikinci bir İran, ikinci bir Sudan olmaması için çabalamaktadır. Silah gücüyle giremediği ülkelerde azınlıklar veya işbirlikçileri eliyle değerleri sulandırma ve daha yumuşak bir İslam ortaya koyma faaliyetlerinde bulunmaktadır.

Dünyanın en büyük zalimi olan Amerika yıllarca kendisine rakip gördüğü düşman olarak mücadele ettiği Sovyet ideolojisi yıkıldıktan sonra yükselen İslamın uyanmasını açıkça düşman olarak ilan etti. Halkı müslüman olan ülkelerin Kur’ani İslam’a dönmemesi için uzlaşmacı, laik demokratik, Amerikancı müslüman tipi oluşmasına yoğun gayret sarf etmektedir.

Hesap Vermelidir

Afrika siyahîlerine, Amerika Kızılderililerine, Amazon yerlilerine, Endülüs Araplarına, Türklere, Yahudilere, Güney Fransa halkına, İsviçre Vaud halkına, Sicilya halkına, Vitry Şehrine, Kudüs halkına, Tuna boylarındaki yahudi ve Hıristiyan halklara, Protestanlara, falcı, büyücü diye suçladıkları insanlara, âlimlere... yapılan katliamlar; müslüman eserleri ve camileri tahripleri, Meksika'da insan avı eğlenceleri (!) ve münferit mezalim... gibi. Bunların incelenmesinden anlaşılıyor ki Batı insanında kiliseye dayanan, papazlardan kaynaklanan, dini duygular kışkırtılarak siyasete âlet edilen müthiş ve vahim bir gaddarlık, hunharlık, insafsızlık, merhametsizlik, katillik ve haydutluk damarı vardır.

Tabirimi mazur görülsün, köpeksiz köy buldu değneksiz dolaşıyor derler. Abede de Sovyetlerin ardından dünya jandarmalığına soyunmuş tam anlamıyla mahalle kabadayılığı yapmaktadır. Kaldı ki, kabadayılığın bile bir raconu, bir ahlakı vardır. Amerika Siyonist hedefler doğrultusunda her türlü insani değerlerden bihaberdir. İslam coğrafyasında zulüm üzerine zulüm işleyen abede Güney Amerika toplumlarını da kan ve gözyaşına boğmuş, Vietnam, Kore ve Kamboçya’da çok ağır katliamlara sebep olmuştur. Katliam ve soykırım abede insanının genlerinde mevcuttur.

İlk haçlı orduları Avrupa'dan Anadolu'ya doğru gelirken, yolları üzerindeki Tuna vadisi, Macaristan, Bulgaristan ovalarındaki şehirler, ahalileri hristiyan olduğu halde, yağma edip yakıp yıkmışlar, rastladıkları yahudileri merhametsizce ve korkunç işkencelerle boğazlamışlar. Anadolu'da daha korkunç vahşet göstermiş. İİmparator Alexis Kommen'in kızı Anna Kommen'in görgü ve beyanına göre "en büyük eğlencelerinden biri, rastladıkları müslüman çocukları öldürmek, kızartmak ve yemek" imiş. İngiliz tarihçisi Mills de (S.183), haçlıların insan eti yediklerini doğruluyor. "Antakya'da Fransız Bohemoud (1055-1111), birkaç Türk esiri boğazlattı, herkesin gözü önünde kızarttı, sonra seyredenlere, buralara bu iştahını tatmin etmek için geldiğini söyledi."

Haçlılar Firuz adlı bir ermeninin hıyanetinden faydalanarak Antakya Kalesine girdiler, şehire dalınca 10.000 Türk'ü boğazladılar ve bütün camileri yaktılar. Papaz Lemo İne olayı şöyle anlatıyor:

"Bizimkiler sokakları dolaşıyor, rastladıkları çocuklarla ihtiyarları paramparça ediyorlardı, ancak o gün herkes boğazlanamadı, bizimkiler geri kalanları ertesi gün kestiler."

Sonra ordu Kudüs'e vardı, 4 gün muhasaradan sonra kadın, çoçuk dahil tüm müslüman ahali (70.000 kişi) kılıçtan geçirildi. Hz. Ömer camiine siğınmış 10.000 müslüman da katledildi, katliam 8 gün sürdü, başka mezhepten olan pek çok hristiyan da katl edildi. Tarihçi Fuller; İkinci Kudüs katliamının, ani bir tefekkür ve heyecan neticesinde değil önceden düşünülüp hazırlanmış bir plan gereği yapıldığını, çocuklar, bebekler, zayıflar ve kadınların bile boğazlandığını beyan eder. Haçlı reisleri savaşta yaptıkları akdi ve verdikleri sözü de tutmuyorlardı. Mesela İngiliz kralı Richard (1157-1199) silahsız insanların boğazlanıp denize atılmasını emretmiş, hayatlarını bağışlayacağına söz verdiği 3000 kişiyi de katlettirmişti.

Kuzey Amerika arazilerini kendilerine mal etmek, iskân etmek için milyonlarca Kızılderili’yi katleden batılı barbarlar bu toprakları imar etmek, işletmek için de Afrika’dan milyonlarca siyahî insanı gemilerle köle olarak bu topraklara getirdi ve milyonlarcasının da ölümüne vesile oldu. Başta abede, İngiltere ve Fransa olmak üzere sömürgeci devletler asırlardır sebep oldukları soykırımların, insanlık suçlarının hesabını vermeli. Asya ve Afrika ülkelerinde son üç asırdır işlenen insanlık suçları Asya ve Afrika devletlerinin müşterek girişimi ile ortaya konulmalı ve sorumlu devletler tarihe hesap vermeye zorlanmalıdır. Batılı devletlere artık dur demenin vaktinin geldiği gösterilmelidir. Tek kutuplu bir dünyadan çok kutuplu ve yaşanılabilir dünyaya hızla geçilmelidir. Günümüzde İslam dünyasının en çok ihtiyaç duyduğu konu, vahdet ve gönül birliğidir. Tabii bu vahdet sadece siyasi ve askeri alanda değil, iktisadi alanlarda da olmalı ve böylece İslam dünyası güçlü bir konum kazanmalı. İslam dünyası düzenli planlama ve karşılıklı işbirliği ile güçlü ve muktedir bir İslami blok oluşturabilir.

O halde ne yapmalıyız?

Önce düşmanı çok iyi tanımalı, gevşememeli, palavra propagandalara, sinsi politikalara ve şeytanî entrikalara aldanmamalıyız.

Hemen ve derhal, bu gibi zulümlerin bir daha tekerrürüne imkan vermeyecek her türlü tedbiri almalı, her türlü plan, proje, silah, araç ve gereç tedarikini (en gelişmiş ve mükemmel cinsden), mutlaka ve muhakkak yapmalıyız. Hem ferden, hem grup olarak, hem de devlet ve milletçe...

Bütün müslümanlar, dünyanın her yerinde, her türlü ihtilaf ve tefrikayı bırakıp birleşmeli, her cihetten maslum müslümanların imdadına vakit kaybetmeden yetişmelidir. Aksi takdirde dığer müslümanların başına da aynı müthiş mezalimin gelebiliceği, onların topraklarının da Bosna-Hersek'e dönebileceği asla unutulmamalıdır.

Ayetullah Hamenei’ye göre, İstikbara karşı direnişin en önemli temeli, yüce Allah’a olan inancımızdır. İslam inkılabı rehberi bu konuda Kur’an-ı Kerim’den bir ayete değinerek şöyle diyor: Allah’ın Müslümanlara sunduğu rahmetlerden biri şudur ki eğer onlar, bazı değersiz bağımlılıklarından vazgeçer ve zulüm ve küfürle mücadele ederlerse yüce Allah da onlara yardımcı olur…

Kaynak:

1) Tarihte ve günümüzde korkunç hristiyan zulüm ve gaddarlıkları, Prof. Dr. M. Es'ad Coşan

2) Hangi özür elindeki kanı temizler, Eren Özdemir, Gerçek Hayat, sayı:412

3) Ümmeti Muhammed tevhit toplumudur, Abdullah Yıldız, Vakit Gazetesi

4) Ayetullah Hamaney, Bi’set dolayısıyla yaptığı konuşma metni, Velayet Güneşinden.

 

 
 

Bilal Atış
İstanbul - 05.11.2008
http://sufizmveinsan.com

b.atis73@gmail.com