Üç Ayna

Özgür Kurt Durmaz
 

....Annemin rahatsızlığının yedinci yılı ve ben neredeyse onyedimi bitirmek üzereyim.Ne kadar da çabuk akıverdi zaman ve bu süreç ne de çabuk taşıdı beni yedi tepeli şehrimin çok çok uzaklarına Antalya’ya...Hiç tanımadığım bu şehre geliş amacım üç dört gün önce gelen sınav sonuc belgesi ile bundan böyle kimya öğreneceğimin ama bunu  uzaklarda yapmak zorunda oldugumun haberini tasıdı bana levhi mahfuzumdan...

....Küçük bir ev bir apart daire ve beş öğrenci öğrenmek için yeni yaşamlarına merhaba diyorlar....Öğrenmek....Kimya,tıp,muhasebe,biyoloji...görünen hali ile sorgulamadan bakıldığında amaçlarımız bunlardan ibaretti....Durduğumuz noktada tıpkı beşeriyetin algılama sınırları içerisinde kendini beden kabulu ekseninde yaşamakta olanların zihinlerinde akan düşünceler gibi düşüncelerimiz ,planlarımız ve duyu organlarımız ile algıladıklarımız cinsinden yayılıyordu evrene....

Bu kaçıncı gece oldu  artık sayamaz oldum ama aynı caddelerde sokaklarda karanlığın içinde yüzüme yüzüme vuran, tokatlayan, okşayan yağmur tanelerinin altında adımlarımın beni tasıyacağı yerleri bilemeden,göremeden yürümeyi sever oldum....Her nedense yasamım olarak bana yansıyanları cok sevsemde bi türlü ikna olamıyorum gerçeğimin uzak bir şehirde aile özlemi,ders kitapları ve beşeri güdüler ile şekillenişini....Kimim ben ,neden? Gibi soruların tatlı talı üzerime üşüşüvermeleri sonrasında aynı bilinmezliğe yuvarlanıp ,yuvarlandıkca bu bilinmezi tanımaya çalışmayı iyideniyiye sevmeye başladım...Ben bir erkeğim herşeyden önce ,sıkı durmalıyım hayatın içinde ayaklarımı yere sağlam basmalı ve kendim dısında taşıyabilmeliyim ihtiyacı olanları...kimyager olucam ...bilimsel bir vizyonla gördüklerimin ardına geçip maddenin hallerinde tasarruf edeceğim ilmimle...Anneme yıllardır süren rahatsızlığının yarattığı sıkıntılara bir nebze olsun su serpebilmek adına diplomamı hediye edeceğim...Hem komadan  ilk uyandığında ilk  fısıldadığı şey okullar açılmak üzeredir çocukların ihtiyaçlarını aldınız mı olmustu....Okumamı istedi annem hep ...bende iyi okumalıyım...diplomamla da bunu ispatlayarak onu mutlu etmeliyim....

Yok ,yok hiçbiri olmadığımı içimden sürekli fısıldayan bu sesin çekiciliğinde tatlı bir serseriyim şimdi...Ne olmadığımı görüyorum zaman adı altında sıralanan bakış açıları bütününün sürekliliğinde....

Yatsı sonrası babannemin öğrettiği üzere Rasulallah gibi parmaklarımı kullanarak tesbihe başlamadan önce Ayetel Kürsi okuduktan hemen sonra aklıma takılıveriyor...ve bu düşünce takılıvermenin ötesinde dakikalar içinde ciddi bir takıntı haline geliyor....

Subhanallah.....

Bu tesbih....Allah’ı tenzih ederim demek demişti bi büyüğüm....tenzih...Oldum olası Tanrı kelimesini sevmemiştim hiç ama tenzih tanrı kokuyor gibiydi hep ve ben subhanallah derken hep boş gözlerle etrafa bakınırdım camilerde,evde,odamda...Dilim subhanallah derdi de aklım ve gönlüm eşlik edemezdi hiç...Ötede bir tanrının ne kadar mübarek olduğunu ona anlatmak için subhanallah demeyi....

Subhanallah

Allah bir tanrı değil düşüncesi hep kendimi bulduğum aklımın gönlümün rahat bir nefes aldığı bir düşünce olmustu ve bu eksende bir Subhanallah fikri nasıl olabilirdi ki?

O ahadüs samed idi....bu cümle O'ndan gayrısı gibi bir yaklaşımı o kadar net bişekilde silip atıyordu ki....Subhanallah....kendisinden gayrı olmayan sübhandır....Kendisinden gayrı olmayan tenzih eder...Kendisini....Allah...

Birden aklıma geliveren şey bedenim oldu...Bedenim ve onda olup bıtenleri en dogru kim değerlendirebilirdi...ben tabiki...ben yani beynim mi?Bu daha da da karmaşıklaşan bir yapıya bürünmeden cevaplar bulmalıyım sorularıma...

Hep inandıgım bir gerçek vardır bir insan olayların ne kadar içinde ve üstündeyse o kadar sorumludur....

Kendimde olayların içinde ve üstünde olan yapı ne?....

Subhandır Allah ve bunu ancak kendisi bilebilir tıpkı benim bedenimi bilişim gibi...

Peki o zaman Kur'an neden subhanallah olgusunu zıhınlerimize tasıyor,neden Rasulallah bu tesbihatı her namazdan sonra okumayı tavsiye ediyor?

Bir sürü kavram sıralanıyor önümde....Rasul...namaz(salat)...tesbih...zikir...Kur'an....

Hiçbir şekilde dolaylı yollara sapmadan düz mantıkla baktığımda içimden bi ses aklıma O'ndan gayrı muhal ise O adı her ne olursa olsun nasıl algılanırsa algılansın her oluşta,durumda,algıda,algılananda,algılayanda O olmaya devam eder...cümlesini fısıldıyor.

O,şeyin kendisi olarak eşyayı kuşatır ...Ve birden esmaları geliyor Allah'ın aklıma...ve biri de muhit değil miydi?

Subhanallah....

Herşeyin kendisi olarak kendini bilense kendisini tenzihi de kendisini o şey cinsinden seyrini tenzih olabilir  mi?

Yani kendisini seyrettiği ve bildiği algı ile kayıt altında olmadığının kendisince bilinişi....

Benden Subhanallah diye tesbihi rasulallah'ın dilinden isteyen o ise bende kendini tenzih eden o ...Benim algımla benim nefesimle benim yürüyüşümle benim yaşamımla tanımlanan her ne ise hem O hem de O'nunla kayıtlanmaktan münezzeh....

...Bu noktada uluhiyyet ve zat kelimelerini iyi tefekkür etmeliyim diyorum kendime....

ve bir de kelime-i şehadeti...

Peki algılananla ifade edilmekten münezzeh olan,zaman adı ile işaret edilen bir biçimde algılarımızda her an yeni bir şen'de olarak yeni oluşlarda da kendini seyretmiyor mu?

Yalnızca insanda mı böyle?Evren dalgalardan ve dalgalar dahi stringlerden olusuyorsa sürekli devinen bu titreşimler yeni yeni manalara suret giydirecek olan algılama araçlarının kendi boyutlarındaki şimdi'lerini ve gerçeklerini yaratmıyor mu?

Subhan olan kendini subhan aynasında tenzihle yani kayıt altına alınamayısı ile seyrediyor diyebiliriz sanırım....Her alemde diye bir ses fısıldasa da içimden anlıyorum ki bi sürü ayrı ayrı tek görmeye ve algılamaya devam ederken zihnim bunun ekseninde cümlelerle tefekkürüme müdahele etse de kendini bilenin kendi som tekilliğinden gayrısı yok diye son noktayı koyuyorum...

Bunca düşünce içinde tesbihi bi kenara koymus sırtımı da caminin iç duvarına yaslamıs haldeyken buluveriyorum kendimi birden ve duayı çoktan bitirmiş  cemaat dağılırken bir dedenin 'selamun aleykum' diyerek önümden geçişi ile tesbihe uzanıp fısıldıyorum....

Elhamdulillah....

"Tesekür ederim" demektir Allah'ın verdiği nimetlere...cümlesi otomatik olarak dökülüyor zihnime veri tabanımın biçırpıda haykırışı ile...

Koca bir gülümseme dudaklarımda "amma da seviyormuşum kendimi yahu" diye geçiriyorum aklımdan nimeti görebilecek kadar sağduyulu ve teşekkür edecek kadar da naziğim ya tutmayın beni....Subhan olan Allah kendini seyretmeyi dilemesi ile dehr adı ile işaret edilen o tek anda bu seyri yaşadıysa bu seyrin sınırsızlığını ve sonsuzluğunu  doğru anlatabilmek için boyutlara ihtiyacımız var...Yani ben şimdi şu camiin kapısından dışarı baktığım o ilk anda(tek karelik bir resimde) iç içe binlerce milyonlarca ayrıntıyı alır gözbebeğim vasıtası ile bilinçaltım ama bilincim her ayrıntıya tek tek ayrı ayrı odaklanarak  o ayrıntıları  tanımlayabilir.

Uzun yıllar sonra ben otuzlu yaslarıma geldiğimde bir yazısında "Çok boyutlu tek kare resim" şeklinde enfes bir anlatımla kendi hakikatini dillendirecek olanın bu anlatımınıda düşüncelerimin merkezine yerleştirebilirsem...hah şimdi şöyle oldu sanki....Subhan olusu ,çok boyutlu tek kare resmin ayrı ayrı boyutlarında kendini seyrinde kendinin o boyutla kayıtlanamayacağını bilişi....Elhamdülillah ise o boyutların her birinde var olan düzenin ve o düzenin içindeki yapıların yani çokluğun yani kesretin o boyuttaki mutlak tek'in açılımı olduğunun bilgisinin ve değerlendirmesinin yalnızca Allah tarafından mümkün oldugunu anlatıyor olmasın...Yani kesretteki ,çokluktaki her ayrıntı som olan mutlak tek'in kendini bilişiyle hakikati olan teki değerlendirebilir...şöyle ki çokluğu oluşturan her şey toplamda bir amaca hizmet ediyorsa o amacı var eden o çokluğun çokluk olarak var olusunun manasını değerlendirir çünkü yalnızca o amacı dileyen amacı var eden araçları da seyreder...

Basit bir örnekle ...Bu camiye gelirken bisikletime atlayıp şarampol caddesinden Kaleiçine inen o yokuş boyunca pekçok manevra yaptım,hızım bir attı bi azaldı etraftaki insanların yürüyüş hızlarına göre...Ve camiye vardığımda bisikletimi kilitleyip abdest aldım...Bu sürecin en başında tüm bu süreci yasamayı dileyerek namaza durmayı istedim ve sürec yasanmadan önce ,yasanırken ve sonrasında hep o sürecin hakikatini en doğru şekilde bilen ben oldum çünkü zamanı o süreç olarak yasamayı istedim...

Allah her alemi seyrinde alemlerin aktığı mutlak manayı değerlendiren tektir...Ve salat sanırım bu alem içre alemlerde o alemleri seyri değerlendiren o tekin şuuruna yöneliştir belkide .... Elhamdülillah....

Bu küçük cami her nedense kendimi çok güvende hisstmemi sağlıyor...Sanki bu camide düşünmek beni gerçeğe tasıyor....

Camiler cami diye adlandırılmadan evvel Rasulallah döneminde mescit derlermiş...Mescit ...secde edien yer....bu cami benim mescidim...benim mescidim bu camide kendini güvende hisseden şuurum...

Allahuekber....

Son otuzüç tesbih tanesini de hızla parmaklarımda hissedip duruyorum...Allahuekber...aynı düşünme metodu ile yürürsem bu yolu sanırım byerlere varabileceğim...Ben yasamım içindeki bir süreci çekip çıkardığımda bilirimki bu sürecteki her ayrıntıda ben ben olarak varım ve yine bilirim ki ben bu sürecin tümünü kapsayan ve bu süreci değerlendirebilecek tek mutlak suurum o süreci yasayan olarak....ama bastada dediğim gibi bu sürec benim yasamımdan bir kesit yalnızca ve bu kesit benim haatımın bir bölümü de olsa tamamı da olsa bende evrende akan döngüde hayatımla bir kesitim yalnızca ve ben kendi  hayatımdan ibaret yasanmışlık deneyimim ve suurumla asla hayatı yada yasamı yada tüm boyutları ile evreni kusatamam ki...bu evreni kusatan o evrenin suurudur..ve diğer evrenleri kusatan diğer boyutsal suurlar ve en sonunda kendini bu evrenlerde seyreden o tek şuur...O tek şuuru yani uluhiyyeti seyreylediği aynanın yapıtaşları ile anlayabilmek mümkün değildir ki...Tıpkı denizde yüzen bir balığın kendini kuşatan suyun ötesindeki dünyayı  ve o dünyayı kusatan atmosferi ve o atmosferde dahiil dünyayı içine alan güneş sistemini ve dahasını bir balığa ait ilimle balıklık için gerken bilgi ile bilemeyecek olusu gibi...

Allahuekber....Allah'ın kulda tecelli ettiğini bilip kulun ilminin Allah'ı asla kusatamayacağının anlatımı sanırım...

Mutlak tek olan Allah kendini seyretmeyi diledi ve ol hükmü ile dehr olarak bu seyr gerçekleşti...bu seyrin şuuru asla bu seyrin uluhiyyetini kapsayamaz...Allah ekberdir...ilmi seyredilenin ilmi ile kuşatılamaz....

Cami kapısını örten kalın deri örtüyü kaldırdığımda ilk gördüğüm şey musalla taşı oldu ve gayb sözcüğünü simgeleyen bilinmezliği düşündüm.

Musalla tası aynası oldu gaybın gözümde ve üç aynada seyrettiğimi düşündüm kendimce Allah'ı...

Üç aynada yansımıstı bir namazın sonunda...

Sübhanallah, Elhamdülillah ve Allahuekber....

 

 

 
 
Büyükçekmece-İstanbul -15.09.2009
guipago70@hotmail.com
keepingthefaith77@gmail.com
 http://sufizmveinsan.com