Kütükten Atılma Tehlikesi
V. Korhan Koral
 

Din, asıl kaynağından değil, aracılardan öğrenilir. Çünkü dini gerçek anlamda asıl kaynağından öğrenmek demek, bir peygamber gibi öze ermek demektir. Bunun haricindeki her öğrenme, elde olmadan, saf bilgiyi başka düşüncelerin iletmesinden dolayı, o düşüncelerin de o bilgiye sızması sonucunu doğurur. Bulutta gizli suyun, ister istemez nehirdeki sudan farklı oluşu, hatta nehirden taşınan suya, testinin kokusunun sinmesi gibi… Hiçbir manevi otorite hevasını bulaştırmadan bu öze eremez. Bu özden konuşamaz. Ancak peygamberler bundan münezzehtir ki onlar hevalarından konuşmaz, bu saf kaynaktan gelene bir şey bulaştırmadan iletirler. İşte madem din, peygamber olmadığımıza göre, asıl kaynağından değil, aracılardan öğrenilmek durumundadır, bu halde aracımız direk peygamberler olmalıdır. İlettiği mesaj bozulmamış olan tek peygamber de Hz. Muhammed’dir; ama gelin görün ki, kendilerini bir nevi Elçi’nin elçileri adledenler, İslam tarihi boyunca bu mesajı zanlarına göre yontup mürid toplamaktadır. İnanırın, inandığı şeyi asıl kaynağına en yakın verilerden kavramaya çalışması, bu verileri aydınlatıp açıklamaya çalışan tüm idrakleri dikkate alıp değerlendirmesi ama hiçbir otoriteye körü körüne bağlanmaması, yani dinini Allah’a has kılması gerekir. Aksi halde benim dinim senin dinin farkı, toplumsal inanç mekanizmasında dayanacağı bir temel varsa, ki genellikle olur, benim dinim iyi, seninki kötü hatta daha vahimi aynı dinin mensuplarında bir ayrışmaya neden olarak benim şeyhim, grum öze ermiştir, hevasından konuşmaz çıkarımını oluşturur. Oysa İslam değil midir Son Peygamber’i muştulayan ve sırf bu düşünüldüğünde bile, bundan sonra hiçbir manevi otoriteye dinini teslim etmemen gerektiğini söyleyen?

Halil Cibran’ın bir meselinde, nehrin  kıyısında yüzen bir kütüğe oturmuş dört kurbağanın, içinde bulundukları durumu yorumlayışları anlatılır. Kurbağalardan birincisi, canlı gibi hareket eden bu kütüğe hayranlığını dile getirir. İkincisi buna itiraz ederek, bu kütüğün de diğer kütükler gibi hareketsiz olduğunu, hareket edenin sadece nehir olduğunu ileri sürer. Üçüncü kurbağa ise her ikisine de karşı çıkarak, ne kütüğün, ne de nehrin hareket ettiğini, hareket edenin kendi düşünceleri olduğunu, çünkü düşünce olmadan hiçbir şeyin hareket edemeyeceğini söyler. Üç kurbağa kütük üzerinde tartışıp kavga etmeye başlarlar. Sonunda suskun bir şekilde oturan dördüncü kurbağayı hakem tayin edip fikrini sorarlar. Dördüncü kurbağa, “Her biriniz haklısınız ve hiç biriniz hatalı değilsiniz” der. “Kütük, su ve düşüncelerimiz, hepsi birden hareket ediyor” Ama sadece kendi fikrinin doğruluğuna inanan üç kurbağa da bu cevaptan hoşlanmaz ve hep birlikte birleşerek bu dördüncü kurbağayı kütükten nehre atarlar. Dinlerin özsel birliğini savunmak, ve gerçek saf dinin, bu öz olduğunu ortaya koymak, kendi dinlerinin şekli kalıbına sıkı sıkıya bağlanmış olan sözde dindarlar tarafından hiç de hoş karşılanmaz. Dinden kendi idrak seviyelerince çıkarımlar yapıp, dinin seslendiği bir idrak düzeyini şaşmaz doğru olarak kabul etmek, daha bütünsel bir gerçekliğe kendini kapatmak hatta o mutlak gerçekliği inkara yönelmek şekline dönüşebilir. Söz konusu idrak seviyeleri, zihni öylesine bir kalıba sokabilir ki o kalıba uymayan her fikre, daha bütünsel ve o kalıbı kapsayan bir gerçeği yansıtan bir bilinci gösterse bile, şiddetle karşı çıkılabilir. Mutlak gerçeği kavramaya yönelik bir bilinç geliştirmeye çalışanlar için (Ki O, tam anlamıyla kavranılmaktan münezzeh olduğu için ancak O’nu kavrama yönünde açılmış idraklerin seviye farklarından bahsedilebilir; fakat O’nu kavrayabilen bir idrakten bahsedilemez), her an kütükten atılma tehlikesi vardır; bu nedenle de dinler arası bir aşkın birliği daha doğrusu öze erişi bırakın, bir dinin inanırlarının ayrışmaması bile sağlanamamıştır. Tevhid dininde bile…

 

 
 
V. Korhan Koral
Samsun - 11.02.2009
http://www.korhankoral.com
korhan@korhankoral.com

korhankoral@gmail.com

http://sufizmveinsan.com