İnanç Sistemleri, Masonluk ve Hermeneütik

Prof.Dr. M.Kerem Doksat
 


Büyük Patlama ve Vahdet!

Hermeneütik (yorumsama): Antik Yunan Tanrısı Hermes, yer (insanlar) ile gök (tanrılar) arasında bağ kurucu ve yeryüzünde yukarının (tanrısal olanın) yorumcusu (hermesneuta) olarak kabûl görmekte idi. “Hermenötik” de denilen bu kelime kaynağını Hermes’in bu fonksiyonundan alır. Hermeneütik (Hermeneutics) kelimenin bir metnin bâtınî (ezoterik) anlamının bulunması, bir metnin asıl maksadının anlaşılması anlamlarında kullanılmaktadır ve klâsik olarak tefsir ilmi olarak kabûl edilir. Hermeneütik’le Hermetik’i karıştırmamak gerekir, ikincisi okültizme ve spiritüalizme dayalı bir seri dünya görüşünün ismidir.

Hermes, (Yunanca ʽἙρμῆς ) Zeus ve Maia’nın oğludur.

Zeus’un habercisidir. Tanrıların en kurnazı ve en hızlısıdır. Bir de büyülü değnek taşır (kadüse). Üstün nitelikleri olan Hermes, efsaneye göre daha bir günlükken ayağa kalkar, beşiğinden çıkar, kaplumbağa kabuğundan yaptığı bir liri çalıp ondan çıkan seslerle eğlenir. Bir gün kırlarda dolaşırken tanrı Apollon’un koruması altındaki inekleri çalar. Apollon olayı öğrenince çok kızar; cezalandırılması için Hermes’i kolundan tutup Zeus’a götürür. Ne var ki, Hermes’in lirinden çıkan sesler Zeus’u da ve Apollon’u da büyüler.

Zeus, cezalandıracağı yerde Hermes’e kanatlı bir başlıkla bir çift ayakkabı vererek onu tanrıların habercisi yapar. Haberci Hermes ölülerin ruhlarını yeraltına götürür; çobanlarla, yolunu şaşıran yolculara kılavuzluk eder. Yaşlı Kral Priamos’u, Hektor’un ölüsünü almak için Aşil’in barınağına götüren de odur. Hermes’in, İo efsânesinde de önemli bir görev üstlendiği görülür.

Zeus, sevgilisi Su perisi İo’yu kıskanç karısı Hera’dan kurtarmak için, onu ineğe dönüştürür. Hera ineği armağan olarak ister ve alır. Kocasının kendisini aldattığından kuşkulandığı için, başına da bekçi olarak 100 gözlü canavar Argos’u diker. Argos uyurken bile birkaç gözü açık kaldığından, her şeyi görür. Bu yüzden ona yanaşmak çok tehlikelidir.

İo’nun kurtarılması için Zeus, Hermes’i görevlendirir. Hermes canavarın yanına oturarak eline lirini alıp tatlı tatlı çalmaya başlar. Bu hoş müzikle Argos’un gözlerinin tümü ağır ağır kapanır, giderek derin bir uykuya dalar. Hermes de uyuyan canavarın kafasını keser.

Hermes, elinde kadüsesi…

Çevik haberci Hermes bütün atletlerin koruyucusu olduğu gibi, akıllı ve kurnaz olduğu için hırsızların, kumarbazların ve tüccarların da koruyucusudur. Liri, kavalı, notaları, astronomiyi, ölçü birimlerini ve sporu icat etmiştir.

Bâzı düşünürler Hermes’in İdris olduğu kanaâtindedirler. Hermes veya İdris geleneği Babil, Mısır ve Yunan düşüncelerinin temeli olmakla birlikte, İslâm Düşüncesinin de temelini oluşturan yabancı kaynaklardan sayılır.

Mitolojistlerce eril öğenin temsilcisi olarak kabûl edilir. Çağdaş psikiyatri gözüyle bakarsak, Hermes antisosyalliğin sembolüdür de diyebiliriz!

Çocukları:

Pan (kırın ve çobanların tanrısı). Pan, Frigya mitolojisi’nde kırın ve çobanların tanrısıdır. Bu târif, Pan’ı tabiat ile doğrudan ilişkili kıldığı için pastoral bir nitelik arz etse de, Pan’ın bütün mitoslarda yarı keçi yarı insan sûretinde tasvir edilmesi onu korkutucu bir figür hâline getirmiştir. Öyle ki Pan, kırlarda âniden insanların karşısına çıkıp görüntüsüyle insanları korkuttuğu için panik kelimesine de ilham kaynağı olmuştur. Pan, çoban tanrısı olduğu için ürkütücü görüntüsü ile zıtlık arz edecek şekilde kaynaklarda çoğunlukla kırlarda dolaşıp flüt çalan, sevimli bir figür olarak tasvir edilir. Pan, ayrıca dünya nimetlerine düşkünlüğün, cinselliğin ve hazcılığın da sembolüdür. Pan’ın âşık olduğu Syrinks tam Pan ona sarılacağı sırada saza dönüşür. Pan da üzülür ama bir yol bulur. Sazlardan yedi tânesini kesip balmumuyla yan yana yapıştırır, üfleyince ortalığa tatlı bir melodi yayılır. Böylece şirinks adlı çalgıyı icat etmiş olur; şirinks’e panflüt de denir. Pan çoban kavalını sever, azgın tekeler gibi güzel nhymphaların peşine düşerdi. İnsanların hayvanların uyuduğu kızgın, ıssız yaz öğlelerinde birdenbire, beklenmedik gürültüler koparır ve etrafında paniğe sebep olurdu.

Pan

Eros aşk, seks, şehvet, yâni hayat tanrısıdır. Bâzen doğurganlık tanrısı olarak da tapılan Eros, erotik gibi kelimelerin de kökünü oluşturur. Eros, genelde Afrodit’le beraber anılır ve Dionysus gibi bâzen Eleutherios yâni kurtarıcı olarak görülür. Geleneklere göre, Afrodit kadınların erkeklere olan aşkını temsil ederken, Eros esasında erkek için olan aşkın temsilcisiydi.

Eros

Hermaphroditus (kelime olarak hermafrodit yunan mitolojisindeki Ticaret Tanrısı Hermes ile Güzellik Tanrıçası olan Afrodit’in adlarından gelmektedir. Efsâneye göre Afrodit ile Hermes’in bir oğulları olur. Adını Hermafrodit koyarlar. Hermafrodit o kadar güzeldir ki bir su perisinin dikkatini çekmiştir. Peri kız, sürekli ona yakınlaşmak için uğraşır ama Hermafrodit’in nazı ile karşılaşır. Bir türlü yüz bulamayan peri kız, Hermafrodit gölde yüzerken birden karşısına çıkar ve sıkı bir şekilde ona sarılır. Tanrılara onları birbirlerinden ayırmamaları için yalvarır. Sonunda dileği kabûl olur ve ikisi de aynı vücutta can bulurlar. Böylece ortaya çift cinsiyetli bir yaratık çıkar).

Hermaphroditus

Priapos (bahçeler ve bağlar tanrısı (bereket tanrısı), Lâpseki (Lampsakos) şehrinin hâkimidir. Dionysos ile Afrodit’in oğlu olduğu da söylenirdi. Kültü, adalar ile bütün Yunanistan’a ve Güney İtalya’ya yayıldı. Priapos başlangıçta toprak bereketini temsil ediyordu. Aynı zamanda sürüleri, arıları ve balıkçıları koruyan bir kır ve deniz tanrısıydı. Malikânelerin giriş yerlerine onun bir ithyphallos resmi konurdu. Bu resim kötülükleri uzaklaştırır, huzuru sağlardı.

Priapos Roma devrinde özellikle erkekliği ve fiziki aşkı canlandırıyordu. Tanrının tasvirlerindeki lâubali karakter ve müstehcen şiirler bundan gelir.

İmparatorluk devrinde Priapos bir halk tiyatrosu kahramanı oldu, Tyche, Abderus ve Autolycus’dur.

Priapos

Tike: Kentin tâlihini ve genel olarak refahını ve kaderini belirleyen tanrıçanın adıdır. Çıkışı ile ilgili olarak, Hermes ve Afrodit’in kızı olmasının yanı sıra başka kaynaklara göre Okeanos adlı titanın kızı olarak da anılmaktadır.

Abderus (Abderos:  Ἄβδηρος): Kahraman bir savaşçıdır.

Abderus

Autolycus: (Αὐτόλυκος), Chione ve Hermes’in oğludur. Aynı zamanda Antiklea’nın babası olup Odysseus’un dedesidir. Autolycus hırsızlığı ile tanınmıştı, Sisyphus’un sürülerinin yanı sıra torunu Odysseus’un Truva Savaşı’nda kullandığı başlığı da çalmıştır.

Roma mitolojisinde Hermes: Merkür

Merkür

Hermes Roma mitolojisinde Merkür olarak anılır. Güneş’e en yakın gezegene onun adı verilmiştir. Hermes’in aslen Mısır Mitolojisi’ndeki Thot, Thot’un da Kur’ân’da adı geçen İdris olduğu iddia edilmektedir. İdris (Arapça: إدريس), Kur’ân’da adı geçen peygamberlerden biridir. İlk kez onun döneminde insanların hayvan derileri giymekten kurtuldukları söylenir. Kumaşı bulduğu ve yazı yazmayı geliştirdiği rivayet edilir. İslâm’a ve Kitab-ı Mukaddes’e göre, Allah tarafından hayattayken göğe çıkarılan nâdir insanlardan birisidir (Meryem 57).

Tanah’taki Enoch (İbranice: חנוך) ile aynı zât olduğu iddia edilir. Tanah, Tevrat (Tora: Töre) ve Zebur’u da kapsayan, Musevîlik dininin kutsal kitabıdır. Hıristiyanlarca da kutsal kabûl edilir, bununla birlikte Hristiyanlar Tanah’ı Eski Ahit olarak anar ve farklı şekillerde yorumlarlar. Eski Ahit, Hristiyanlığın kutsal kitabı Kitab-ı Mukaddes’in ilk kısmını meydana getirir. İslâmiyet’te Tanah’ın sâdece Tevrat ve Zebur bölümleri kutsal kabûl edilir, ancak bunların Allah tarafından -sırası ile- Musa ve Davud peygamberlere indirildiğine ve insanlar tarafından tahrif (değiştirmek) edildiğine inanılır. Tanah’ı meydana getiren kitapçıkların (bölümlerin) çoğu İbranice olarak, bir kısmı ise Aramice olarak MÖ 1200 ilâ MÖ 100 yılları arasında yazıldığı kabûl edilmektedir.

Eski Yunan mitolojisindeki Hermes’in ve Eski Mısır mitolojisindeki Thot’un Kur’ân’daki İdris ile aynı kişi olduğu ve MÖ 14.000 civarında yaşadığı iddia edilir.

Alevîliğe yansıması da şöyle olmuştur:

Ben Musa’yım sen Firavun,
ikrarsız Şeytan-i Lain.
Üçüncü ölmem bu hâin
Pir Sultan ölür, dirilir.

Pir Sultan Abdal

Yunanca’da Hermes Trimegustus (üç kere kutsanmış Hermes) anlamına gelmektedir; gelmişin, geçmişin ve geleceğin efendisi olarak adlandırılır.

ETİMOLOJİ

Hermeneütik kelimesi yorumcu/müfessir anlamındaki Yunanca Ερμηνεύς teriminden türetilmiştir.

Hermenenütik ilk olarak Hristiyan teolojisi alanındaki yorum tartışmalarından ortaya çıkan bir anlam ve metodoloji bilgisiydi. Daha sonra terim teolojik sahanın dışına çıkmış ve daha genel anlamda yorum araştırmalarıyla ilgili felsefî bir disiplin hâline gelmiştir.

Batı dünyasında metnin yorumu bilgisi anlamında hermeneutiğin iki kaynağı vardır: İlki İskenderiye’deki antik Yunan retorikçilerinin metin araştırmaları, diğeri de Helenistik kültürle çağdaş olan Kitab-ı Mukaddes’in Kilise Babaları’nca ve Yahudi Midraşik yorum geleneğidir.

Midraş (İbranice: מדרש; çoğulu midraşim), Musevîlik’te kutsal metinlerin okunup değerlendirilme yöntemidir. İslâm’daki tefsir ile eştir. Aynı zamanda bu amaçla yazılan kitaplara da Midraş denir.

Sinagoglarda dinî eğitim verilen okullara da midraş adı verilir. Bu anlamdaki “midraş” kelimesi İslamî bir eğitim kurumu olan “medrese” kelimesi ile aynı etimolojik kökenden gelmektedir.

***

Retorik kelimesi Yunanca rhētorikos, (ῥητορικός) hitâbet kelimesinden türemiştir. Rhētōr (ῥήτωρ) ‘hatip’, erô (ἐρῶ) ‘konuşmak’ demektir. En basit anlamda rhetorikos insana hitap etmedir.

Retorik kelime anlamı olarak güzel söz söyleme, hitabet san’atı, belâgat anlamına gelmektedir. Dili ikna etmek için kullanan san’atlardan biridir. Antik Yunan’da 5. Yüzyıl’da Sokrates çevresindekiler tarafından kullanılmış olan bu kelime ilk kez Platon’un Gorgias adlı eserinde geçmiştir.

Retoriğin olabilmesi için üç temel öğe: Bir hatip, bir dinleyici ve bunların düşündüklerini ve görüşlerini iletebilmelerine aracılık eden bir lisan gereklidir.

Retorik, edebiyatta, siyasette, mahkemelerde, tabiî lisanda, bilim dışı akıl yürütmede, fikirde, güzel konuşmada, örtük unsur içinde, örtük olanın (setredilmiş olanın) arkasındaki niyette ortaya çıkar. Dolayısıyla retorik kendini kısıtlamamış, aksine, yayılmıştır.

Retorik bir konu üstünde bireylerin farklılığı tartışmalarıdır. Retorik aracılığıyla, benzerlik, farklılık, kendimizin veya başkasının benzerliği, bunları donduran toplum, bunları yasallaştıran ve kimi zaman sarsan siyaset, bunların içlerinde dalgalandığı psikoloji ve ahlâk tartışılır.

Retorik bireyler arasındaki benzerlik ve farklılıklar üstünde durur ve mesleğini somutlaştıran özel, kesin sorular aracılığıyla bu sorunu işler. Retorikle insanlara, onların durumlarına, onlarda bulunduğunu sandığımız özelliklere, onlarda bulunmasını istediğimiz veya reddettiğimiz özelliklere hitap ederiz.

Retoriğin Logos, Pathos ve Ethos boyutu vardır:

  • Ethos: Ben simgesi, karakter, hayat ve amaç tercihidir. Ethos hatiptir, daha doğrusu hatibin faziletidir. Hatibin mesleği veya sosyal kökeni ne olursa olsun, ahlâken herkese örnek olması gerekir. Ethos, Lâtince mores (ahlâk) anlamındadır. Yâni güzel konuşan kişi ahlâkî melekeye sâhip olmalıdır. Hatip tartışma yaratan ve üstünde tartışılan sorulara cevap vermesi gereken kişidir. Hatip karşı karşıya bulunduğu sorunsala göre kendisini gizler veya gösterir, silinir veya çarpıcı biçimde sergiler. Temkinlidir veya öyle görünür.

  • Pathos: Hatibin kandırmak, râzı etmek, heyecanlandırmak veya büyülemek istediği dinleyiciyi niteler. Pathos dinleyicinin duygulanımıdır. Ethos cevaplara gönderme yapar, Pathos ise soruların kaynağıdır. Yâni dinleyici çekingendir; kendi duygularının ve hatibin etkisinde kalır.

  • Logos: Dinleyici ve hatibi kendi kurallarına bağlar. Dinleyiciyi güçlü delillerle ikna eder ve güzel üslûbuyla onun takdirini kazanır. Soruları ve cevapları farklılıklarını koruyarak açıklayabilmedir.

Retorik kendi içinde bir bilgi bütünü oluşturmaktan çok kendi dışındaki bir nesneye, düşüncenin gerçeklikle, önermelerin (propozisyonlar veya kaziyeler) verili bir olguyla uyuşmasına yâni doğruluğa (Aletheia) erişme yolu yordamıdır. Retoriğin nesnesi olan doğruluk türü, bilimsel tanıtlamayla (Lâtince, demonstratio) doğruluğu bilinen a priorilere dayanarak yapılan çıkarımla gösterilemez; konuşanla dinleyeni ortak varsayımlar temelinde buluşturan muhtemel a priorilere dayalı çıkarımla ancak yaklaşık olarak tasvir edilebilir. Antik retoriğin kurucu ilkesi bu yüzden, doğruluğun mecburî olarak ancak belli şartlarda, belli kişiler içinde geçerli olduğu biçimindedir.

***

Kadîm Yunanca hermeneutice Plato’nun diyaloglarında sophia olarak yer alırken, dinî hareket bu mânâyı sevmez ve konuşma lisanının doğruluk değerinden ibâret olarak görür. Aristo bunu bir adım daha ileri taşır, mantık ve semantik üzerindeki çalışmalarında Peri hermenias, akabinde de De interpretatione olarak kullanır.

Modern Hermeneütik

Augustine’in etkisinde kalan Dilthey, Heidegger ve Gadamer, kelimeye hem lisan ve tefsir, hem de dinî bir metnin derunî yorumu, varoluşsal anlayışı mânâlarını yüklerler.

Friedrich Schleiermacher işin içine grameri de katarak, modern Hermeneütikin temellerini atar. Gadamer de Kutsal Metinlerin tarihî menşelerinden ziyâde, allegorik mânâlarına önem verir.

Protestanlığın kurucusu olan Martin Luther’in modern Hermeneütik anlayışında ise, İncil’i okuyan herkes kendi doğrularını bulacak ve onu sunacaktır!

Çok farklı bir an’aneden gelen Giambattisto Vico (1725), bunların hepsinin önemi olduğunu ileri sürer ve aklıselîme öncelik tanır, çağdaşı Kartezyen ekole karşı çıkar…

Benedict de Spinoza da Tractatus theologico-politicus (1670) isimli eserinde, Kutsal Metinlerin zor ve karmaşık yönlerini okuyup tefsir ederken filolojiye ve genel olarak kullanılan lisanın özelliklerine öncelik verilmesi gerektiğine dikkati çeker.

Friedrich Ast ve Friedrich August Wolf’un da benzeri katkıları olur.

Romantizmin Etkisi

Herder, Schlegel kardeşler ve Novalis önemli şahsiyetlerdir.

Felsefî fonda da Kant ve Hegel’in etkileri belirginleşir. Kullanılan terimlerin cihanşümûl karşılıkları veya anlamlarının da önemi olduğu vurgulanarak, felsefî yaklaşım öne çıkar.

Sonraları

Schleiermacher, Droysen ve Dilthey, Martin Heidegger’in çalışmalarında bütün bu kavramlar didik didik edilerek, sonu gelmeyen tartışmalara girişilir.

SONUÇ

Rorthy ve McDowell gibi çağdaş mütefekkirler modern felsefenin epistemik ve düalistik paradigmalarından koparak, Hermeneütik’in aslında bir entellektüel inovasyonun, dinamizmin, tefsirin tekrar tekrar tefsir edilmesinin önemini vurgulayarak, hür tefekkürün ancak böyle inkişaf edebileceğini söylerler

Mes’elenin Masonik Yönü

Bâtınî (ezoterik) açıdan, bütün monoteist vahiyler aslında aynı ana kaynaktan gelirler, buna İbrahim’in Kuralı denir; Yahudilik, Hristiyanlık ve İslâm’ın bağlantılarını bize verir.

Bu çok allegorik, sembolik ve filozofik bakış açısının kâşifi de Rene Guénon’dur. Asrımızın başlarında, Doğu ve İslâm mistisizmine çok meraklı bir mason olan Rene Guénon, Mısır’dan Şeyh Abd el-Rahman İllayş ile yakın münasebetler kurar. Alexandria Locası’nda (Grand Orient), 1864’te onu tanıtır ve bu sâyede keşfettiği, 13. Asır’da yaşayan Abū `Abd Allah Muhammad b. `Ali b. Muhammad b. al-`Arabî al-Hātimī al-Tā’ī (Arapça: أبو عبد الله محمد بن علي بن محمد بن العربي الحاتمي الطائي), kısaca Muhyiddin ibn Arabî’nin (1165-1239) mânevî üstâdlığından bahseder. Kabbalizmin, tasavvufun ve masonluğun iç içe olduğunu söyleyerek, sonunda kendisi de İslâm dinine geçer ve Mısır’da evlenir.

Bu inanç “gizli bir hazine idim bilinmeyi istedim” yâni bütün varlıkların ve evrenin Tanrı’nın yansımaları olduğu anlamını taşır; insanların Allah’tan gelip yine Allah’a dönüşleridir. Nefsini terbiye eden insanoğlu Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat kapılarından geçer ve en sonunda Hak ile Hak olur. Seyyid Nesimi ve Hallâc-ı Mansûr’un kendilerini ölüme götüren “En-el Hak” sözü, bu inancın yansımasıdır. Dönemlerinde dinden çıkmakla, sapkınlıkla ve şirkle suçlanmış ve anlaşılamamışlardır. Hallâc-ı Mansûr, derisi yüzülerek öldürülürken şu sözleri söylemiş ve Allah’tan kaatillerini bağışlamasını dilemiştir: “Yâ Rabbi canımı alan bu kullarını bağışla; çünkü onlar senin bana gösterdiğin sırlarından haberdar değiller, senin bana gösterdiklerini onlar göremezler, bilemezler”.

Vahdet-i Vücûd” tâbiri bu öğretinin en büyük sözcüsü olan Muhyiddin İbn Arabi’nin eserlerinde bu kelimeler ile adlandırılmaz. İfâdeyi ilk kullanan, İbn Arabi’nin talebesi Sadreddin Konevi’dir.

Sûfilere göre kendiliğinden var olan (kâimun bizatihî) varlık (vücûd) birdir; o da Hakk Teâlâ’nın varlığıdır. Bu varlık zaman ve mekânın üzerindedir; çoğalma, bölünme, değişme, yenilenme kabûl etmez. Ancak Hak, zâtı itibâriyle değil, sıfat ve fiilleri itibâriyle bütün sûret ve şahıslarda mutlak olmaktan çıkmaksızın ve asla değişikliğe uğramaksızın tezâhür ve tecellî etmektedir. İçinde farklılıklar ve değişme barındıran bütün kâinat ve içindeki canlı ve cansız her unsur, ancak O’nun varlığı ile ayakta durmaktadır. Vahdet-i vücûd, Panteizm’deki gibi tek hakikatin parçalandığını ve sâdece içkinliğini savunmaz; yâni “her şey Tanrı’dır” demez. Materyalist panteizm veya monizm gibi ilk ilke ile evrendeki her şey arasında maddî bir bütünlüğü de tasavvur etmez ve savunmaz. Zâten her şey Tanrı’dandır, O’ndan sudûr eder.

Sudûr (sâdır olma, meydana çıkma, olma) nazariyesine göre kâinat, İlâhî Varlık’tan tedricî olarak genişleme ve yayılma (extantion) yoluyla meydana gelmiştir (makalenin başındaki Büyük Patlama’yı hatırlayınız).

Bu nazariyenin temeli büyük ölçüde Plotinos’un düşüncesine dayanır. Plotinos’a göre her şey (kâniat) kendisine “varlık” sözünün bile bir sınırlama getireceği; kuvve ve fiil hâlinin de üstünde olan, diğer bir ifâde ile varlık sözünün ifâde ettiği mânâyı dahi aşan, transandantal olan İlk İlke’den sudûr etmiştir. O, İlk İlke’nin “tekliği” (vahdet) üzerinde titizlikle durur. Her şeyin İlk İlke’den sudûru (taşması, çıkması), her şey ancak O’nunla var olur anlamına gelir.

Plotinos’un İlk İlkesi’ne Farâbi ve İbn-i Sina Vâcib Varlık (Vâcibu’l-Vücûd) derler. İbn-i Sina’ya göre metafiziğin temel konusu, “Vücud-u Mutlak” olan Allah ile yüce varlıklardır. Vücut (var olan) üçe ayrılır: Muhtemel varlık veya ortaya çıkan ve sonra yok olan varlık; Muhtemel ve zarurî varlık (tümeller ve yasalar evreni, kendiliğinden var olabilen ve bir dış sebep sâyesinde gerekli olan varlık); özü gereği gerekli olan varlık (Allah). İbn-i Sina Allah’ı “Vahdet-i Vücûd” yâni ‘varlığı zarurî olan’ olarak tefsir eder.

Bu inancın en büyük temsilcileri Hacı Bektaş Veli, Yûnus Emre, Mevlânâ, Niyâzî-i Mısrî gibi büyük Türk İslâm mutasavvıflarıdır.

Vahdet-i Vücûd konusu, İslâm topraklarında asırlardır tartışılan ve tarafların kimi zaman birbirlerini cehâletle, sapkınlıkla (zındık, mülhid gibi) ve dinden çıkmakla suçladıkları çok tartışmalı konulardan biri olmuştur. Aralarında İbn Teymiye, Mustafa Sabri Efendi, önemli fakih ve şeyhülislâmların da bulunduğu bu grup vahdet-i vücûdu kıyasıya eleştirmişlerdir. Her ne kadar bu nazariyenin kaynağı veya sözcüleri sûfilerse de, 14. yüzyıl sûfilerinden Alâuddevle Simnânî, kelâmcı Sadettin Taftazani, 17. Yüzyıl sûfilerinden İmam-ı Rabbani gibi sûfiler de Vahdet-i Vücûd’u eleştirmişlerdir.

Aralarında sûfi ve selefîlerin de bulunduğu bâzı Müslümanlar Vahdet-i Vücûd ve Panteizm arasında karşılaştırmalar yaparak, ikisi arasındaki benzerliklere dikkat çekmişlerdir. Diğer bâzı Müslüman ulemâ ve sûfiler ise her iki kavramın birbirlerinden tamamen ayrı anlamlar taşıdıklarını ileri sürmüşlerdir. Bâzı selefî yazarlar Vahdet-i Vücûd anlayışını, onun Hindu felsefesiyle etkileşime giren Arapların mamûlü olduğunu ileri sürerek eleştirmektedirler. Arapçası السلفية olan bir İslâm mezhebi olan Selefiyye Mezhebi, akıl ve nakil (Kur’ân ve Sünnet) konusunda mutlak nakle inanır; aklı, sahih nakle tâbi görür. İman esasları ile ilgili konularda Kur’ân ve Sünnet’teki açıklamalar ile yetinip bunları aynen kabûl eder. Bu kabûle müteşâbihler de dâhildir, te’vîl (görünür anlam dışında bir başka anlamda kabûl etme) etmemekle beraber, cisimleştirme (yâni tecsîm) de yapmazlar. İlginç olan şey, bâzı selefilerin de Kabala ile benzerlikler üzerinde durmalarıdır.

Bir sûfi olan İmam-ı Rabbani Ahmed El Farukî El Sirhindi, (d. 1563 – ö. 1624, Hindistan’da yaşamış olup, genel olarak Nakşibendî tarikatı mensubudur fakat Kadiriyye, Çiştiyye gibi diğer tarikatlar arasında da muteber bir yeri vardır. Nakşibendî tarikatının Müceddidiye kolundandır. Vahdet-i Vücûd’un, sûfinin mistik yolculuğunda (seyr-i süluk) karşılaştığı ve Hak’kın varlığında kendi varlığını yok olmuş görerek, sâdece tek bir varlık olduğunu zannettiği bir hâlden ibâret olduğunu söylemiştir. Ancak, bu hâlin daha üstün makamlarda aşıldığını, dolayısıyla da sûfinin yaşadığı en üstün makam olarak görülmemesi gerektiğini söyleyerek eleştirmiştir. Vahdeti Vücûd kavramına karşı Vahdet-i Şuhûd kavramını getirmiştir ve evrenin mevcudiyeti ile Mutlak Varlık (Vücûd-u Mutlak) arasında kesin bir ayırım yapılması gerektiğini özellikle belirtmiştir. Hayatı boyunca Ehl-i Sünnet ekolünü savunmuştur. Mektuplarında, yaşadığı hâlleri ve tecrübeleri anlatması, sonraki sûfilerin özel bir ıstılahî kaynağa sâhip olmasını sağlamıştır. Yâni İslâmiyet’te akılcılığın değil, nakilciliğin baş mimarıdır.

Sûfiler ise bu tenkitleri hem bâzı âyet ve hadisleri kullanarak, hem de Vahdet-i Vücûd’un Panteizm (her şey Tanrı’dır) gibi bâzı felsefî ekollerden farklarını ortaya koyarak cevaplandırmaya çalışmışlardır. Bâzıları da Vahdet-i Vücûd için sâdece transandansı vurgulayan Panteizm değil, hem transandansı, hem de transandansı ihtiva eden Panenteizm tâbirinin kullanımının daha doğru olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Vahdet-i Vücûd ile ilgili müstakil bir eser sâhibi olan İsmail Fenni Ertuğrul (1855-1946), Vahdet-i Vücûd’da, Panteizm’in aksine, Tanrı’nın evrenin bütünü, toplamı olmadığı, sâdece evrenin ayrı bir vücuda (varlığa) sâhip olmayıp, Hak’kın vücuduyla ayakta durduğu (kaimliği), evrenin varlık (vücûd) itibâriyle Hak’kın aynı ise de eşyânın zât, hususiyet ve belirtileri (taayyünleri) itibâriyle Hak’kın eşyâdan ayrı olduğunu söyler. Tanrı’nın dışındaki her şey yâni eşya, varlığını Hak’kın varlığına borçludur ve bir ân bile ona muhtaç olmaktan azâde değildir. Yâni evren Panteizm’de olduğu gibi bizatihî mutlaklık taşımamakta ve Hak’kın varlığı âleme ihtiyaç duymamaktadır. İsmail Fenni Ertuğrul bununla ilgili olarak Muhyiddin İbn Arabî’nin Fütuhat-ı Mekkiyye’nin 371. babındaki şu ifâdesini de aktarır: “Allah, Allah’tır, âlemin mevcut olması veya olmaması eşittir” (Ertuğrul: s.83-84). İsmail Fenni Ertuğrul’a göre Vahdet-i Vücûd anlayışının pek çok dinî, ahlakî ve irfanî faydaları vardır. Bunlardan bâzıları Vahdet-i Vücûd murakabesine devam edilerek, Allah’a ulaşmanın kolay ve kestirme yol oluşu, kişinin kendisinde müstakil bir varlık görmeyişinden ötürü riya, gurur ve kibirden uzak kalabilmesi, tüm yaratılmışlara Hak’kın tecelli aynaları olarak bakıldığında onlara daha iyilikseverce yaklaşılacağı, hakiki tevhîd anlayışı ile gizli şirkten uzak kalınacağı olarak sayılabilir.

Vahdet-i Vücûd ile ilgili Panteizm’le de ilişkili olan itirazlar arasında evrenin (âlemin) ezelîliği (kadimliği) bahsi geçmektedir. Vahdet-i Vücûd’u savunanlar, âlemin Allah’ın ezelî ilminde bulunması sebebiyle ezelî olduğu, ancak haricî varlığı itibâriyle ezelî olmadığı (hadis) yönünde savunma getirmişlerdir...

Hâlbuki ezel de, ebed de mahlûktur (yaratılmıştır). Her şey tek bir Hakikat’in tecellileridir, o da Allah’tır (Tanrı, Tengri, Gott, God, Lord vs.).

Rene Guénon, Mâbediyyun Şövalyeleri’nin (Knights of Abraham’s Temple) dünya görüşleri, ezoterik öğretileriyle bu üç monoteist dinin ve masonluğun akrabalığından dem vurur.

Daha da ileri giderek, Jung’dan da iktibaslarla, bütün masonik allegorilerin arketipal menşelerinden ve kullandığımız, onları bize çağrıştıran sembollerin de stilistik ortaklıklarından bahseder ki, bu da esasen Vahdet-i Vücûd’tur ve Batı zihniyetiyle en yakın karşılığı Panenteizm’dir

SONUÇ

En çağdaş felsefî anlamıyla, Hermeneütik, her kim herhangi bir konu veya şey hakkında bir fikir öne sürüp, ona göre yorum yapıyorsa, bu o kişinin doğrusu ve gerçeğidir.

Bu, başkalarına çok saçma veya ahmakça gelse dahi, çok basitçe böyledir.

Unutmamak gerekir ki, günümüzde bilimsellik nâmına çok saçma bulduğumuz, şizofrenik veya psikotik olarak düşündüğümüz paleolojik, majik ve paralojik düşünceler sâyesinde insanlık inkişaf etmiş, pek çok “deli” bizi bugünlere getiren büyük katkılarda bulunmuşlardır.

Tabii, aklın verdiği süzgeç, kuvvetin verdiği güç, güzelliğin süslediği tefsirlerimizin dâima ilmin desteğini de arkasında taşıması gerektiğini asla unutmamalıyız.

Hermeneütik, asla saçmalamak anlamına gelmez, gelmemelidir de

Akıl hastalığı, hezeyan ve inovasyon, esinlenme, Platoniyen bir “anamnesis” yaşamak, arketipal bir rûyadan sonra heyecan dolu bir keşifle uyanmanın ne kadar doğru, akıllıca ve işlevsel olduğuna zaman karar verecektir.

Esasında bunların hepsi de, hayat da, masonluk da bir oyundur

Hâlen çok büyük önem taşıyan ve bilim adamlarını meşgul eden Oyun(lar) Teorisi nasıl doğdu, bir hatırlayalım…

İnsan davranışlarının oyunlar yoluyla açıklanabileceği fikrini ilk düşünen Macaristan doğumlu büyük matematikçi John von Neumann oldu. Onun 1928′te yazdığı bir makale yolu açtı. Sonra 1944’te Oskar Morgenstern ile John von Neumann’ın birlikte yazdıkları Oyunlar Teorisi ve Ekonomik Davranış kitabı çıktı. Kitapla birlikte konu çok kısa zamanda üniversitelere ders olarak da girdi. Artık özellikle matematik bölümlerinde Oyunlar Teorisi dersleri açılmıştı. Ancak von Neumann ile Morgenstern’in kitabının üçte biri toplamı sıfır olan iki kişilik oyunlarla ilgiliydi. İkiden fazla oyuncusu olan oyunlarla ilgili bölüm yine kitapta geniş yer tutuyordu ama tamamlanmamıştı ve bu çeşit oyunlar için bir çözüm olduğu kanıtlanmamıştı. Kitabın son 80 sayfası ise toplamı sıfır olmayan oyunlara ayrılmıştı ve von Neumann bu çeşit oyunları da aslında bir anlamda toplamı sıfır oyunlara çevirmeyi deniyordu.

Elbette von Neumann gibi efsanevî bir ismin yazdığı kitapta bu kadar çok açık olması, genç ve hırslı matematikçilere büyük bir meydan okuma şansı yaratıyordu. John Forbes Nash Jr. bu meydan okuyanların en iyisiydi!

Yâni araştıranların önce John von Neumann’dan başlaması gerek.

Toplamı “Sıfır” Olan Oyunlar Ne Demek?

Oyuna katılanlardan bir tarafın kaybı, öteki tarafın kazancına eşit. Bunun en basit örneği futbol. Sizin takım 1-0 gâlipse, öteki takım da 1-0 mağlûp demektir. Lig puan cetveli tablosunda atılan ve yenen golleri toplarsanız birbirine eşit çıkarlar. Bu çeşit oyunlar mutlak bir zafer veya mutlak bir yenilgi yarattığı için oyun kavramının özünü oluştururlar belki ama gündelik hayatta, özellikle de insan ilişkilerinde ve ekonomide bu oyunlara pek az rastlanır (İsmet Berkan’ın Radikal Gazetesi, 29.07.2001 tarihli yazısı (http://www.radikal.com.tr/veriler/2001/07/29/haber_9399.php?oturum=0dc2225f0fa45001f75984c92fe69d3b) Genel olarak oyunları toplamı sıfır olan oyunlar ve toplamı sıfır olmayan oyunlar diye ikiye ayırmak mümkün. Örneğin futbol, toplamı sıfır olan bir oyun. Bir takım diğerini 1-0 yendiğinde, diğer takım da 0-1 yenilmiş oluyor. Yenilgi ile yenginin toplamı sıfır. Benzer biçimde poker de toplamı sıfır olan bir oyun. Oyuna giren para miktarının toplamı, kazanan ve kaybeden oyuncuların önündeki para miktarının toplamına eşit, yâni sonuç sıfır. (İsmet Berkan’ın  Radikal Gazetesi, 09.03.2002 tarihli yazısı (http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=cts&haberno=827&tarih=10/03/2002&ek_ta) Von Neumann’ın 1928′deki makalesi ve daha sonra Norveçli iktisatçı Morgenstern’le birlikte 1943′te yayımladıkları kitap, toplamı sıfır olan oyunlar mes’elesini büyük ölçüde çözüyor ama toplamı sıfır olmayan oyunları çözmüyordu. Bugün bildiğimiz anlamıyla oyun teorisi, aslında iki teoreme dayanır. Bunlar, Von Neumann’ın 1928 tarihli minimum-maximum teoremi ile Nash’e Nobel kazandıran 1950 tarihli denge teoremi.

Nash, oyuncuların kendi aralarında işbirliği yaptıkları ve yapmadıkları oyunlar arasına ciddi bir mesafe koyar. Von Neumann’ın teoreminin gerçek hayatla pek bir ilgisi yoktur. Oysa Nash’in teoremi, tamamen gerçek hayatı izaha yöneliktir. Bu sayede Nash’in teoremi siyasetten ekonomiye, biyolojiden başka alanlara kadar pek çok yerde uygulamaya girdi.

Tutuklunun Açmazı (Mahkûm Teoremi) (İsmet Berkan’ın Radikal Gazetesi, 05.08.2001 tarihli yazısı (http://www.radikal.com.tr/veriler/2001/08/05/haber_10106.php?oturum=0dc2225f0fa45001f75984c92fe69d3b).

Oyunlar Teorisi, esas olarak iki teorem üstüne kurulu. Bunlardan birincisini, yâni min-max teoremi adıyla bilinen teoremi, geçen yüzyılın bir başka önemli matematikçisi John von Neuman geliştirdi.

İkincisi ve çok daha önemlisini ise Nash geliştirdi. Buna da Nash Dengesi deniyor. Nash Dengesi’yle ilgili teorem hemen dönemin en iyi beyinleri tarafından test edildi. Bu testlerden biri için geliştirilen oyunlardan birinin adı ‘Tutuklunun açmazı’ydı. Bu oyunu, Nash’in doktora hocası Al Tucker icat etmişti.

Oyun şöyleydi:

Aynı suçtan ötürü iki kişi tutuklanır ve ayrı ayrı odalarda sorgulanır. Her tutukluya üç seçenek verilir:

1. İtiraf etmek,

2. Ötekini suçlamak,

3. Sessiz kalmak.

Tutuklu açısından en iyi seçenek itiraf etmektir. Eğer öteki tutuklu da itiraf ederse, en azından çok ağır bir ceza almaktan kurtulacaktır, yok öteki sessiz kalırsa yegâne tanık olarak cezadan da kurtulabilecektir. Yâni, itiraf baskın stratejidir. Ama işe bakın ki, eğer birlikte olsalar veya işbirliği yapabilseler, her iki tutuklu da kendi iyilikleri için sessiz kalacaktı.

Yâni, işbirliksiz (non-cooperative) oyundaki baskın (dominant) strateji ile işbirlikli oyundaki baskın strateji birbirinden epey farklıydı. Tutuklunun açmazı oyunu, Nash’in denge kavramıyla çelişiyordu. Çünkü Nash, her oyuncunun kendi en iyi stratejisini izleyeceğini, çünkü öteki oyuncuların da öyle yapacağını varsayar. Oysa oyun bunun illâki böyle olmayacağını gösteriyordu.

Sovyetler Birliği ile Amerika arasında o  zamanlar en hızlı zamanlarını yaşayan silâhlanma yarışı, tutuklunun açmazına gösterilebilecek en iyi örnek aslında. İki ulus da, eğer işbirliği yapsalar ve yarışı bıraksalar kendileri için çok daha iyi olacaktı. Ama her ikisi için de baskın strateji sonuna kadar silâhlanmaktı.

Evet, Oyunlar Teorisi, sâdece ekonomide değil, pek çok alanda kullanılacaktı.

İkinci Dünya Savaşı, tarihte bilim adamlarının en çok doğrudan katkıda bulunduğu savaştı. Sâdece matematikçilerin ve fizikçilerin değil bütün bilim dallarının katkısı gerekti savaşı kazanmaya. Bilim savaşın sonucunu değiştirdiği gibi savaş da bilimin kaderini ve ilerlemesini değiştirip yönlendirdi. O yılların mantığını da iyi anlamak gerekir. Matematik her şeydir, her sorunun cevabıdır o yılların inancında. Yeterince iyi hesaplarsanız, her şeyi matematiksel olarak izah edebilirsiniz yâni. Oyunlar Teorisi’nin Nash tarafından 1950’lerin başlarında tamamlanmasıyla birlikte bu son inanç iyice yerleşti.

Oyunlar Teorisi, askeri konulardan sosyal bilimlere, ekonomiden biyolojiye kadar pek çok alanda uygulandı. Nash, teorisinin bir bölümünü yaz aylarında çalıştığı RAND şirketinde tamamladı. RAND, Amerikan ordusunun bilimsel araştırma ihtiyacını karşılamak üzere silâh üreticileri tarafından kurdurulmuş bir bilim şirketiydi. O yılların atmosferi, RAND’in hâlâ kendini koruyan gücü ve ilişkileri, Nash’in ve diğer matematikçilerin katkıları sadece bilim dünyasını değil, edebiyat ve sinemayı da etkiledi.

Nash Dengesi

Poker tarzı oyunlardaki kısır bir döngü gibi uzayıp giden fikir yürütme biçimini Nash bir döngü olmaktan çıkartıp bir kare gibi düşünmeyi önerdi. Nash’ın önerisi tam olarak şuydu: Bütün oyuncuların kendine göre en yüksek kazancı getirecek bir stratejisi var ama bu ‘dominant strateji’ oyundaki yegâne oyuncu o olmadığı için uygulanamaz, o yüzden de bir ‘denge’ durumuna râzı olunur. Şimdi okuyunca çok basit gözüktüğüne eminim ama bu, gerçekten büyük bir fikrî sıçramayı ifâde ediyordu ve bu sıçramayı bulan insan da bir dâhiydi.

Nash dengesi stratejisi bir oyuncunun karşısındaki oyuncunun oynayacağını düşündüğü stratejiye karşı kendisi açısından en iyi strateji. Nash dengesi stratejisi seçildiğinde de kimse o dengeden başka bir yere gitmek istemiyor. İşte Nash ağır matematik kullanarak, böyle bir dengenin çoğu şartlarda mevcut olduğunu ispat ederek, von Neumann’ın yaklaşımını genelleştirmiş, çözüm üretmiş ve denge kavramını yerleştirmişti. Böylece de oyun teorisinin bir sürü alanda kullanımının yolunu açmış ve Nobel’i hak etmişti. Bugün Nash dengesi ekonomi dışında biyoloji ve siyaset bilimi gibi son derece farklı alanlarda kullanılabilen önemli bir kavram.

Bir örnek

Nash dengesinin sâde mantığını bilinen bir örnek üstünde izleyelim. OPEC bir petrol fiyatı tesbit etmiş. O fiyatı tutturmak için gerekli üretim kotalarını da ülkelere dağıtmış. Arz, talep ve fiyat birbiri ile tutarlı varsayalım.

Şimdi petrol ihracatçısı ülkelerden birinin üretimini kota üstüne çıkartmaya karar verdiğini düşünelim. Diğerleri kotaya sâdık kalsın. Ne olur? Arz artacağından petrol fiyatı düşer.

Üretimini arttıran ülkenin petrol geliri yeni fiyatla düşüyorsa, piyasa Nash Dengesi’ndedir. Çünkü bu durumda dengeyi bozma üreticilerin işine gelmemektedir. Üretim mâliyeti fiyatın üstünde olmasına rağmen piyasada dengeyi bozucu davranış olmamaktadır.

Eğer üretimini artıran ülke yeni fiyattan daha fazla petrol geliri elde ediyorsa piyasa Nash Dengesi’nde değildir. Çünkü dengeden sapmadan kârlı çıkan üretici vardır. O fiyat ve üretim kotaları tutunamaz.

Kavramın uygulamada bir işe yarayıp yaramadığı tartışmalıdır. Ama iktisat teorisini eksik rekabetle ilgili mahcubiyetten kurtardığı kesindir. Ekonominin işine yaramasa da iktisatçılara ilâç gibi gelmiştir (Asaf Savaş Akat, Sabah Gazetesi, 28.03.2002 tarihli yazısı (http://www.sabah.com.tr/20020328/w/y02.html).

Modellerle Düşünmek (Özlem ÖZ, Radikal Gazetesi, 10.03.2002 tarihli yazısı (http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=967&tarih=10/03/2002&ek_tar)

Nash’in önemli katkılarıyla gelişen oyun teorisi, modellemeye dayalı bir teori olduğu için önce sosyal bilimlerde modellerle düşünme hakkında bir iki noktaya değinmekte yarar var. Akademik yaşamın bazı alanlarında, örneğin stratejik yönetim dalında, modellerle düşünmeye karşı bir aşk-nefret ilişkisi olduğu söylenebilir. Modelleme karşıtlarına göre dünya modellerle anlaşılamayacak kadar karmaşıktır.

Ancak, modelleme yanlıları tanım itibârıyla modelin gerçeğin basitleştirilmiş hâli olduğunu vurgular: Modelin, bâzı ayrıntıları devre dışı bırakması kaçınılmazdır. Modellerle düşündüğünüzde, en azından varsayımlarınızı ve sonuçlarınızın hangi sınırlar içerisinde geçerli olduğunu, esnekliğini bilirsiniz. Üstelik pek çok düşünce, açıkça ifâde edilmese de, içinde saklı bir model barındırır.

Bâzı araştırmacılara göre de, eğer gerçek karmaşıksa, yapılması gereken modelleri terk etmek değil, modelleri bu karmaşıklığı açıklayabilecek düzeye getirmektir. Modelleme karşıtları, bu kez ortaya çıkan karmaşık modellerin bize kazandırdığı ek bilgi düzeyinin göreceli faydasını sorgular. Örneğin, sayfalarca matematiksel modelleme içeren bir makalenin, ‘demek ki teknoloji önemlidir’ gibi bâriz bir sonuca varması bir ’keçiboynuzu’ hissiyatı yaratabilir bu yaklaşıma göre. Bu tartışmalar, akademik çevrelerde daha uzun yıllar devam etmeye aday görünüyor. Modellemeye dayalı olan oyun teorisi, diğer oyuncunun hareketlerini hesaba katma bağlamında satranç/strateji çağrışımları taşıyor. Hem rekabetçi, hem işbirliğine dayalı firma davranışlarını modelleyebilmesi kanaâtimce oyun teorisinin en önemli katkılarından biri.

Örneğin, stratejik yönetim dalı için konuşacak olursak, oyun teorisinin bu özelliği firma davranışlarını daha iyi anlamamızda mevcut diğer yöntemleri tamamlayıcı bir rol üstleniyor. Nash’in kendisine Nobel de getiren önemli katkısı ise işbirliğine dayalı olan ve olmayan oyunlar arasındaki farkı ortaya koyarak, işbirliğine dayalı olmayan oyunlarda dengeye nasıl varılacağı üzerine önemli yaklaşımlar geliştirmiş olması.

Oyun teorisinin özünü uluslararası işletme derslerinde kullandığımız çok bilinen bir örnekten hareketle açıklamak mümkün. Bu oyun, uçak üretim piyasasına hâkim iki şirketin, yâni Boeing ve Airbus şirketlerinin, yeni bir uçak piyasaya sürme kararlarının aslında diğer şirketin vereceği karara oldukça bağımlı olduğu gerçeğinden yola çıkar. Eğer yeni bir uçak tipini üretme kararını Airbus ilk verir ve Boeing üretmez ise, başarı durumunda Airbus önemli bir avantaj elde edecektir. Tam tersi bir senaryoda ise Boeing’in avantajı söz konusudur. Her ikisi de aynı uçak tipini üretir ise yeterince kâr edemeyecekler, her ikisi de üretmez ise göreceli durumları sabit kalacaktır. Bu örneği daha da ilginç kılan nokta, devletin müdahalesinin oyunun bütün kurallarını değiştirebileceği gerçeğidir. Örneğin, Avrupa Birliği’nin Airbus’a vereceği bir sübvansiyon, miktarın büyüklüğüne bağlı olarak, Boeing üretime girsin ya da girmesin, Airbus için üretime geçmeyi her durumda câzip kılabilir. Her ne kadar, araştırmacılar söz konusu sübvansiyonun miktarını belirlemenin zorluğu, bu örnekte ABD’nin de Boeing’e bir sübvansiyon vermesi durumunda ortaya çıkabilecek olası bir ticaret savaşı riski gibi tehlikelere işaret etseler de, bu durum devletin firmaların göreceli rekabet pozisyonlarını etkilemedeki rolünün çarpıcı bir örneği olarak literatürdeki yerini almıştır. Oyun teorisinin birbirleriyle iletişimleri bulunmayan iki tutsağın suçlarını itiraf etmeleri ya da etmemeleri durumunda ortaya çıkabilecek sonuçların modellendiği klasik örneğinden tutun da, 1962 Küba füze krizi uygulaması ve OPEC üretim kısıtlamalarının modellenmesine dek uzanan, yaşamın içinden pek çok ünlü uygulama örnekleri olduğunu da belirtelim.

Bu pek mühim mes’eleyi Hermeneütik mevzûuna bağlamam için birkaç sebep var:

1) Masonluktaki hudutsuzmuş gibi gözüken tefekkürün ancak bizim zihnimizle sınırlı olduğunu hatırlatmak.

2) Nash’in de bir paranoid şizofren olduğunu hatırlatmak!

FAYDALANILAN ve TAVSİYE EDİLEN BÂZI KAYNAKLAR

Sevgili Mekâncılar,

Sâdece dernek üyelerine mahsus olan kaynakları mecburen buraya koymadım

Albert Mackey (1996) The History of Freemasonry – The Legendery Origins. New York: Gramercy Books, 50-52.

Alexander Piatigorsky (1997) Free masonry, the Study of a Phenomenon. London: The Harvill Press, 23, 292.

Alexander Piatigorsky (2006) (tercüme eden Aslı Bengisu) Kim Korkar Masonlardan? Masonluk Hadisesi. İstanbul: Alkım Yayınevi, 80, 113, 138, 195, 207, 383.

Arthur Edward Waite (1970) A New Encyclopedcia of Freemasonry. With an introduction by Emmit McLoughlin – Combined Editions in One. New York: Wing Books, 349-364.

Cavit Sunar (2003) Bütün Eserleri 1. Tasavvuf Tarihi, 2. Basım. İstanbul: Anadolu Vakfı Yayınları 12, İrfan Dizisi: 1.

Cavit Sunar (2003) Bütün Eserleri 3. Tasavvuf Felsefesi veya Gerçek Felsefe, 2. Basım. İstanbul: Anadolu Vakfı Yayınları 14, İrfan Dizisi: 3.

Daniel Béresniak (2000) Symbols of Freemasonry. Photographs by Laziz Hamani. New York: Assouline Publishing.

L. L. Haywood (1980) More About Masonry. Richmond, Virginia: Macoy Publishing & Masonic Supply Co., Inc.

İbn Haldun (1984) Tasavvufun Mahiyeti, Şifâu’s-sail li-tezbîbi’l-mesâil ve Mukaddime’de tasavvuf ilmi. İstanbul: Dergâh Yayınları.

İsmail Fenni Ertuğrul (1991) Vahdet-i Vücûd ve İbn Arabi. İstanbul: İnsan Yayınları.

Murat Özgen Ayfer (2008) Ansiklopedik Mason Sözlüğü. İstanbul: Pentagram Yayınları, 381-385.

Robert Magoy (1989) A Dictionary of Freemasonry. New York: Gramergy Books.

Turgut Derinkök (derleyen) (2005) Tampliye Şövalyeleri, Ortadoğu’da Dini İnanışlar ve Düşünceler. İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağılım Ltd. Şti.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Hermes

http://www.freemasons-freemasonry.com/memory-freemasonry.html

http://tr.wikipedia.org/wiki/Muhyiddin_%C4%B0bn_Arabi

http://www.freemasons-freemasonry.com/Flumini1.html

http://dismythed.blogspot.com/2009/02/does-james-strongs-affiliation-matter.html

http://www.regle-abraham.com/anglais/edito-anglais.htm

http://dictionary.reference.com/browse/hermeneutics

http://plato.stanford.edu/entries/hermeneutics/

1. Modern Hermeneütikin Başlangıcı

Ana Kaynaklar:

  • Chladenius, Johann Martin. Einleitung zur richtigen Auslegung vernunftiger Reden und Schriften. Düsseldorf: Stern-Verlag Janssen, 1969.

  • Meier, Georg Friedrich. Versuch einer allgemeinen Auslegungskunst. Hamburg: Felix Meiner, 1996.

  • Vico, Giambattista. The New Science of Giambattista Vico. Trans. Thomas Goddard Bergin and Max Harold Fisch. Ithaca: Cornell University Press, 1984.

  • Vico, Giambattista. Scienza nuova. Milan: Biblioteca universale Rizzoli, 1977.

  • Spinoza, Benedictus de. Spinoza Opera. Ed. Konrad Blumenstock. Darmstadt: Wissenschaftliche Buchgesellschaft, 1967-.

  • Spinoza, Benedictus de. Theological-political Treatise, Gebhardt ed. Trans. Samuel Shirley. Indianapolis: Hackett Publishing House, 2001.

Tâli Kaynaklar:

  • Alexander, Werner. Hermeneutica Generalis: Zur Konzeption und Entwicklung der allgemeinen Verstehenslehre im 17. und 18. Jahrhundert. Stuttgart: M&P Verlag für Wissenschaft und Forschung, 1993.

  • Apel, Karl-Otto. Die Idee der Sprache in der Tradition des Humanismus von Dante bis Vico. Bonn: H. Bouvier, 1963.

  • Bruns, Gerald. Hermeneutics. Ancient and Modern. New Haven: Yale University Press, 1992.

  • Ebeling, Gerhard. “Die Anfange von Luthers Hermeneütik.” Zeitschrift für Theologie und Kirche, 48 (1951), 174-230.

  • Grondin, Jean. Sources of Hermeneutics. New York: State University of New York Press, 1995.

  • Ormiston, Gayle L. and Alan D. Schrift (eds.). The Hermeneutic Tradition. From Ast to Ricoeur. New York: State University of New York Press, 1990.

  • Wach, Joachim. Das Verstehen: Grundzge einer Geschichte der hermeneutischen Theorie im 19. Jahrhundert. 3 vols. Tübingen: J. C. B. Mohr, 1926-1933.

2. Romantik Katkılar

Ana Kaynaklar:

  • Schleiermacher, Friedrich. Kritische Gesamtausgabe. Berlin: Walter de Gruyter, 1984-.

  • Schleiermacher, Friedrich. Hermeneutics and Criticism. Ed. and trans. Andrew Bowie. Cambridge: Cambridge University Press, 1998.

  • Schleiermacher, Friedrich. Hermeneütik und Kritik. Ed. Manfred Frank. Frankfurt am Main: Suhrkamp, 1993.

  • Schleiermacher, Friedrich. Dialektik. Ed. Rudolf Odebrecht. Darmstadt: Wissenschaftliche Buchgesellschaft, 1988.

  • Schleiermacher, Friedrich. Hermeneutics. The Handwritten Manuscripts. Ed. Heinz Kimmerle. Trans. James Duke and Jack Forstman. Montana: Scholars Press, 1977.

  • Schleiermacher, Friedrich. Hermeneütik. Nach den Handschriften. Ed. Heinz Kimmerle. Heidelberg: Carl Winter, 1974.

Tâli Kaynaklar:

  • Berner, Christian. La philosophie de Schleiermacher. Paris: Les Éditions du Cerf, 1995.

  • Frank, Manfred. Das individuelle Allgemeine. Frankfurt am Main: Suhrkamp, 1977.

  • Rieger, Reinhold. Interpretation und Wissen. Zur philosophische Begründung der Hermeneütik bei Friedrich Schleiermacher und ihrem geschichtliche Hintergrund. Schleiermacher-Archiv, vol. 6. Eds. H. Fischer, H.-J. Birkner, G. Ebeling, and K.-V. Segle. Berlin: Walter de Gruyter, 1988.

  • Scholtz, Gunter. Ethik und Hermeneütik. Schleiermachers Grundlegung der Geisteswissenschaften. Frankfurt am Main: Suhrkamp, 1995.

  • Szondi, Peter. Einfhrung in die literarische Hermeneütik. Frankfurt am Main: Suhrkamp, 1975.

  • Virmond, Wolfgang. “Neue Textgrundlagen zu Schleiermachers früher Hermeneütik. Prolegomena zur kritischen Edition.” In Schleiermacher-Archiv, vol. 1. Berlin: Walter de Gruyter, 1985, 575-590.

3. Tarihî Sebebin Eleştirisi

Ana Kaynaklar:

  • Dilthey, Wilhelm. Gesammelte Schriften. Göttingen: Vanderhoeck & Ruprecht, 1961-2001.

  • Dilthey, Wilhelm. The Formation of the Historical World in the Human Sciences. Eds. Rudolf A. Makkreel and Frithjof Rodi. Princeton, New Jersey: Princeton University Press, 2002.

  • Dilthey, Wilhelm. Hermeneutics and the Study of History. Eds. Rudolf A. Makkreel and Frithjof Rodi. Princeton, New Jersey: Princeton University Press, 1996.

  • Dilthey, Wilhelm. Introduction to the Human Sciences. Eds. Rudolf A. Makkreel and Frithjof Rodi. Princeton, New Jersey: Princeton University Press, 1989.

  • Droysen, Johann Gustav. Historik. Stuttgart-Bad Cannstatt: Fromann-Holzboog, 1977.

  • Ranke, Leopold von. Sämtliche Werke. Leipzig: Duncker & Humblot, 1875-1900.

Tâli Kaynaklar:

  • Bollnow, Otto Friedrich. Dilthey. Eine Einführung in seine Philosophie. Berlin: Köhlammer, 1967.

  • Makkreel, Rudolf A. Dilthey. Philosopher of the Human Studies. Princeton: Princeton University Press, 1975.

  • Orth, Ernst Wolfgang (ed.). Dilthey und die Philosophie der Gegenwart. Freiburg: Karl Alber, 1985.

  • Rodi, Frithjof and Hans-Ulrich Lessing (eds.). Materialen zur Philosophie Wilhelm Diltheys. Frankfurt am Main: Suhrkamp, 1984.

4. Ontolojik Dönüş

Temel Kaynaklar:

  • Heidegger, Martin. Gesamtausgabe. Frankfurt am Main: Vittorio Klostermann, 1978-.

  • Heidegger, Martin. Being and Time. Trans. John Macquarrie and Edward Robinson. San Francisco: Harper, 1962.

Tâli Kaynaklar:

  • Pöggeler, Otto. Heidegger und die hermeneutische Philosophie. Freiburg: Alber, 1983.

  • Tugendhat, Ernst. “Heidegger’s Idea of Truth.” Trans. Christopher Macann in Macann, Christopher (ed.). Martin Heidegger. Critical Assessments. 4 vols. London: Routledge, 1992. Vol. 3, 227-239.

  • Kisiel, Theodore. The Genesis of Heidegger’s Being and Time. Berkeley: University of California Press, 1993.

5. Hermeneütik Hümanizm

Ana Kaynaklar:

  • Gadamer, Hans-Georg. Gesammelte Werke. Tübingen: J. B. C. Mohr, 1986-1995.

  • Gadamer, Hans-Georg. Truth and Method. Trans. Joel Weinsheimer and Donald G. Marshall. New York: Continuum, 1994.

  • Gadamer, Hans-Georg. Plato’s Dialectical Ethics. Trans. Robert M. Wallace. New Haven: Yale University Press, 1991.

  • Gadamer, Hans-Georg. The Relevance of the Beautiful and Other Essays. Ed. Robert Bernasconi. Trans. Nicholas Walker. Cambridge: Cambridge University Press, 1986.

  • Gadamer, Hans-Georg. Philosophical Hermeneutics. Trans. David E. Linge. Berkeley: University of California Press, 1976.

Tâli Kaynaklar:

  • Dostal, Robert J.(ed.). The Cambridge Companion to Gadamer. Cambridge: Cambridge University Press, 2002.

  • Grondin, Jean. Introduction to Philosophical Hermeneutics. New Haven: Yale University Press, 1994.

  • Grondin, Jean. Hermeneutische Wahrheit? Königstein: Forum Academicum, 1982.

  • Hahn, Lewis E. (ed.). The Philosophy of Hans-Georg Gadamer. The Library of Living Philosophers. Vol. XXIV. Chicago: Open Court, 1997.

  • Malpas, Jeff, Ulrich Arnswald, and Jens Kertscher (eds.). Gadamer’s Century: Essays in Honor of Hans-Georg Gadamer. Cambridge, MA: The MIT Press, 2002.

  • Wachterhauser, Brice R. Beyond Being. Evanston: Northwestern University Press, 1999.

  • Wachterhauser, Brice R. (ed.). Hermeneutics and Truth. Evanston: Northwestern University Press, 1994.

  • Wachterhauser, Brice R. (ed. ). Hermeneutics and Modern Philosophy. New York: State University of New York Press, 1986.

  • Weinsheimer, Joel C. Gadamer’s Hermeneutics. New Haven: Yale University Press, 1985.

6. Objektivite and Relativizm

Ana Kaynaklar:

  • Betti, Emilio. Teoria generale della interpretazione. 2. vols. Milan: Giuffrè,1955

  • Hirsch, Eric D. Validity in Interpretation. New Haven: Yale University Press, 1967

Tâli Kaynaklar:

  • Funke, Gerhard. “Problem und Theorie des Hermeneütik: Auslegen, Denken, Verstehen in Emilio Bettis Teoria generale della interpretazione.” Zeitschrift für philosophische Forschung 14 (1960), 161-181.

7. İdeolojinin Eleştirisi

Ana Kaynaklar:

  • Apel, Karl-Otto. “Regulative Ideas or Truth-Happening? An Attempt to Answer the Question of the Conditions of Possibility of Valid Understanding.” Trans. Ralf Sommermeier. Hahn, 67-94.

  • Apel, Karl-Otto and Jürgen Habermas (eds.). Hermeneütik und Ideologiekritik. Frankfurt am Main: Suhrkamp, 1971.

  • Habermas, Jürgen. “A Review of Truth and Method.” Trans. Fred R. Dallmayr and Thomas McCarthy. Ormiston and Schrift, 213-244.

  • Habermas, Jürgen. “The Hermeneutic Claim to Universality.” Trans. Joseph Bleicher. Ormiston and Schrift, 245-272.

  • Habermas, Jürgen. Zur Logik der Sozialwissenschaften. Frankfurt am Main: Suhrkamp, 1979.

  • Habermas, Jürgen. On the Logic of the Social Sciences. Trans. Shierry Weber Nicholsen and Jerry A. Stark. Cambridge: Polity Press, 1988.

Tâli Kaynaklar:

  • Bernstein, Richard. Beyond Objectivism and Relativism. Philadelphia: University of Pennsylvania Press, 1983.

  • Warnke, Georgia. Gadamer. Hermeneutics, Tradition, and Reason. Stanford: Stanford University Press, 1987.

8. Semiyotik ve Post-Strüktüralizm

Ana Kaynaklar:

  • Derrida, Jacques. Of Grammatology. Trans. Gayatri Chakravorty Spivak. Baltimore: John Hopkins University Press, 1974.

  • Derrida, Jacques. De la Grammatologie. Paris: Les Editions de Minuit, 1976.

  • Palmer, Richard and Diane Michelfelder (eds.). Dialogue and Deconstruction. New York: State University of New York Press, 1989.

  • Ricoeur, Paul. The Conflicts of Interpretation: Essays in Hermeneutics. Trans. Willis Domingo et al. Evanston: Northwestern University Press, 1974.

  • Ricoeur, Paul. Le conflit des interprétations; essays d’herméneutique. Paris: Éditions du Seuil, 1969.

  • Ricoeur, Paul. Du Texte à l’action: essays d’hermenéutique. 2 vols. Paris: Éditions du Seuil, 1986.

  • Ricoeur, Paul. Hermeneutics and the Human Sciences: Essays on Language, Action and Interpretation. Trans. John B. Thompson. Cambridge: Cambridge University Press, 1981.

Tâli Kaynaklar:

  • Caputo, John. Radical Hermeneutics: Repetition, Deconstruction, and the Hermeneutic Project. Bloomington: Indiana University Press, 1987.

  • Frank, Manfred. Das Sagbare und das Unsagbare: Studien zur neuesten französischen Hermeneütik und Texttheorie. Frankfurt: Suhrkamp, 1980.

9. Hermeneütik and Pragmatizm.

Ana Kaynaklar:

  • Davidson, Donald. Inquiries into Truth and Interpretation. 2nd edn. Oxford: Clarendon Press, 2001.

  • Davidson, Donald. Subjective, Intersubjective, Objective. Oxford: Clarendon Press, 2001.

  • McDowell, John. Mind and World. Cambridge, MA: Harvard University Press, 1994.

  • Rorty, Richard. Philosophy and the Mirror of Nature. Princeton: Princeton University Press, 1979.

  • Rorty, Richard. Consequences of Pragmatism. Minneapolis: University of Minnesota Press, 1982.

  • Rorty, Richard. Contingency, Irony and Solidarity. Cambridge: Cambridge University Press, 1989.

  • Rorty, Richard. Essays on Heidegger and Others. Cambridge: Cambridge University Press, 1991.

Tâli Kaynaklar:

  • Hollinger, Robert (ed.). Hermeneutics and Praxis. Notre Dame: University of Notre Dame Press, 1985.

  • Hoy, David. The Critical Circle: Literature, History, and Philosophical Hermeneutics. University of California Press, 1978.

  • Malpas, Jeff. Davidson and the Mirror of Meaning. Cambridge, Cambridge University Press, 1992.

  • Okrent, Mark. Heidegger’s Pragmatism: Understanding, Being, and the Critique of Metaphysics. Ithaca: Cornell University Press, 1988.

 

 
 

 

 

İstanbul - İstinye - 29.01.2011
Prof.Dr. M.Kerem Doksat
http://sufizmveinsan.com
doksat@superonline.com