Ebu Süfyan’ın Mekke’si
Bilal Atış
 
 

“Bugün Mekke’de Al-Makam kulesinde çok özel bir mülk için karar verme zamanı…”

Bu satırlarla başlayan bir ilan günlerce mütedeyyin insanların satın aldıkları gazetelerde neşredildi. Bu, Mekke’de inşa edilen kulelerin “Beytullah” manzaralı resmi ile süslenmiş bir ilândı. Her görüşte içimi acıtan, her defasında beni üzen bir ilândı. Tevhidin simgesi, mütevaziliği ve sadeliğin ihtişamıyla gönülleri fetheden Muhammedî Mekke yani Beytullah. Öte tarafta ise küçümseyen nazarlarla Beytullah’a tepeden bakan devasa gurur ve kibir anıtları kuleler vardı. Yani Ebu Süfyan’ın Mekke’si.

Beytullah  diye isimlendirdiğimiz Kâbe-i Şerif rivayetlere göre yeryüzünde hiçbir imar hareketi yok iken melekler tarafından inşa edilip  tavaf edildi. Geçen süre zarfında Allah’ın seçkin kulları olan peygamberler tarafından tekrar inşa ve imar edilerek bugüne değin tevhidin tek simgesi olarak geldi.

Hazreti Adem Cebrail as. yardımıyla ilk binayı inşa etti.Tufandan sonra baba oğul tevhit dinin devasa isimleri Hz. İbrahim ve Hz. İsmail bu kutsal mekanı Rabbin emrine binaen yeniden inşa ettiler. Hz. Nuh ile Hz. İbrahim arasındaki sürede bir beyt mevcut değilse de yeri belliydi ve Allah aşkıyla yanan yüreklerin ve karanlıktan bunalan erlerin sığınağı olmakta idi.

Hz. İbrahim oğluyla beraber Kâbe’yi yeniden inşa ettikten sonra Allah’ın emri üzerine tüm insanlığı bu kutsal mekânı haccetmeye çağırdı. O günden bu zamana değin insanlar cihanın dört bir yerinden bin bir meşakkate katlanarak, yüreklerinde Rablerinin çağrısına icabet etmenin sevinciyle Mekke’ye gelmekteler.

Hz. Muhammed sav. efendimizin elleriyle tamiratını yaptığı bu kutsal mabet zaman içerisinde değişik devletler zamanında tamiratlar gördü. Genişletilme çalışmaları yapıldı ve devrin mimari anlayışına göre zamanımıza kadar geldi.

Tarih sahnesinde yer alan devletler, saltanatlar bu kutsal beyte hizmeti bir onur bildiler ve şanına yakışan hizmetlerde bulundular. Bu topraklara sahip olan ecdadımız kendilerini her zaman Beytullah’ın hamisi değil hizmetçisi gördüler. Şimdiye değin de Mekke’de Kâbe’nin yüceliğini gölgeleyecek bir yapılanmaya rastlanmadı. Adem as.dan Muhammed sav. efendimize değin bu mübarek belde ve bu mübarek beyt kutsiyetiyle gönüllere taht kurdu, kurmaya da devam edecektir.

Bugün Hz. Muhammed’in sav. Mekke’sinde devasa binalarıyla Kâbe’ye tepeden bakan gafletin ve gururun anıtları, Ebu Süfyan’ın Mekke’si yükselmektedir. Bir Kuveyt firması Mekke’de, Kâbe’nin hemen yanında inşa edilen Zemzem Tower (isim kalmamış herhalde) konutlarını Anadolu’da muhafazakâr(!) insanlara pazarlamaya başladı. Devremülk usulüyle kullanım hakkı satılan bu daireler 10 bin dolardan başlayan fiyatlarla müşteri beklemektedir. Elle tutulacak, onaylanacak bir yer yok. Bütün hacıların gözleriyle gördüğü ve kınadığı bir gerçekten başlarsak, yüksek tepelerin arasında küçücük bir vadide bulunan Kâbe’nin etrafı muhtelif oteller ve Kraliyet sarayı gibi haddinden fazla yüksek binalarla çevrili durumdadır. Acı bir hatıra da bundan altı yedi sene evvel Kâbe’ye bakan tepelerden birinde Osmanlılar tarafından inşa ettirilen Ecyad Kalesi’nin yıkılmasına feveran eden muhafazakârların bugün Ebu Süfyan’ın Mekke’sinde devremülk hayalleri kurmasıdır.

Eskiden ev yaptırırken civardaki caminin kubbe yüksekliğini tecavüz etmemeye çalışan Osmanlı görgüsü Ebu Süfyan’ın Mekke’sinde buharlaşmaktadır. Kaldı ki, bir kudsî mekân düzenleme örneği olarak Kâbe civarındaki yapılaşma İslam mimarlığı ve medeniyeti namına yüz kızartacak derecede utanç verici bir rezâleti gözler önüne sermektedir.

Abdulmuttalib’in yetiminin kendilerine peygamber olarak gönderilmesini hazmedemeyen gurur ve kibir abideleri, Kureyş müşrikleri,  dün gerçekleştiremediklerini ne yazık ki, bugün gerçekleştirdiler. Hangi duygu ve düşüncenin eseridir bilemiyorum, Kâbe’ye tepeden bakan bu binalar Mekke’ye Ebu Süfyan’ın hatırasını geri getirmektedir. Bu ucubelerde oturmak için müslümanlar hatırı sayılır meblağlar ödemektedir.

Bu ucubeyi Türkiye’de pazarlamaya kalkışanlar daha işin başında, “böyle şey olmaz; Türk müslümanlar bu projeye fikren ve rûhen katiyen iştirak etmezler, satamayız” diye düşünmeliydiler. Oysa ki, kulelerdeki dairelerin kapanın elinde kalacağını pekâlâ tahmin edebilmekteyiz. Böyle muhafazakârdır bizim müslümanlarımız. Türkiye’de muhafazakârlaşmanın da ilmî, dinî ve medenî bir kıstası ne yazık ki yok. Modern tüketim kalıplarına uygulanan küçük makyaj değişiklikleri, eğitimsiz ve milli kültür mânâsında derinliksiz muhafazakâr-dindar kitleyi ikna için yeterli olmaktadır. Bu sebeple dindarlık, muhafazakârlık radikal ve bükülmez bir hareket değildir.

Gazze’de, Batı Şeria’da, Eritre’de, Sumatra’da, Cibuti’de, Diyarbakır’da insanlık onuruna yakışmayan hayatlar sürecek müslümanlar ve muhafazakârlarımız Beytullah’a metrelerce yüksekten nazar edecekler, ne kadar has müslüman olduklarının huzuruyla. Allah’a daha yakın olmak için 8250 dolar verecekler, Allah rızası için umreler yapacaklar, memleketlerinde milyonlar açlık sınırının altında yaşarken ve anlata anlata bitiremeyecekler metrelerce yüksekten Allah’ın evini seyretmenin hazzını(!)

Sırtına hasırların izi çıkan, karnına açlıktan taş bağlayan, inşaatlarda elleriyle kerpiç taşıyan, taş kıran, çiğ et yiyen bir kadının oğlu (sav) nun ümmetimi yoksa ebu Süfyan’ın misafirleri miyiz ya Rab!

 

 
 

Bilal Atış
İstanbul - 25.03.2009
http://sufizmveinsan.com

b.atis73@gmail.com