Dinin ve
İslamın Gerçek Anlamı
V. Korhan Koral
 

İslamın, gelmiş geçmiş tüm peygamberlerin özlerinde bulduğu doğal din olması, bu konudaki birçok ayet gibi, şu vereceğimiz bazı ayetlere de yansımıştır: “Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam’ı) seçti. O halde sadece müslümanlar olarak ölünüz (dedi).” (2/132),“İnkar edenler, inananlar için: “Eğer İslamiyet’te bir hayır olsaydı, onlar onu kabulde bizi geçemezlerdi” derler. Bununla doğru yola girmedikleri için de, “Bu, eski bir uydurmadır” diyeceklerdir.” (46/11), “’Ve sizin dininize uyanlardan başkasına inanıp güvenmeyin.’ De ki: ‘Şüphesiz doğru yol Allah’ın dosdoğru yoludur. Size verilenin bir benzeri birine (İslam peygamberine) veriliyor ya da Rabbinizin katında onlar (müslümanlar) size karşı deliller getiriyorlar, diye mi (bu telaşınız?) De ki: ‘Şüphesiz ‘lutuf ve ihsan (fazl)’ Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah (rahmeti) geniş olandır, bilendir.’” (3/73), “Gerçekten Tevrat’ı biz indirdik, onda yol gösterme ve nur vardır. İslam olmuş peygamberler, onunla yahudilere hüküm verirlerdi, kendilerini Rablerine vermiş zahidler ve alimler de “Allah’ın Kitabını korumakla görevlendirildiklerinden onunla (hüküm verirlerdi) ve onu gözetip kollarlardı. (Ey hakimler), insanlardan korkmayın, benden korkun ve benim ayetlerimi az bir paraya satmayın! Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte kafirler onlardır!” (5/44) Hz. İbrahim’de, oğulları da, Hz. Yakup’da İslam’dı. Yahudi peygamberler de, alim ve zahitler de,  Allah’ın indirdiği ve içinde yol gösterme ve nur olan Tevrat’la Yahudilere hüküm veren, İslam olmuş peygamberler ve alimlerdi. Müslümanlığın, İslam ortak paydasından dolayı diğer dinlerle olan benzerliği de, inanmayanlar tarafından bu eskilerin bir uydurmasıdır denerek dile getirilir. (3/73) Ayetinde de, ehli kitap alimlerinin, müslümanlıkla hıristiyanlık ve museviliğin benzerliğinden telaşa kapılmış oldukları belirtiliyor.

Öyleyse, A.F. Yüksel’in de dediği gibi, Allah indindeki dini kabul ve yaşam, kişinin kendi özü’ne yönelimi ile ilgili, esasta içsel, enfüsi bir meseledir. Bu durumda yeryüzünde gelmiş geçmiş ve gelecek insan sayısı kadar farklı din vardır. Ama bu dinler özde bir olan bir Din’den gelir. Sadece bakan bilince göre şekillenen ve içsellenen vahy vardır. (http://www.korhankoral.com/wordpress/?page_id=807)

Bu içselleşmiş vahyin mutlak Vahy’e paralelliği doğrultusunda kişinin özel dini gerçek anlamda Özsel Din olur. Sırf bu gerçekten dolayıdır ki laiklik özsel dinin olmazsa olmaz unsurudur. Dinsel anlamda laiklik, metafiziksel özü yaşama serbestliğidir. Eğer zannınıza ya da başkalarının zannına köle olup Allah’a ve vahyine kulluktan saparsanız, sizin dininiz size, benim dinim banadır. Hiçbir otorite, kişilerin özel dinini kendi özel dinlerine uydurma gücünde olmamalıdır. Laiklik de budur. Aksi hal, Özsel Din’e ve kulun Allah’a yönelimine yapılacak en büyük yanlışı doğurur. Peygamber’in bile Mutlak Doğruyu ileten idraği, özel dinleri ÖZSEL DİN’e zorla monte eden bir irade olmamış, kişisel seçimi özgür bırakarak, karşılığının hakça alınacak olmasını sağlamıştır.  

Bagavat Gitta’da “Her yerde su varken bir su kuyusunun ne yararı olursa, Yüce Olanı her yerde görebilen biri için de kutsal metinlerin o kadar yararı vardır. Zihnin yanılsama batağından kurtulunca geçmiş ve gelecek zamanların kutsal metinlerindeki düşüncelerin yarattığı çelişkilerin ötesine geçecek ve bunların hepsine kayıtsız kalacaksın. İşte o zaman zihnin tek bir şeye yoğunlaşmış olacak ve Yoga’nın yetkinliğine ulaşmış olacaksın.” denirken bu gerçek, özsel, doğal dinden bahsedilir. Zira Hua hu ching’de dendiği gibi, “Tao’nun gerçekleşmesini sağlayacak hiçbir yöntem yoktur/ Herhangi bir yöntemin yegane yöntem olduğunu düşünmek/ İkilik yaratmaktır ki,/ Bu latif hakikatin anlaşılmasını geciktirir” Bagavad Gita’da Tanrı, Bagavad Gitta’dan önce yazılmış kutsal metinler olan Vedalara atıfta bulunarak “Bütün Vedaların bildirdiği sadece benim ve Vedaları bilen de yazan da yine benim” der; ve kendisini bütün inançların üzerine koyar. Hazreti İsa da, Kudüslü hahamlara, şu mealdeki sözü söyler: “Musa’nın sözlerini sizler ölü hükümler gibi taşlara yazmışsınız, oysa onlar canlıdırlar ve sizden beklenen onları taşlara yazıp bırakmanız değil, kalplerinize yazmanızdır…” Eğer biz de Kur’an’ın ruhunu anlayabilirsek o zaman fakederiz ki, kadim dinlerden bu yana, Kur’an da anılan ya da anılmayan tüm dinler esasta aynı ruhu okumuş ve kitabın hükümlerini bildirmişleridir: “Deyin ki: Biz Allah’a iman ettiğimiz gibi, bize ne indirildiyse, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve evladına ne indirildi ise, Musa’ya, İsa’ya ne verildi ise ve enbiyaya Rableri tarafından ne verildiyse, hepsine iman ettik. Onların birini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz nefsimizi O’na teslim etmişiz”. (2/136) Şu ayetten de, Allah’ın türlü kavimlere türlü nebiler yolladığı anlaşılır: “Yoksa, “Bunu kendiliğinden uydurdu” mu diyorlar? Hayır! O, senden önce kendilerine bir uyarıcı verilmemiş olan bir kavim için, hidayete vesile olsun diye, Rabbinden Hak olarak indirilmiş bir kitaptır…” (32/3)  Ayette, “senden önce kendilerine bir uyarıcı verilmemiş olan bir kavim için” dendiğine göre, demek ki başka kavimlere başka uyarıcılar gönderilmiştir.

 

 
 
V. Korhan Koral
Samsun - 25.02.2009
http://www.korhankoral.com
korhan@korhankoral.com

korhankoral@gmail.com

http://sufizmveinsan.com