BU'dan HÛ'ya
Meryem Irmak
 

Âlemlerin aslının hayal olduğunu söyleyenler, çok yukarı mertebeden görüneni söylemişler. Ama onlar da önce alt mertebelerden geçmiş, bir dönem suya “bu" demiş, sonra “su” demiş ve daha sonra “Yâ Hu” demişlerdir... O zaman biz de önce bu, sonra su ve nasipte varsa Yâ Hu diyelim, inşallah...

İnsan suyu takliden “bu” der. Bu diye diye, doğrusunu yani suyu öğrenir, sonra onun da aslını bilir.

Âlemlere hayal meyal demeden önce “real” demenin, hayaldeki reali bulmadan realin hayal olduğunu anlamanın tam bir “hayal” olduğunu anlamak gerek. Bütün oluş tek, ama mertebe mertebedir. Harf, hece, kelime, cümle... Hepsi bir elif olsa da, bunları sanırım önce böyle bilmekte fayda var. Yani harfi harf, heceyi hece olarak tanıyıp, nasibimizde varsa aslında tek bir elif olduğunu idrak ederiz. Hecenin elif olduğunu idrak etmek nasibimizde yoksa bu defa elifi bulacağım derken heceyi de kaybetmiş oluruz. “Cemsiz fark şirk, farksız cem zındıklık, cem ile birlikte fark tevhiddir.” Hz. Ali (k.v).  Allah hepimizi sırat köprüsü de denen sıratı mustakime iletsin, köprüden ayırmasın ve sağ olarak köprüyü geçmek nasip etsin. Amin.

Tasavvufta “süt çocuğuna bulgur pilavı yedirilmez” denir. O nedenle “bu”, “su” “Yâ Hu” diye sırayı takip etmek en doğrusudur, kanaatimce.

                                               ***

Kur’an’ı Kerim’de Allah’ın “düşünün” dediği ayetleri düşünmek lazım. Ayeti düşünmek; söz dinleyip, ayetin düşünün dediklerini düşünmektir. Dikkat edilirse “düşünün” derken Rabbül Alemin çoklukla gözümüzün önündeki misalleri, yani misal alemini misal veriyor! Çünkü insan gördüğünü daha iyi tefekkür eder. Görmediği onun için soyuttur ve görülmeyenin, suretsiz olanın kavranması da tefekkür edilmesi de daha güçtür. Nitekim, okul hayatında insanların en çok sıkıntı çektiği ders matematiktir. Çünkü mesela karekökün bildiğimiz bir sureti yoktur. Surette gizlidir. O sebeple suretten sirete gitmek yani önce zahiri, baş gözümüzün gördüğünü düşünmek, zahiri birliği idrak etmek daha kolay ve sağlıklıdır.

Şimdi ben şöyle bir soru ile başlıyorum zahiren:

Deniyor ki her şey canlıdır. Taş, toprak, hava, su, atom... Var olup da canlı olmayan bir şey yok. Peki o halde “ölü beden” yani ceset veya leş, nasıl oluyor da cansız oluyor? Ölü beden canlı mıdır, cansız mıdır? Canlıysa ölen kim, cansızsa varlıkta taşlara, atomlara kadar hani cansız birşey yok idi? Ölünün atomları yok olmadığına göre ve o ölü bedeni mesela bir hayvan yediğinde o hayvana kan can olduğuna göre, nasıl oluyor da cansız oluyor “ölü beden”? Başka bir ifade ile eğer ölü beden cansız ise âlemde cansız şeyler var demektir. Ama yok imiş! Öyleyse ölüm cansızlaşma değildir. Ve öyleyse gelen kim, giden kim? Ne oluyor?

Yâ Hu!

Görüldüğü gibi gözümüzün önünde düşünecek çok şey var!

Esma boyutunda ele alırsak beden yani suret Allah’ın Zahir ismi ile zahir olmuştur. Bütün mülk de O’nundur. Allah’ın tüm esması sonsuz olduğuna göre Zahir’e ait olan beden zahirde kalıyor, kaybolmuyor, yok olmuyor. “Evet bizim, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter.” (Kıyame-4)  Ez-Zahir başka başka suretler zahir ediyor Zahir’den Zahir’e; yeni ve yeniden, fakat tekrardan değil. “Dün dün ile gitti cancağazım, yeni sözler söylemek lazım” Mevlana.

Dün dün ile gidiyor ama “Gün” bitmiyor. Hep bir yenisi geliyor....

Sanma anı kim tecellisinde tekrâr eyliye
Nevbenev her neş'eden eyler tecelli dâimâ - Hazret-i Gaybi Baba (K.S.)

Zahir’le zahir olan Zahir’de kalmaya mecbur. Allah’ın mülküne ortak yok ki! “Ez-Zahir” yok olmayacağına göre, dünya malı mı dünyada kalıyor, zahir olan Zahir’de mi kalıyor?

Âlem-i ulvî denen hep âlem-i süflidedir
Âlem-i süflî hakikat âlem-i a'le-l-ulâ - Hazret-i Gaybi Baba (K.S.)

"Geceyi gündüze sokarsın, gündüzü geceye sokarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin."  (Al-i İmran-27)

Tevhidi yani birliği kavramak, böylece O’nun birliğine gerçekten şahitler olabilmek için varlıktaki deveranı, herşeyin nasıl da birbirinin içinden geçtiğini gözümüzün önündekilerden başlayarak düşünmemiz lazım. “Allah sivrisinekten misal vermekten çekinmez”

Sahi, ölü bir sineğe ne olur? Onlar bu âlemin malı olduğuna göre, hayvanlar için ahiret hayatı olmadığına göre ve Allah boş ve batıl bir şey yaratmayacağına göre sineğin yaratılışındaki ve dahi Allah’ın sineği misal vermesindeki hikmet ne ola?

Yâ Hû,
Yâ Men Hû,
Lâ İlâhe İllâ Hû”

 

 

 
 
İstanbul - 13.05.2008
meryemirmak@gmail.com
http://sufizmveinsan.com