Bir Şans Daha Tanındı
Bilal Atış
 
 

Ali Ekber Usta, keskin mavi gözleriyle süzdü ve bir an için bile kıpırdamadı. Karşısındaki otuz dört yaşında iri sayılabilen bir yapıda fakat ham görünüşlü bir adamdı. Elleri bir hamın ki kadar zarif, yüzü rüzgâr ve güneşten yanmış, derisi ve ifadesi sertleşmiş işçi yüzü değildi. Üzerindeki mevsime göre ince montu eskimeye yüz tutmuş, ayakkabıları da emanet gibi duruyordu. Başı çıplak saçları dökülmeye başlamıştı.

Ekber Usta Nihat'ı iyice süzdükten sonra; " İnşaat işçisi olduğunu mu söylemek istiyorsun " diye sordu.

" Hayır, fakat ailemde çok ustabaşı, kalfa yetişmiştir. Ben de çocukluğumda köprü inşaatında çalıştım. Bana bir fırsat verin göreceksiniz kısa zamanda işimde herkesten fazla muvaffak olacağım. "

Borç içindeydim, karım ve çocuklarım açtı. Evimi ısıtmaya kömür bulamıyordum. Yazdıklarını satamayan bir yazardım. İşin fenası yorgun ve yaşlı bir at gibi yolun ortasında çökmüş mesleğimden de vazgeçmiştim. Kendi kendime " Artık yazmak yok, bundan böyle ekmek paramı ellerimle, alın terimle kazanacağım demiştim.

Ekber Usta " Peki Nihat, sana istediğin fırsatı veriyorum. Şurada bir yığın kalas var. Onları büyüklüklerine ve uzunluklarına göre ayır ve buraya el altına bir yere getir " dedi.

Sene 1972 idi. Soğuk bir şubat gecesi ayın dördüydü. Ülkede ekonomik olarak sıkıntılar varken bunun yanında da Kıbrıs’ta sürekli bir hareketlilik vardı. Güzel günler değildi. İstanbul'da büyük bir bina inşaatındaydım. Ekip ekip işçiler kalfalarla çalışıyorlardı. Kendimi askerde birliğe katıldığım ilk günkü gibi yalnız ve kimsesiz hissettim. Bu fırsatı iyi değerlendirmek ve ailemin geçimini temin edecek geliri sağlamak zorundaydım.

Bütün bu koşuşturmanın ortasında baş Kalfa Ali Ekber Usta duruyordu. 60'ına yakın, meşe kadar sağlam görünüşlü bir adamdı. Bareti soğuk rüzgâra karşı öne eğik, çenesi kısa bir beyaz sakalla çevriliydi.

Seçtiğim işte çalışan işçiler temel, köprü, soğuk demir ve buna benzer ağır işlerde çalışıyorlardı. Ayrıca işlerin daha zor, yerden hayli yüksekte veya birçoklarının cesaret edemeyeceği kadar tehlikeli olduğu yerlerde de tercihen onlar çalışıyorlardı. İskele işlerinde inşaatın en üst katlarında sürekli aynı ekip çalışıyordu.

Mesai bitince Ekber usta yanıma geldi. Keskin mavi gözleri beni süzdü. İşimden memnun olup olmadığını anlayamamıştım. " Ölmekten korkan bir adam gibi çalışıyorsun " dedi.

" Biraz öyle " dedim. Kalacak yerim olup olmadığını sordu. Başımı öne eğdim. Hiç düşünmemiştim. Beni yatakhaneye götürdü. Bir ranzaya yerleştirdi. Bir müddet burada idare etmemi söyledi. Elim para tutunca bir çaresini bulurdum elbet.

İkinci iş günü biraz daha rahattım. Elinden iş gelen işçi olmaktan çok uzaktım. Ne makara takımından halat ucu geçirebiliyor, ne iki kablo ucunu örerek birbirine ekleyebiliyordum. Ne de iskelenin üstünde gezinebiliyordum. Fakat tüm gücüyle çalıştığı zaman, insanın öğrenemeyeceği bir şey yoktur. Bende zamanla elimden her şeyin geleceğine inanıyordum.

Ekber Usta'da herhalde benim gibi düşünüyordu. Onu tek şaşırtan işleri oldukça ağır kavrayabilmemdi. Dilim dışarı çıkana kadar beni çalıştırıyordu. Yaptığım hatalara habire sayıp sövüyordu, şantiyede ki en pis işlere beni sürüyor, fakat buna rağmen en ufak incinmemde tedavimi kendi elleriyle yapıyordu. Meslek sırrı kabilinden hünerleri belletmek için saatlerce benimle uğraşıyor hiç usanmıyordu.

Cuma gecesi, inşaata yeni gelen bir kamyon çimentoyu istifledikten sonra ustalar evlerine çekildiler. Ekber usta giderken beni çağırdı, “meydana yığılan çimentolar sana emanet. Sen burada kalıyorsun, omlara göz kulak ol. Etrafta devam eden inşaatlar var gelip de yürütebilirler, dikkat et” diye tembihledi. Hava kararmıştı çimentoların yanından bir an ayrılamıyordum. Bir ara iyi giyimli bir adamla göz aşinalığım olan iki işçi geldiler. İleride devam eden inşaattan geldiklerini ve zemini bitirmek için 5 torba çimentoya ihtiyaçları olduğunu söylediler. Bu saatte bütün depolar kapalıydı ve benden istiyorlardı. Ben tekliflerini ret ettim.

İnşaatın yetkilisi olan iyi giyimli bey, “oğlum, bizi anlamalısın. Bu gece bitiremezsek buna bağlı olarak işimiz üç dört gün daha uzayacak. Ben sana her torba için beş kat fazla vereyim. Pazartesi de depolardan aldırtıp çimentonu yerine koydurayım. Liften anlayışlı ol.” dese de, bu malın bana emanet olduğunu ve veremeyeceğimi, biraz daha ısrar ederlerse polis çağırmak zorunda kalacağımı söyleyerek onları başımdan savdım.

Günün birinde gayeye ulaştığımı ufak hadiselerden anladım. En iyi ve en aksi ustabaşılardan biri olan Urfalı Sinan tezgâhta beraber çalışmak için beni seçti. Derken bir gece Ekber Usta elinde planlarla odama geldi. Şirket yeni bir iş üstlenmiş bunun sorumluluğunu da Ekber Usta'ya vermişti.

" Yarın şu planların işleme konması lazım. Fakat ne yalan söyleyeyim ben bunlardan bir şey anlamadım " dedi.

Ben plan okumasını biliyordum. Bildiklerim artık bundan ibaret de değildi. Şimdi göğe tırmanan daracık iskeleler üzerinde korkusuzca yürüyor, şeytanı bile bağlayabileceğim sıkı düğümler atabiliyordum. Tam manasıyla kalifiye bir işçi olmuştum.

Planları okurken yakındaki inşaatın ustabaşı ile sahibi olan bey selam vererek odaya girdiler. Ekber ustayla beni görünce ustamın elini sıkarak beni işaret etti, “ustacığım böyle dürüst adamları nereden buluyorsun Allah aşkına bize de bul” diye lakırdı edince ben de olan olayı anlatmak durumunda kaldım. Ekber usta neden o gün anlatmadığımı sorunca, gerek görmediğimi, sadece işimi yaptığımı söyledim. “İyi de oğlun beş katı para senin neredeyse bir haftada aldığından fazla” diyince, “usta, siz olayı anlardınız ve işime son verebilirdiniz. Ben sadece ailem için helal kazanç derdindeyim. Bak şimdi yanındayım ve hala kazanıyorum.” diye mukabelede bulundum.

***

Yazın başında mühim bir yapı işiyle meşguldük. Yerden 30 metre yüksekte çalışan bir işçi, kuşlara bile yukarıdan bakar. Yanında düşecek olursa hemen tutunabileceği bir sıra otomatik askı vardır. Böyle bir durumda bir anda manivelam kaydı ve beni boşluğa fırlattı.

Manivelanın ucu kaymış fakat kancası tahta desteğe takılmıştı. Aşağıya meyilli bir tahta kol, düşerken beni karnımdan yakaladı, bende iki büklüm vaziyette onun üstünde asılı kalmıştım. Nefesim kesilir bir halde sallanırken Ekber Ustanın kuvvetli elleri beni yakaladı geriye çekti, bir telle beni iskeleye bağladı. Yaşamam için bana bir şans daha tanınmıştı.

Orada bulunanlardan bazıları ustanın 9-10m. uçtuğunu bazıları ise yüksekliği atladığını söylüyorlardı. Gerçek beni görür görmez bir kangal telle normalde adım adım yürünen iskeleden koşarak geçtiği ve beni tam düşerken kolumdan yakaladığı idi.

Yaşama fırsatının tekrar kendisine verilmesi bir insan için yeterince büyük bir armağandır. Bu elim olaydan sonra bir gün Ekber Usta'nın yanına gittim ve işlerin bir hafta içinde biteceğini söyleyerek yeni şantiyede bana görev vermemesini istedim. Hayretle yüzüme baktı. Kıbrıs’ta insanların sıkıntıda olduğunu ve ay sonunda Kıbrıslı kardeşlerime yardım için gitmek istediğimi söyledim.

Gülümsedi; " Haklısın, orada işin bitince beni bul, bir merhaba demek ve bitmeyen kahramanlık hikâyeleri için " Sonra yüzü ciddileşti " Fakat benden iş isteme " diye ilave etti.

" Allah, Allah, hani ben senin yanında çalışan en iyi işçiydim " dedim. " Evet, pek kötü bir işçi sayılmazsın. Ancak gözlerin eskisi gibi parlıyor. Başın dik ve güvenle konuşuyorsun. Kıbrıs’tan döndükten sonra tekrar eski mesleğine, asıl yapman gereken işine dönersin " dedi.

" Fakat artık yazmaktan vazgeçtiğimi sana söylemiştim "

" Vazgeçemezsin, insan hayatta kaldığı sürece hiç bir şeyden yılıp vazgeçemez. "

Ekber Usta bunu iyi biliyordu. Bense ancak 30m.den düşme tehlikesi atlattıktan sonra bunu öğrendim. Bir insanın kolunu kıpırdattığı, adımını atabildiği müddetçe çabalamaya devam etmesi şarttır.

O zamandan beri bu dersi hiç unutmadım. Ekber Usta'nın nasihatleri hep hayatımı yönlendirdi. Ailemi geçindirmemde, hayatımı kazanmamda bana hep rehber oldu. Bir daha da kendisini göremedim. Eğer hala hayatta ise eskisi gibi hayata asıldığından eminim. Yaşadığı müddetçe insan mücadeleden yılmamalı.

 

 
 

Bilal Atış
İstanbul - 16.02.2010
b.atis73@gmail.com
http://sufizmveinsan.com