Alevi Sünni İnanç Ayrımının Geçersizliği
Nazım Akpınar
 

Ülkemizde uzun yıllardır dış mihraklar tarafından maksatlı olarak körüklenen alevi-sünni inanç ayrımının geçersizliğini,karşılaştırmalı örneklemelerle izah etmek ihtiyacı hissettim.Zira bu meselenin açığa kavuşması,birlik ve beraberliğimiz için hayati öneme haizdir.Büyük Atatürk’ün eşsiz mirası olan Türkiye’mizin üniter yapısını koruma noktasında bu tür ayrımların sona erdirilmesi elzemdir.Gerek bu tarz ayrımlara gidilmesi,gerkse mezhep ayrılıklarına zemin hazırlıkları,toplumsal iç çatışmanın oluşturulmasına yönelik planların başındadır.

Öncelikle alevi inancının temeline değinmek istiyorum.Özellikle Anadolu aleviliğinin kaynaklarına inilerek irdelenmesi durumunda sünni inançla olan paralelliği hemen farkedilebilecektir.Burada hemen şu noktayı hatırlatmamız gerekir ki sünni inançtan kastımız,şekle ve taklide dayalı geleneksel anlayış olmayıp,Allah Resulünün açıklamaları doğrultusunda şekillenen ve kaynağını Hazreti İbrahim’den alan Hanif inanç öğretisidir.Allah’ın sünneti olan evrensel sistem ve düzenin açıklanması ve yaşam sistemine dair bilgilerin açılması işlevidir.

Anadolumuz,kadim bilgelik öğretilerinin zuhur merkezi olması hasebiyle çok zengin bir kültür ve inanç zenginliğine sahiptir.Batıni,Hurufi,Sufi vb. öğretileri hep bu merkezden yayılmıştır.Kadim Atlantis ve Mu uygarlıklarının irfan öğretilerinden başlayıp günümüze kadar uzanan bu zincir aslında tek bir öğretinin farklı görünümleri ve yansımalarıdır.Özellikle varlığın tekliği,ölüm ötesi yaşam ve boyutları gerçeği,antik Mısır’dan Hititlere ve Sümerlere kadar bir çok medeniyetin temel inanç esasları olarak yerini almıştır ve bu kadim öğretiler,Musevi,İsevi ve Muhammedi inanç öğretilerinin de esin kaynağı olmuştur.Adem Nebiden bu yana her dönemde vahiy mekanizmasına bağlı olarak işlevini sürdüren bu inanç sistemi,günümüzde de evrensel sistem ve düzenin,modern bilimsel veriler eşliğinde açıklanmasıyla zirve düzeye ulaşmış durumdadır.Zira,geçmişte sembol ve mecazlarla açıklanmaya çalışılan yaşam sistemine ait gerçekler, artık günümüzde teknolojik ve bilimsel keşif ve gelişmelerle çok daha belirginleşmiş ve anlaşılır duruma gelmiştir.

Alevi inancı temelde insanı merkez almaktadır.Bütün evrensel boyutlar insanda mevcuttur ve insan da evrensel boyutlara şâmildir.Kur’an ve insan ikiz kardeştir.Kur’anda belirtilen tüm mertebeler insanda cem olmuştur.Bu gerçeği,başta Hacı Bektaş Veli olmak üzere hakikat ehli zevat ta dillendirmiştir.Alevi ozanlar ve aşıklar da bu gerçeği şiirlerinde ve deyişlerinde işlemişlerdir.Pir Sultan Abdal’dan Kaygusuz Abdal’a,Nesimi’den Kul Himmet’e ve Harabi’ye kadar pek çokları, insan ve evren bütünselliğine sürekli vurgu yapmışlardır.Yaratıcı yüceliği,varlığın özünde ve merkezinde olarak betimleyerek varlığın teklğini terennüm etmişlerdir.Dolayısıyla inanç temelleri açısından sünni ve alevi inancı arasında bir tezatlık söz konusu olamaz.Zira sünni inancın temeli olan hanif anlayış da aynı gerçeği barındırır.Yaratan ve yaratılan ayrımına gidilmeden yaratıcı cevher ve gücün insanın özğnde oluşu beyan edilir.İnsan Hakkın tecelligahıdır.İlahi isimlerin ve özelliklerin bir dışa vurumudur.Bu gerçek,bizzat Hazreti İbrahim’in ağzından açıklanmıştır.Vechimizin(mânâ kişiliğimizin) hanif olarak(tanrı kavramından arınmış olarak) göklerin ve yerin Fatırı(programlayıcısı ve düzenleyicisi) olan Allah’a teveccühde bulunması önerilir.Dolayısıyla her iki öğreti de Kur’anı referans almaktadır ve insanın kendi hakikatini bilme ve tanıma(irfan) sürecini dile getirmektedir diyebilmekteyiz.

Alevi semahları olarak bildiğimiz dairesel dönüş hareketleri aslında mikro alem olan atom zerrelerinden makro alem olan galaksilerin dönüşüne kadar geniş skaladaki evrensel bütünlüğün dile gelişi ve ifadesidir.Bu devri daim olan hareket aynı zamanda zikirdir.Bütün kainat,vecd ile dönmekte ve semah etmektedir.Semahın benzer bir versiyonu da Mevlevilikteki semâdır.Semâdaki her bir duruşun ve hareketin bir anlamı vardır.Alevi semahında çokluğun tekliğe dönüşümü(cem) söz konusuyken Mevlevi semâında ise merkez nokta olan ahadiyetten dış evrenler olan alemlere doğru(teklikten çokluğa) bir açılım ve intişar zuhur etmektedir.Haktan alıp Halka verme prensibinin temeli de bu gerçeğe dayanır.

Her iki anlayışda da insanın öz boyutundan inzal yollu olarak açığa çıkan ve dillendirilen gerçekler farklı isimlendirilmiştir.Esin,ilham doğuş,deyiş,vahiy,vizyon,keşif,şuhut, rüyet gibi kavramlar,hakikatin dile geliş biçimlerini ifade etmektedir.

Alevilik gerçekte İslamiyetin öz değerlerini ve ulviyete bağlılığı ifade eder diyebiliriz.Ulviyete bağlı olan insan da elbette ki ulvidir.Bu gerçeğe bir çok ayette işaret edilmiştir.Muhammedi olan insanın ulviliği de özünün Hakkın zatına ve özelliklerine ayna oluşudur.Alevilik inancındaki cem sırrıyla İslam tasavvufundaki cem mertebesi de paralellik arzetmektedir.Cem mertebesi, tüm ilahi özelliklerin bir mahalde toplanması ve bir araya gelmesidir.Bunu aşure geleneğindeki aşure yemeğine benzetebiliriz.Aşureye katılan tüm meyve ve sebzeler farklı özelliktedir ve bir araya gelerek yeni bir lezzet oluşturur.Burada dikkat edilmesi gereken nokta,değişik özellikteki tatların bir araya gelirken kendi özellik ve niteliğini yitirmemesidir.Dolayısıyla asıl sohbet meclisi,farklı müşahede ve inançtaki insanların bir araya gelerek cem olması ve böylece cem sırrının tahakkuk ederek yepyeni ruhani lezzetlerin yaşanabilmesidir.Tek bir öğretide sabitlenerek yapılan sohbetin tadı da tuzu da olmaz ve özünde cem sırrı olmadığı için de muhabbet oluşmaz.İnsanın manevi huzura ve hazza erişebilmesi,özgür bir varlık olduğunu farketmesiyle başlar.Boyun eğmenin olduğu yerde ise özgür düşünceden ve kemalattan söz edilemez.Hak ile ünsiyetin yerini hiçbir şey dolduramaz.Bir insanı gerek fiziki yapısıyla gerekse ruhani ve şuursal mertebeleriyle değerlendirdiğimizde bile kendisinde bir çok fiziksel ve ruhsal özelliklerin bir terkip olarak yer aldığını ve cem olduğunu görürüz.Esma bileşimi olarak varolduğu için de farklı özelliklere ve güzelliklere sahiptir.Bu zenginliğinden dolayı bir insanı tek bir inanç ve yaşam modelinde sabitlemek, ona yapılabilecek en büyük zulümdür.İnsan ancak değişik özellikteki bilgileri kendinde cem ederek ve irfan süzgecinden geçirerek kemale erebilecektir.İnsandaki bu zengin potansiyel,kevnü mekana sığmayan aşkınlığından ileri gelmektedir.Her insan,başlı başına bir değerdir,güzelliktir ve cevherdir.Ancak farklı özellik ve değerdeki mücevherlerin bir araya gelmesiyle ihtişam bütün haşmetiyle ortaya çıkacaktır.İşte bu misalde olduğu gibi Anadolumuz da farklı kültürlerin ve inançların bir araya geldiği bir kavşak noktasıdır.Bu yönüyle de tüm dünyaya ve evrenlere değişik renk ve frekanslarda ışık saçabilecek bir mücevher sandığı değerindedir.Bu yönüyle ülkemizi,inançların ve kültürlerin hem odağı hem de yansıtıcısı olarak niteliyoruz.Bu zenginliğimizle de tüm dünya insanlığının bir bakıma tek umuduyuz ve belleği durumundayız.Bu gün Hazreti Mevlana’yı ve Yunus’u dünya insanlarının dilinde ve gönlünde dolaştıran ve buluşturan,Anadolu’nun cazibe merkezi oluşu ve irfan güneşini bütün haşmetiyle yansıtmasıdır. Tüm irfan öğretilerinin odağı olan Hanif inanç sisteminin babası Hazreti İbrahim de bu topraklarda zuhur etmiştir.

Ünlü filozof Descartes gibi bir çoklarının ifade ettiği üzere varlığının ve varoluşunun bilincinde olan yegane varlık türü insandır ve Hak olan da O dur.İnsan Hakta Hak ta insandadır denilmesi,bu gerçeğe işaret içindir.İşte bu özündeki Hak ile ünsiyet kuran varlık tezahürüne insan demekteyiz.Artık bu aşamadan sonra alevi sünni diye bir şey kalır mı Allah aşkına???

Her iki öğreti de bu temel gerçeği dillendirmiyor mu benim güzel kardeşlerim???

Alevi sözcüğü semantik olarak alevle ünsiyet eden,ateşe dönüşen anlamına geliyor.Alev,hakikate talip olan insanın ruhsal arınmasını sembolize etmektedir.Hanif inancı sistematize eden Hazreti İbrahim’in de ateşle imtihanı bu hikmete dayanır.Keza Musa’ya da ateşten ilahi hitap gelmiştir.Hakikat ilmini yaşamına geçiren insanın yanarak olgunlaşması kaçınılmazdır.Bu gerçekle paralel olarak aleviler için kullanılan kızılbaş tabiri de oldukça manidardır.Zira,insan manevi açıdan arındıkça ve Hakla ünsiyet ettikçe kendindeki manevi enerji potansiyeli(kundalini) yükselmekte ve yoğunlaşmaktadır.Bunun neticesinde de kuyruk sokumundaki enerji merkezinden açığa çıkan ateş yılanı(Musa’nın Ejderi) yukarı doğru yükselerek baş bölgesindeki enerji merkezine kadar ulaşıp açığa çıkmaktadır.İnsan adeta kızıl renkte enerji saçan bir radyasyon evine dönüşmektedir.Şimdi anladınız mı kızılbaş tabirinin  kızıl külahla ya da kırmızı başlıkla falan bir alakası olmadığını!!!

Gül aşkın bir sembolüdür ve rengi de kırmızıdır.Aşk ateşiyle yanan aşıklar da kızar, kızarır ve kızışır.Yanacaksak ta hep birlikte aşk için yanalım can kardeşlerim ve dostlarım.Aşkın ve sevdanın nârına ve nuruna boyanalım…

 

 

 
 
Samsun - 13. 10.  2009
ahad103@hotmail.  com
http://sufizmveinsan.  com