Özsel boyutlar:
Semalar kavramı-2
V. Korhan Koral
 

Sema katmanlarının, yani evrene bakacağımız algı sınırını gösteren gözlüklerin sayısı pek çoktur. Hangi seviyeden bakarsanız o seviye evrensel ölçekte bir algısal ağı oluşturur ve evren, o gözlükten görüldüğü haliyle bilinir. Bu nedenle Kur’an’da da, yer, şu normal halimizle algıladığımız evrensel katmanı simgelemek üzere tekil, semalar ya da gökler ise, çoğul olarak kullanılmıştır. İşte gelecek makalelerimizde işleyeceğimiz cennet, cehennem, ahiret hayatı ile dünya hayatı arasındaki ilişki, yukarıdaki göklerle yeryüzü arasındaki bir ilişki olarak değil, maddi evrenle bu maddi evrenin unsurları ya da oluşturucuları olan maddesel parçacıkların ve/veya enerjisel frekansların latif özsel katmanları arasındaki ilişkiler açısından ele alınacaktır. Benzer şekilde Adem’in cennetten dünyaya kovuluşu da, ayetlerle dünyada yaratıldığı aşikar olan Adem’in gökyüzünden dünyaya düşmesi değil, maddi alemin latif tabakalarını algılayan bir bilinçlilik halinden, maddi alemleri algılayan bir bilinçlilik haline blokelenmesiyle izah edilecektir.

Burada hemen belirtelim ki, Kur’an’da Arş ile simgelenen, Allah’ın, bize göre olan, Hiçlik makamıdır. Öyle ki o makama kadar yedi kat gökyüzü vardır. Yani algısal açılımlarımıza bağlı çok sayıda sema katmanları… Ama artık hiçbir varlığın algılamasının mümkün olmadığı derinliğe ulaşıldığında, o deruni öz, Arş ile yani Hu’nun* mekânıyla, Hiçlik boyutuyla simgelenir ki, gerçekte de her an ve mekânda olan Gerçek, Mutlak, Tek varlık hep O’dur. Meşhur Miraç hadisinde Cebrail’in çıkamadığı, çıkarsa yanıp yok olacağı makam, işte bu Hiçlik makamıdır. O makamda hiçbir benliğin izafi de olsa mevcudiyeti söz konusu olamayacağı için bu durum yanmayla simgelenmiştir. Peygamberimiz ise Meleklerin çıkamadığı o makama ulaştığında, Allah’ı yine mutlak Varlık, Hu ya da hiçlik olarak değil, ancak kendi bilincinde, bir insan şeklinde suret almış haliyle görebilmiştir. Zira mutlak anlamda o makama ulaşmak, izafi bilincin yok olması, varlığın asıl öze dönmesi, Hu’ya karışması demektir. O nedenle keşif ehli de, bilebildiğimiz kadarıyla, O makamda (hatta tüm makamlarda) sürekli kalamaz, sadece o makamı bizim ölçülerimizle anlık, ancak Hu’da an-ı daimi tadarak müşahede edebilirler. Kesintiye uğrayan bilinçleri, tekrar izafi benliklerini oluşturduğunda, bu tecrübe ancak An’da idrak edilmiş güçlü bir his olarak kalır. Zira izafi benlikte An, An-ı daim değil, ancak An-ı daimi kendine göre tatma halidir. An-ı daim sadece ve sadece Hu’ya mahsustur.

 

 

 
 
İstanbul - 22.07.2008
korhan@korhankoral.com

http://sufizmveinsan.com