Kısa Kısa...
Meryem Irmak
 

"OL" mayan Bilmez!
 

Annem derdi ki çocukken: “Büyü de, hele çocuğun olsun, anne OL da o zaman göreyim seni. Evladı olmayan, anne olmayan anneliğin ne olduğunu bilmez!”

Olmakla bilmek!

Annem diyor ki: “OLmadan bilinmez...”

Anne olmadan annelik bilinmezmiş! Ya başka şeyler “OL”madan bilinebilir mi? Yalnız çoluk çocuk için mi, annelik için mi geçerli “olmak” ve OLarak bilmek? Yoksa zaten hepimiz bir OL’un karşılığı ve OLduğumuz kadarını bilenler miyiz?

Anne olmadan annelik bilinmez ise, çocuk olmadan da çocukluk bilinemez... Çiçek olmadan çiçeklik, kuş olmadan kuşluk, böcek olmadan böceklik.... Örnekleri çoğaltmak mümkün... Cümle varlık diyelim, sözün kısası...

Ateş de düştüğü yeri yakıyor! Ne enteresan! Düşmediği yeri yakmıyor ateş. Ateş sende olunca, sen ateş olunca, “birlik” olunca biliniyor ateş, haliyle... Başka türlü bilinmiyor, kaliyle... Yakmıyor ateş kelimesi, yakan ancak ateşin kendisi...

 

Resim mi Asıl mı?

 

Tasavvuf kitaplarında hep çeşmeyi tasvir etmişler çeşmeyi bilenler, kalkıp gidenler, gidip de bulanlar, bulup da su içenler, hiç değilse suyun şırıltısını duyanlar… Kitaptaki resim ne kadar hakikâtine uygun çizilmiş olursa olsun, neticede resimdir. Çeşmenin tasvirinden mürekkep akar. Çeşmeden akan ise sudur…. “Hayat amelidir” demek, suyu bulup içmeli demek... Yoksa ya resme bakar bakar yutkunuruz, yahut da mürekkep yalar su içtiğimizi ZANnederiz.

Resimle “hakikât ilmi” olur mu, Ya Hu? Adı üstünde hakikât... Zaten alemler hayal imiş. Hayalin resmi ile aslı bulan olmuş mu?

Kitap okumanın faydası “mürekkep lekesi” de dahil her türlü kiri ancak suyun temizlediğinden haberdar olmaktır. Susuz temizlik olmaz! Ha, “biz kuru temizleme yapıyoruz” diyenlere selam olsun !!! Yine de bilelim ki, hayatın ameli olması sebebiyle hakikât ilminin kurusu yoktur, sulusu vardır. Balçık susuz kalırsa, mazallah taş kesilir!

Çeşmeyi misal verdiğim için böyle ifade ettim meramımı…

Demem o ki:

“OLmak ya da OLmamak. Bütün mesele bu…” William Shakespeare

Fenafilkitap…

Hakikât yolcusunun gayesi FENAdır. Bu eğer okumakla olsaydı “Fenafilkitap” diye bir mertebeden bahsederdi Ehlullah… Ben kendi payıma hiç böyle bir şeye rastlamadım…Tersine Hz. Şems gibi kitap attıran mürşidler okuduk kitaplarda

Bütün bunlardan çıkan sonuç:

Ben kitap düşmanı mıyım?

Estağfirullah…

Sümme hâşâ!

Bilginin ilmel yakin nakli elbetteki bir hizmettir. Okuyandan da yazandan da Allah razı olsun. Fakat ilmel yakini Hakkel yakin zannetmek, hatta bunu böyle sunmak veya sunulmasına razı olmak doğru değil. Kavramakla yaşamak, anlamakla olmak, haberli olmakla bizatihi olmak arasındaki farkı göz ardı edemeyiz. Okuyup kavramak, ermek demek OLmuyor. Okumakta “olmak” yok; bilmek var.  Kitap okuyarak öğrenmek / bilmek, daima üç türlü bilişin ilki, ilmel yakin mertebesidir. Bu biliş mertebesi ise dört kapıdan vahdet hayatının/Hakkel yakin bilişin yaşandığı hakikât veya marifet kapısına değil, ancak giriş katının kapısı olan şeriat kapısına tekabül eder. Okuduğumuz metinlerin konu itibariyle tasavvuf olması, bizim “biliş mertebesi” itibariyle de tasavvuf mertebesinde; yani ikinci kapı olan “tarikat” kapısında olduğumuz anlamına gelmez… Daha ikinci kapıyı bulmadan, nerede kaldı ki hakikât kapısında olalım, hakikâtten bahsedelim, elimizde kitapla!

“Neden olmaz kitapla?” derseniz…

 

Kitabın ateşi yok!

 

Ondan!

Yemek kitabından sadece tarif okumakla yemek pişirmiş olmayız, değil mi? Ey arifler! Lafla ne tencere dolar, ne karnımız doyar… Laf salatasını pişirmeye de gerek yoktur. ÇİĞ yenir! Ama ana yemek,  hakiki yemek pişmiştir….Nasıl pişmiştir?

Ateşle…

İşte, kitabın ateşi yok! O yüzden pişirmiyor…

At kitabı ateşe kitap pişsin, yansın küll olsun, fenaya ersin…

Kim girerse ateşe, o pişer…

Çünkü pişirmeye çalıştığımız yemek, biziz, kendimiz! Yemek kitabındaki tarif de bizi anlatıyor.

Hamdım, piştim, yandım … Vesselam!

                                                         ***

Ölü müsünüz, diri misiniz?

 

Çağımız test çağı... On soruda kendinizi tanıyorsunuz! Ne kadar iyi arkadaşsınız, eşiniz sizi aldatıyor mu, iş yerinde nasıl tanınıyorsunuz, kırmızı size yakışıyor mu? vs...

Benim de bir nefs testim var. Merak etmeyin çok basit; hepsi iki soru, toplam on saniye,!

1)   Övülmekten hoşlanıyor musunuz?

2)   İnsanların tepkilerinden çekiniyor, insanlardan korkuyor musunuz?

Cevabınız “evet”se nefsiniz diridir. Nefsi diri olan ise hakikâtte ölüdür.

Övülmekten hoşlanan bilmeli ki “Hamd, alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” (1/2) İnsanın kendine ait hiçbir şeyi yokken, “kendim” dediği şey bir “yaratı” iken, bu yaratı’nın sahibi Yaradan iken ne diye övünür ve övülmekten hoşlanır, “kendi”ni kendi yaratmış gibi? “O, sizi rahimlerde, dilediği gibi şekillendirendir. Ondan başka ilâh yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (3/6)

İnsanlardan korkan/çekinen bilmeli ki “Mülk O'nun, hamd O'nun ve O her şeye kadirdir.” (64/1). “O'nun bilgisi ve izni olmaksızın, ne bir meyve tomurcuğundan çıkabilir, ne her hangi bir dişi gebe kalabilir, ne gebe olan biri yavrusunu doğurabilir.”(41/47) Bilmeli ki Allah’dan başkasından sadece cahiller korkar ve çekinir. “Onların kalplerinde sizin korkunuz Allah’ın korkusundan daha fazladır. Böyledir, çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.” (59/13)

Görüldüğü gibi bizi test eden aslında Kur’an-ı Azimüşşan’dır. Yüzümüzü Kur’an aynasına tuttuk mu ne olduğumuzu görürüz!

Ölü müyüz, diri miyiz?

Ve ölüler işitmediği için;

Selam olsun Dirilere!

 

 

 

 
 
İstanbul - 24.06.2008
meryemirmak@gmail.com
http://sufizmveinsan.com