Kitabına Uydurmak

Nihat Karaoğlu
 

Bilimi kitaba uydurma, kitabı bilime uydurma denemelerine her asırda rastlamak mümkün. Newton gibi bir bilimadamının bile 7 ulu rakamını elde etmek için 7. renk indigo’yu uydurması, ya da Einstein’in evrensel genişlemeyi durdurmak için hesaplarına ekleyiverdiği “evrensel sabiti” bunlara örnek. Belki iyi niyetli ve saf, bizim toplumumuzda da bu yönde sürekli bir uğraş var; Kitabı bilime bilimi kitaba uydurmak. Ben bu tür denemeleri gülünç ve de gereksiz buluyorum (hatta tehlikleli). Fakat hoş bir hobi…

İşin özü şu ki, bilim değişen bir kavram oldukça da çok yanılan bir kurum. Bunun çok acımasız örneklerine birbiri ardına şahit olmadık mı son 100 yılda!? Klasik fizik evrensel demiyor muyduk? Önce atom fiziği dedik, şimdi quantum fiziğine geçtik.

Bilimde herşey bir teoriden ibaret. Teoriler ise aksiyomlar yani varlığı sorgulanamayan, doğruluğu kanıtlanamayan kabullenmeler üzerine kurulmuştur. Bilimin altındaki aksiyomlardan bir tanesini çekerseniz bütün bilim kağıttan bir kule gibi çöker aşağıya

Bilim kendisi ile çelişir. Asrın en büyük matematikçisi ve filozofu Godel'in "eksiklik teoremine" göre; eğer bilim tutarlı ise eksiksiz yahut tam değildir. Godel'in ispatına göre bilim kendi doğruluğunu kanıtlayamaz. Hal böyle ise kitabı bilime, bilimi kitaba uydurmak oldukça tehlikeli bir ugras. Farzedin yarın birşey değişti, kitap da mı değişecek!?

Hayır! Olan şu; bu tip isnat ve iddialarda bulunan sözde alimler hemen fikirlerini yeni bulgulara göre ustaca revize ediyorlar.  Pişkinlikle “biz size bunu böyle açıklayamazdık, o zaman hazır değildiniz, asıl mutlak gerçek budur” diyorlar yahut eskisinden daha büyük gürültü çıkarıp, eski söylemlerini unutturuyorlar.

Fikrimce bu dünyaya ait mevcut somut bilgiyi (bilimi), bizim için kavraması daha zor olan soyut bilgiyi (ilimi) anlamada bir araç olarak kullanmamız, bunu kitaba uydurmaya yahut birbirine denk düşürmeye çalışmaktan çok daha faydalı olacaktir. Bilim tek aracmidir? Soyut bilgiyi elde etmenin tek yolu akıl, mantık yahut bilim değildir. İç görü, ilham veya ihsan soyut bilgiye ulaşmak için yeterli de olabilir, meraklısına. Öbür türlü meraklısına ve kendime benim nacizane öğüdüm; çabalama, dur beynini ac, istediğin gelecek.

Ol emri ile oluş

 Yapılan araştırmalarda ve deneylerde, kaotik bir sistem içinde "kendi kendine organizasyon" ile adeta  "kendi iradeleri" ile hareket edebilen düzenli yapıların ortaya çıkabildiği gösterilmiştir. Bu tip düzenli yapılar birbirleri ile birleşerek, parçalanarak daha karmaşık yapılar oluşturabiliyorlar. Bu yapılar "varlıkları kendinden" olan yapılar. Dışardan hiçbir müdahale olmaksızın kendi kendilerine oluşur ve gelişirler. Ben bunu ,bir nevi, "Ol" emrinin ifa edilisi olarak değerlendiriyorum. Her hangi bir anda "Ol" emri "vuku buluyor" ve bu karmaşık çorbanın içinden düzenli bir yapı ortaya çıkıyor ve kendi iradesi ile hareket ediyor, hayat buluyor – ruh üfleniyor.

Genetikte son zamanlarda popülerlik kazanan "epigenesis” teorisi de, DNA'nin bu şekilde ortaya çıktığını ve geliştiğini savunur. DNA canlı bir hücrenin cansız kimsayasallardan sentezlenmesini sağlayan programdir. Şu anki bilgilerimize göre yeryüzünde ilkel virüslerden, insana kadar bütün canlıların temelinde hep aynı materyal, DNA vardır.

Fareler ve insanlar

İlginç olan insan gibi akıllı, medeniyet kurabilen, egemen bir ırk ile fare gibi basit bir yaratiğin DNA'sının %98 benzerlik göstermesidir. Yani bizim fare yada insana olmamızı sağlayan şey, o upuzun DNA'nin sadece %2’sı… İnsan maymundan mı gelmiştir fareden mi? Bakarsanız yeryüzünde bitkisinden hayvanına sadece karbon tabanlı canlılar var hepsindede neredeyse aynı DNA'lar var.

Mantik der ki, eh hepsindeki DNA ortak ise hepsi aynı karbon yapıdaysa ve de birtek bunlar canlı işe, bütün bular ortak bir "ata" dan doğmuşlardır. Yoksa, bu büyük bir tesadüf olmuş olurdu. Madem genetik materyal benzer, yaşayan tüm canlılar arasında bir akrabalık olması muhtemel.

Bu arada başka bir ilginç gerçekte canlılarda bulunan ortak DNA'nin sadece %10 kadar kısmının manalı olduğu geri kalan %90'in ise “çöp” olduğudur. Bir takım bilimadamları bu çöpun aslında gen olarak bir ise yaramasada genetik materyalın korunmasında görev yaptığı öne sürüyor. İşte bu canlıda fiziksel bir özellik olarak ifade edilmeyen çöp kısmın dahi pek çok farklı türden canlıda aynı kod gruplarını içermesi de bütün bu genetik materyalın tek bir kaynaktan tüm canlılara geçirildiğine bir kanıt olarakta sunuluyor.

Hal böyle olunca, çeşitli canlıların DNA'larını inceleyen bilimadamları, bunlarda ortak bolgeleri ve genleri bulabiliyorlar. Bunların zaman içinde geçirdikleri mutasyonları bulup bunlar arasındaki akrabalığı ispat edebiliyorlar.

Bunu basitçe anlatmak gerekirse, ortada siyah beyaz bir köpek yavrusu varsa ve sürünün içinde sarı, siyah ve beyaz köpekler varsa, bu yavru büyük bir ihtimalle siyah ve beyaz köpeğin yavrusudur. Bu şekilde siyah ve beyaz köpekle siyah-beyaz yavru arasında bir "soy ağacı" oluşturmamız mümkün.

Günümüzde canlıların yalnız dış özelliklerini değil DNA'larını da kullanarak bu şekilde bir soyağacı oluşturmak mümkün. Genetiğin bu işle uğraşan koluna "Filogenetik" deniliyor. Şu an canlıların birbirleri arasında ortak genlerini bularak soyağacı oluşturabiliyoruz. Yani artık Darwin'in ilkel evrimini geçtik, genetik evrimle meşguluz. Evrim vardır, yoktur tartismasi ile ugrasmak bilgi ya da mantık sahiplerine gore degil.

Evet Adem var, Havva var, bunlara genetikte "common ancestor" (ortak ata) deniliyor ve bu ortak atanın DNA'si yeryüzündeki bütün canlılara yayılmıştır deniyor. Bütün canlılar kısmı önemli, buna bakteriler de dahil bitkilerde. Bakterinin atasının insan suretinde olması muhtemel mi, muhtemel. Ancak hayatın yayılışına bakılırsa, basitten karmaşığa bir gidişhat daha olası görünüyor. Oluşturalan "filogenetik ağac"lar da bu yönde. DNA'ya bakarak hangi canlının kaç nesil, kaç mutasyon sonra başka bir tür olarak ortaya çıktığını bulabiliyoruz.

İlaç araştırmaları nasıl yapılıyor? Fareler ile akraba olduğumuzdan bizde ortaya çıkan bir hastalığa yol açan bozuk genler aynen fare DNAşında da bulunur. Bu yüzden fare genleri araştiriliyor. Tabii bir de öldürülmelerine itirazları olmadıkları için.  İlaçlar da farelerde denenir. Farede bulunan hastalık geni aynen insanda mevcuttur, ilaç farede çalışıyorsa insanda da büyük ihtimalle çalışır. Herhangi bir hastalık için bir ilacı kullanan bir insan otomatikman genetik evrimin varlığını onaylıyor demektir. “Yok almıyorum ilacı, çalışmaz ben de çünkü ben fare ile akraba olamam” dersen o senin bileceğin iş...

Genetik evrim

Genetik evrimin sıradan insanlar olarak gözümüzle bizzat gördüğümüz şekli çiftliklerde gerçekleşiyor. Çiftçiler, iki cılız hayvanı alıp bunları yeterince kez çiftleştirdiklerinde, ortaya çıkan hayvanlardan en az biri sağlık olarak ana ve babasından çok daha üstün özelliklerde oluyor. Daha sonra bu üstün özellikli olan hayvan alınıp damızlık olarak kullanılıyor, diğerleri de mezbahaya. Ne oluyor? Cılız bir nesilden bir sonrakinde daha sağlıklı bir nesile atlanılmış oluyor, aradaki zayıflar da tarafımızdan afiyetle yeniyor.

 Ama çiftçi durmuyor, o elde ettiği üstün ırktan hayvani, tekrar başka bir üstün hayvan ile çiftleştirip, o ikisinden de daha üstün hayvanlar üretiyor. Aradan üç beş nesil geçtikten sonra ilk çıkan hayvanla son elde ettiğiniz hayvanı yanyana koyarsanız bunların bu zayıf atadan geldiğine inanmak zorlaşıyor.

Günümüzde biyoteknoloji adı verilen tekniklerle hayvanların ve bitkilerin genlerini labaratuvarda bilinçli mutasyona uğratarak doğada eşi görülmemiş mucize hayvanlar üretiliyor. Avrupa'da bir hayvancılık fuarına gidin, ne dediğimi gözlerinizle görün;  Fil büyüklüğünde inekler, ata benzer danalar, koyun büyüklüğünde tavşanlar, sanki bir sirk gibi.

Koyunlar ve insanlar

Bilinçli ya da kontrollu mutasyon nedir? DNA bir şerit, A,G,C,T adlı verilen 4 harfli bir telgraf mesajı. Bu şeridin belli bölgelerindeki değişiklikler canlıda belli fiziksel özellikler olarak ortaya çıkıyor. Bilimadamları bu bölgeleri değiştirerek canlının dış özelliğini değiştiriyorlar. Bir tavşan DNA’sini alıp onun bazi yerlerini koyununkinden alınan genlerle değiştirirlerse, ortaya koyun tavşan arası bir yaratik çıkıyor. Şu an insan embriyosu üzerinde deneyler yapmak bütün dünyada yasak. Bilimsel etiğe uymadığı için ortak bir karar alınmış durumda. Eğer uzakdoğuda gizli bir labaratuvarın bir köşesinde insan embriyosu üzerinde çalışılmıyorsa ( Sizan bilgiye göre Kore'liler insan embriyosu ile uğraşıyorlar) halen böyle bir şey yok. Lakin olsaydı şu an koyun ile insan arası varlıkları görmekte mümkün olurdu.

Bunun için genetiğe gerek yok aramızda koyunumsu insanlar var diyorsanız, haklı olabilirsiniz. Bu farz-ı mahal koyun-adam, homosapiens adı verdiğimiz ırkımızdan daha akıllı ve güçlü olsaydı ve hepimizi duman etseydi ederdi. Ve egemen ırk kendi olurdu. Yahut bu kimse AIDS, kanser gibi insanları etkileyen bazı hastalıklara dirençli olsaydı ve herkes zaman içinde kanserden ve AIDS’ten ölseydi onlar kalsaydı ne olurdu? Koyun-adamlar homosapiens gibi ilkel ve zayıf bir varlığa yüksekten bakarlarmiydi, bu bizim atamız deyip bizleri bağırlarına başarlar miydi?

Hulasa; genetik mekanizmalar, mutasyon, çaprazlama ve türeme/çeşitlenme, halihazırda günlük yaşamımıza girmiş durumda. Biz kabul etsek de etmesekde, genetik evrim tıkır tıkır çalışıyor...Bir grip virüsü kayboluyor ardından daha güçlü yeni bir virüs ortaya çıkıyor. Zayıf yok oluyor güçlü kalıyor...

Ha genetik evrimin varlığının kabulunun bize gündelik yaşamımızda ne faydası var tartışılır. Sonuçta çoğu insan için din kendini rahatlatan gündelik yaşamın karmaşık sorunlarına bir çözüm getiren huzur verici bir terapi aracı niteleğindedir. Ölümsüzlüğü arzulayan ölümü hafsalasına sığdıramayan insanın beynini rahatlatıcı en uygun ilaç bu dünyadaki bedeni ölümden sonra bu dünyadakine benzer bir hayat olduğunun kabulüdür. Yahut bu dünyadaki bir sürü sözüm ona adaletsizliğe mana veremeyen insanlar için öbür dünyada bir adalet olduğunun bilinmesi ruha ve beyne huzur verir. Bu hakikaten öyle mıdır değil midir, bunun pek önemi yok. Günümüzde dahi dünyanın yuvarlaklığını hafsalaşına sığdıramayan insanlar, dünyanın tepsi gibi düz olduğuna inanmayı yeğleyen bir grup insan vardır (Flat Earh Society). Bunu bu şekilde algılamak o şekilde inanmak onlara huzur verir ve de önemli olan budur. Önemli olan "islam" olmak iç selamete kavuşmaktır bu dünyada.

Kayıp Cinsiyetler; Süper Erkek, Süper Dişi

Yakınlarda okuduğum bir yazıda XXX, XXY, YYY, XYY kromozomlarına sahip kayıp cinsiyetlerden ve bunların aslında cennetteki Havva ve Adem olduğu, daha da öteye gidip Gilman ve Vildan olduğunu öne sürülüyor. Ve akabinde bununla ilgili okuyanı etkileyen bir hikaye veriliyor. Güzel bir hikaye güzel bir deneme. Kitabina uydurma denemesi…

Lakin burada bahsedilen o kayıp “genler” pek de kayıp değil. Bu kayıp cinsiyetlerin sahipleri de öyle pek "Cennet" ashabi değil. Günümüzde sıradan XX ve XY kromozomlu insanlardan, XYY kromozomlu "Süper Erkek" adı verilen çocuklar doğarlar, bu duruma "XYY Sendromu" adı veriliyor. Bu sendrom sahibi çocuklarda öğrenme bozukluğu, geç konuşma, konuşma problemleri, düşük IQ riskleri vardır. Yine aynı şekilde Klinefelter sendromu adı verilen bir durum vardır bunda da "XXY" kromozomları vardır. Aynı şekilde bu kromozomlara sahip çocuklarda çeşitli gelişme bozuklukları görülmektedir ve bunlar kısırdır. Her bin kız çocuğu doğumundan birinde ise "XXX" kromozomlu bir "Süper Dişi" doğar. Tüm kromozom bozukluklarında olduğu gibi bu çocuklarda da öğrenme ve gelişme bozuklukları ve kısırlık görülür.

Şimdi bu kayıp cinsiyetler kayıp da değıl cennet aşhabi da değil, bizim toplumumuzda "normal dışı" veya hasta olarak değerlendirilen bireyler. Şimdi bu hikayenin ne kadarına inanalım? Bilgi yanlis, analiz muhtemelen yanlis…N’apalım!?

Yine ayni yazida “gen” kelimesine ait bir etimoloji yapilmis. Herşeyi bırakalım bu neyi ispatlar? Bir kelime başka bir kelimeden kökenini almış. Öyle olmasının neye faydası var? Genin ne olduğunu nasıl çalıştığını bilmeyen bir insana genin falanca dilde filanca kökenden gelmiş olmasının ne faydası olabileceğini anlamıyorum. Bu da bilimde genin yaptığı işle alakalı neye ispat olarak kullanılır bilmiyorum.

Şimdi etimoloji doğru mü bakalım. Bende ilk okuyusta tipik bir sallamasyon eseri izlenimi uyandırdı. Hemen araştirdim. Sağolsun internet_ öyle Abdurrahman Çelebi'lere pek meydan bırakmıyor. Özeleştiri: Yazık, bizim kültürümüz oluşumu itibari ile bilgiye kaynağından ulaşma alışkanlığını bize kazandırmıyor, biz genelde sözel, kulaktan kulağa ulaşıyoruz bilgiye. Kur'an duvarda asılı iken hocanın gelip Kur'an'in içinde ne var ne yok olduğu konusunda ahkam kesmesini bekliyoruz. Batılı böyle değil, yapı itibari ile şüpheci, bir şey söylediğinizde inanmadan önce mantığa vurur, gider araştirir öyle mı diye.

Etimoloji sözlüğüne göre, "Gen" gelimesi 1911 yılında Danimarkalı bilimadamı Wilhelm Ludvig Johanssen tarafından "uydurulmuştur". Bunu uydururkende Yunanca "nesil" manasına gelen genea'dan "esinlenmiş". Yani "gen" kelimesi bir insan evladı tarafından uydurulmuş. Bu insan evladı "gen" yerine "gan" kelimesini kullansaydı,ki olmaması için sebep yok, “Türkçe'den gelmiştir, efem DNA kanda bulunur, "gan" Oztürkçede "kan" demektir vs gibi bir mantik mı yürütecegiz. Saçmalik…

Yazar buraya kadar az mantıklıdan saçmalığa doğru mantıksızlık dozu giderek artan bir yazi yazmış. Son kısımda ise bunun ayyuka çıkmış olması muhtemel. Ayetler dizilmiş, efem teoriler öne sürülmüş. Hurilerin çift rahmi varmıs… Pek tabiii!! Kromozom bozukluklarında her türlü sakatlığa rastlamak mümkün.

Yalnız bizim ırkımızda öyle bir koruma sistemi var ki, kromozom bozukluğu olan bireyler genelde kısır olurlar ve bu bozuklukları bir sonraki nesle aktaramazlar. (bkz. Down sendromu). Burada tip ve ayet bilgisini gerektiren konular var, lakin inanıyorum ki konunun daha uzmanı bir kişi mantık hatalarını, yanlışları, ayetlerde ki manipülasyonları kolayca tespit edebilecektir. Ben bunun doğru veriler üzerine kurulmuş ve de objektif bir tahlil ile yazılmış bir yazi olduğuna inanmıyorum. Bence tipik bir kitabina uydurma denemesi… Yiğidin hakkı yiğide güzel hikaye. Kim yer? Ben şimdilik yemiyorum, sizin de yiyeceğinizi ummuyorum.

 

 
 
Bruksel-02.12.2008
Ar.Gör. Nihat Karaoğlu
Bruksel Üniversitesi, Bilgisayarlı Modelleme ve Genetik Labaratuari

nihat.karaoglu@vub.ac.be
 http://sufizmveinsan.com