Kilitlenmişlik
Nilay Caki
 

Bundan yıllar önceydi.

Neredeyse altı, yedi senedir Üstad’ın kitaplarını okuyor, tekrar tekrar okuyor ve takip ediyordu. Kendini bildi bileli yaratanın varlığını özünde hissetmişti. Müslüman bir coğrafyada büyümüş olduğu için de İslam’ın tekliflerini bilmişti. Yalnız, gel gelelim uygulama, fiiliyata dönüştürme sıfırdı. Hiç öğretilmemişti, ne ailesinde ne çevresinde ne gittiği okullarda temel ibadet şekilleri öğretilmemişti. İlkokula giderken arkadaşları Kur’an kurslarına başlamışlardı, annesi sormuştu “sen de gitmek ister misin?” diye. O “hayır” demişti çünkü o kurslara giden arkadaşları hâlâ yalan söylüyor, birbirine (çocukça hainliğin vardığı hallerle) çok kötü davranıyorlardı; altı yedi yaşlarındaki aklıyla reddetmişti. Zaten annesi de fazla üstelememişti, ama neredeyse otuz yaşına kadar ona hep öğrenmesi gerektiğini hatırlattı.

Yirmili yaşlarında okumaya başladığı Üstad Ahmed Hulusi’nin kitaplarıyla birlikte inanılmaz bir ihtiyaç hissediyordu namaz kılmaya, zikire, duaya. Yalnız belli ki kendini kilitlemişti, öğrenemiyordu, ezberleyemiyordu, çok zor geliyordu. Açıyordu interneti, karşısında bazı terimler: Kıyam, Ruku ve bu aşamalarda namazda ne yapılacağı. Okuyordu karşısındaki Türkçe; anlamıyordu sanki yazı Çince! Artık o hale gelmişti ki çocuk namaz kitapları alıyor,  bakıyordu ama yok, yok!  Eli, ayağı, dili dolaşıyor, yapamıyordu.. Günlerce gecelerce çok ağladı, çok yalvardı Rabb’ine “n’olur bu dünyadan böyle kulluğumu hakkıyla eda edemeden gitmeyeyim, nasibimde olsun!” diye.

Sevgili teyzesi, (oğluyla beraber Tasavvuf  konularına dalmasına vesile olan), e-posta üzerine e-posta gönderiyordu, aklını başına al gibisinden.. Soruyordu  “Niye hâlâ gerekenleri yapmıyorsun kendi kurtuluşun için” diye… İşte tam o sıralar çok azaptaydı, çok sıkıntıdaydı…

"Beraat gecesinde, doğanlar, ölenler, rızıklar, hatta hacca gidenler belirlenir"

Hz. Muhammed (s.a.v)

Mübarek Beraat gecesine 2-3 gece kalmıştı… Akşam işten eve dönmüş, günlük ev işlerini toparlamış, saat 23:00 sularını gösterirken oturup kitap okumaya hazırlanmaktaydı. Telefon çalmaya başladı, açtı. Arayan abisiydi. Onu hayatta o saatte aramazdı ve daha önce de hiç aramamıştı. “Hayırdır abi?” dedi; telefondaki ses: “Tam yatsıyı kıldım, yatmak üzereydim ki birden içimden geldi  kalk kardeşini ara önümüzdeki Cuma gecesi Beraat Kandili, o gece namaz kılsın, Allah’tan affını dilesin, üstündeki bu sıkıntıları atsın diye.. Bilirsin ben seni bu saatlerde, hele de böyle hassas bir konu için ayaküzeri telefonla aramam ama o kadar yoğun hissettim ki sana ulaştırmam gerekeni, hiç de aklımda yoktun aslında o an açıkçası, ben de şaşırdım, bekletmedim, hemen aradım.”

Abisi… Kendince çok ciddi radikal bir değişimle neredeyse yirmi yaşından beri beş vakit namazında… Hatta ilk yıllarında aile içinde kendine uyguladığı sıkı şeriat kuralları nedeniyle babasından, ailesinden ne tepkiler almıştı, ne sıkıntılar yaşatılmıştı abisine, tarikatlara kurban! gitmesin diye… Kız kardeşleriyle bazen bu konular üzerine sohbet ederdi, ama neredeyse son on senedir hiç bu konuları açmamıştı abisi; hele “şunu yapın, bunu yapın” diye lafını bile etmezdi, zaten uzak ülkelerde görevliydi artık, çok az görüşüyordular kendisiyle. Hani arayıp da onu böyle teşvik etmesi, aracı olması onun için öyle bir lütuftu ki Rabb’inden!

Diyemedi ki “Abi ben kılmıyorum namaz, daha öğrenemedim bile!”.

“Peki iyi ki aradın abi, hayırlısıdır inşaAllah” diyerek telefonu kapattı.

"Kardeşinin davetine icabet et. Zira kardeşin için, sen iki durumda bulunursun. Ya o hayır üzeredir ve sen o davette hazır olmaya layıksın. Veya o şer üzerindedir ve sen onu ondan men eder ve hayırla emredersin."

Hz. Muhammed (s.a.v)

Sanki o telefon özünden bir bağlantıydı. Bu iki günde namaz kılmayı öğrenecek, ilgili tüm duaları ezberleyecek ve Beraat gecesi öteden bir yerlerden bir şey istemek için değil, ama kendi kurtuluşu için bu yola adım atacaktı. Karar çıkmıştı! Önünde iki yoğun iş günü vardı.

İşten fırsat buldukça, yolda, arabada tüm duaları ezberliyor, kıyam, rükû, secde hallerini gözlerini kapatarak hayal edip tekrarlıyordu. Evde de uygulamalı tatbikat vardı tabii ki. O kadar kolaymış, nasıl oldu da bu kadar zorlanmışım diye de kendi kendine hayretler ediyordu. Yıllardır yapamadığını iki günde başarmıştı. Tüm hazırlık o geceyeydi…

"Gücünüz nispetinde amel işleyiniz. Zira siz usanmadıkça Allah (ibadetlerinizin karşılığını vermekten) usanmaz.

Hz. Muhammed (s.a.v)

O gece, yapabildiği kadarıyla özünden geleni ortaya koydu. Ve takip eden geceler ve gündüzler… Korunma dualarına da başlamıştı; sabah 150 kez, akşam 150 kez. Yalnız korunma dualarına başlamasıyla zorlu yol iyice belirginleşmişti. İlk üç beş gün bütün geceyi kâbuslarla geçirmişti. Korunma duasını okurken kullandığı, teyzesinin Hac’dayken alıp getirdiği tespihler birer birer iplerinden kopuyor, ortalığa dağılıyorlardı. Hiç durmuyor, yerde dağılan parçaları hem topluyor hem devam ediyordu. Neyle karşı karşıya olduğunun bilincindeydi. Özüne yolculuktaki duraklar zorluydu, daha en başında davadan vazgeçecek değildi. Kaç tespih dağıldı o da hatırlamıyordu artık, ama karar çıkmıştı bir kere, dönüş yoktu!

"Kim Allah'tan korkarsa; Allah, onu bütün korktuklarından korur."

Hz. Muhammed (s.a.v)

Bir süre boyunca yoğun ibadet ve zikir çalışmalarından sonra korunma duasıyla beraber başlayan ilk haller neredeyse bitmişti.. Artık kendi noktasından gözüken projeksiyonda hayatında yeni bir döneme geçmişti.

Kilitlenmişlik adına ilk kilit kırılmış, KAPI özündeki derinliklerden hayal meyal hissedilir hale gelmişti…

Yıllar sonra halen kendi özüne giden yolun arayışı içindeyken Allah Rasülü Efendimiz (s.a.v)’in hadisi kulaklarında çınlamaktaydı:

“Âdemoğullarının kalbleri Rahman’ın iki parmağı arasındadır. Onu istediği gibi çevirir.”

Hz. Muhammed (s.a.v)

 

 

 
 
20.05.2008
ncaki2007@yahoo.com

http://sufizmveinsan.com