Huzur İnsanının Vasıfları
Nazım Akpınar
 

Huzur arayışı, insanlık tarihi kadar eskidir desek abartmış olmayız. İlk çağlardan bu yana değişik kültürlere sahip medeniyetler arasında süregelen savaşlar, yıkımlar ve ölümler dahi insanlığın huzur ve sevgiye olan iştiyaklarını ve ihtiyaçlarını giderememiş, bilakis bu özlem ve arayışı gittikçe güçlendirmiştir. Nasıl güçlendirmesin ki! Dünya insanlığının mutluluk ve refaha kavuşabilmesinde olmazsa olmaz tek şart, huzurlu bir toplum dizaynının oluşabilmesidir.Bu oluşum da zaten dünya barışını kendiliğinden sağlayacaktır.Zira huzur topyekün insanlığın ortak arayışıdır.

Dünya barışının gerçekleşmesi için ise öncelikli olarak insanların bireysel anlamda iç barışı sağlamaları gereklidir. İç barış kazanılmadan toplumsal barışın tesisi imkansızlaşır. Kendileriyle barışık insanlar çevrelerini sürekli olarak aydınlatırlar. Onlardan topluma ve çevreye en ufak bir zarar gelmez.Tevazu, hilm, inanca dayalı sevgi ve muhabbet hisleri gibi özellikler onların belirgin vasıflarıdır.Her zaman ben yerine biz olalım çağrısını yinelerler. Ego merkezli yaşam yerine kolektif yaşamı benimseyen bu toplumsal anlayış modeli, insanlığın aradığı huzuru yakalama noktasında hayati öneme haizdir diyebiliriz.

Dikkat edersek semantik ve ses uyumu açısından huzur ve hazır kelimelerinde bir benzerlik sezinleriz.” Her gördüğünü Hızır bil; Hızır’ı da her yerde hazır bil” sözü meşhurdur. Huzurlu insan Hızır’ı temsil eder. Onlara her yerde rast gelmek imkan dahilindedir. Onlar gerçekte altın çağ döneminin model insanlarıdır. Altının değeri, huzur insanının insanlığa kattığı değer yanında basit kalır.Var oldukları müddetçe karmaşa ve kargaşaya karşı bir emniyet sübabı işlevi görürler. Onları mütebessim çehrelerinden tanırsınız. Maddi ve manevi yangınlarda acilen devreye onlar girerler. Evrenin meleki kuvveleri adeta onların emrine verilmiş gibidir. Birey olmakla birlikte manevi potansiyel olarak bir ordu kadar kuvvetli sayılırlar. Onlar paratoner gibi belaları üzerlerine çekerler. Çektikleri belalardan da yüksünmezler. Üzüntülü gibi görünmeleri,onların marifet ehli olduklarını gösteren bir haldir sadece. Marifet kuşanmalarındandır. Hz. Yakup’tan örnek verecek olursak Hz.Yakub’un oğlu Yusuf’u kaybedişine perişanlık derecesinde üzüldüğünü söyleyemeyiz. Yakup, marifet bilgisiyle Yusuf’un kayboluşunun aslında kavuşma olduğunu ve vuslatın başlangıcı, belki de kendisi olduğunu yakiynen sezinlemiş,yaşamış ve tecrübe etmiştir. Tıpkı karanlığın en koyu anının gerçekte aydınlığın başlangıcı olduğunun sezinlenmesi gibi. Sonuçta beklenen vuslat,göz yaşlarıyla ve tebessümle gerçekleşmiştir.Bu vuslat gerçekte ruhun ve bilincin kavuşumudur. Huzur insanı aynı zamanda belayı ve ıstırabı isteyen ve bilinçli olarak üstüne çeken insandır. Yıldırım çeker gibi çekerler belayı üzerlerine. Çektikleri belanın hikmetini bildikleri için bizim sandığımız anlamda hüzünlenmezler. Kısacası huzur insanı,beyinle kalbi gönül ekseninde buluşturup birleştiren insan modelidir. Karanlık dünyaları aydınlatan bu insanlara selam olsun.
IŞIĞIN YOLUNDAN AYRILMAYIN…

 

 

 
 
Samsun -05.08.2008
ahad103@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com