Bir Bahar Gününü Yaşamak
Bilal Atış
 
 

Dün yağan yağmurun temizlediği sokaklardan tek tük geçiyordu arabalar. Dünkü havanın serinliği halen devam ediyordu. Yağan yağmur ağaçların üzerindeki tozu atmış, yaprakları pırıl pırıl parlıyordu. Yağmurla yoğrulan parklardan, bahçelerden kalkan toprak kokusu huzur veriyordu şehrin insanlarının gönüllerine.

Bahar gelmişti şehre, soğuk günler, karlı günler gerilerde kalmıştı. Bahardı mevsim ve ay nisan. Doğa baharla beraber canlanırken bir ağırlık bir rehavet çökmüştü insanların üzerine. Okulların kapanmasına da az kalmıştı. Dışarıda cıvıldaşan kuşlar, okula gitmeyen çocukların gürültüsü, üst kattakı Saliha hanımın teybinden yükselen musiki engel oluyordu ona. Derslerine çalışması gerekirdi, okulların kapanmasına az kalmıştı, aklını bir türlü derse veremeyen Mevlüt dışarıdan gelen seslerle önündeki derslerden iyiden iyiye uzaklaşmıştı.

Beşinci sınıfa gidiyordu, bir de ağabeyi vardı. Oda bu sene üniversiteyi bitirecekti. Aynı masanın başında oturmuşlar son imtihanlara hazırlanıyorlardı. Ağabeyi çalışırken onun aklı dışarıdaydı. Bir müddet sonra ağabeyi de durumun farkına varmıştı. Onun çektiği sıkıntıyı gayet iyi anlıyordu, o da bu yollardan gelmişti bu yaşına.

Ağabeyi saatine baktı on iki olmuş, hava da iyi sayılır, kardeşiyle beraber parka gitmeyi düşündü, bu ikisi içinde değişiklik olacaktı. Mevlüt biraz oynarken o da bir ağacın altında kitabını okurdu. Aklından geçenleri kardeşine anlatınca çok sevindi, dönünce derslerine devam etme sözü alarak evden çıktılar.

Caddeyi geçerek kaldırımda hem yürüyor hem de konuşuyorlardı, her ikisinin okulun bir an evvel bitmesini istedikleri anlaşılıyordu. Park cıvıl cıvıldı, çocuklarını alan anneler gelmişlerdi, kimi genç kızlar bisikletleriyle turlarken kimi anneler  de bebeklerini gezdiriyorlardı arabalarında. Salıncakların olduğu yer neşe içindeki çocuklardan ırak yerlerde ise kuş sesleri hakimdi. Yaşlı amcalar burada sohbet  edip gazetelerini okuyorlardı. Parkın tek büfesinin garsonu Rıza Dayı aksak ayağıyla çay servisi yapıyordu.

Parkın iki sokak berisindeki camiden ezan sesi yankılanmaya başlayınca çeki düzen verildi hareketlere, kuş sesleri bile kesildi, cümle mahlukat ezanın namelerini dinliyordu sanki. Mevlüt'de oyunu bırakmış ağabeyinin yanına gelmişti, parktan birlikte çıktılar.

Abdest alıp girdiler camiye ağabeyi namazını kılarken Mevlüt de camide dolaşıyordu. Evlerine yakın olmasına rağmen çok sık gelmezdi buraya. Gerçektende büyük bir mekan diye düşündü. Bu arada cemaat çıkmış tek tük insan kalmıştı içerde.Ağabeyinin yanına gelince içerdeki ahenkli sesi duymaya başladı, bu ses yabancı gelmedi Kur'an okuyordu birisi. Evet hemen tanıdı bazı akşamlar ağabeyide okuyordu ama bu ses daha bir başka idi sanki daha evvel duymadığı kadar güzel bir sesti, ağabeyininkine hiç benzemiyordu.

Camiden dışarı çıktıklarında Mevlüt'ün etkilendiği belli oluyordu. Bir ara ağabeyinin elini çekip durdurdu: Kur'an okumak zormudur? diye sordu.

Bu soru karşısında şaşıran ağabeyi zor olmadğını sadece yürekten istemek gerektiğini söyledi. Yürekten isteyeneAllah yardım ediyordu, kendisi bunu bizzat yaşamıştı.

Kararını vermişti Mevlüt, okullar kapanır kapanmaz ilk işi Kuran'an öğrenmek olacaktı.