Yerler (Arz), Gökler (Sema)
Ve Cehennem – 4

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

“Kar

Bir önceki bölümdeki hadisin de belirttiği üzere bazı Evliyaullah ve bu Evliyanın görüşlerini yorumlayan araştırmacılar, cehennemin küçük cehennem olarak dünyanın içindeki, daha doğrusu tam merkezindeki ateş olduğunu kıyamette ise, bu çekirdeğin çatlayarak yüzeye çıkacağı, büyüyeceği ve büyük cehenneme dönüşeceği ya da zamanı gelince Arz’ın, içindeki varlıkları mahşere dökeceği ve küçük cehennemi de (Arz’ın merkezini de) büyük cehenneme vereceği ve onun güdümüne gireceği ya da buna benzer türden açıklamalar yaparak, açıkça cehennemin Arzın (Yerin) altında olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak, ilgili onca veriye rağmen bazı Evliyanın bu şekilde açıklama yapması onların bu konuyu bilmemeleri değil, gerçeğine işaretle mecazen günün anlayışına hitap etmelerinden kaynaklanmaktadır. “Gerçeğine işaretle” dedik çünkü, diğer hadis ve ayetlerin bütününü düşündüğümüzde Cehennemin Arzın altında oluşu, bildiğimiz yeryüzünün altı, maddesel katmanları değil, boyutsal anlamda yeryüzünün yani, (maddesel boyutun, Arz boyutları içinde bir boyut olduğu düşünüldüğünde) maddesel Arz boyutunun altındaki boyutta yer alan (o boyutlara uzanan), dolayısıyla merkeziyle birlikte tamamıyla içine girdiği ve onun hammaddesine dönüştüğü güneş ve ikiz (o boyutlardaki) yapısı anlamındadır. Kuran ve Hadisleri yaşayarak bilen Evliya, bu verilerin tümünü ele alarak bunlara işaretle sembolik anlatımlar kullanırken, bunu anlamaya çalışanlar ise, bu bütünselliği görmeksizin olanı gerçek zannederek o sembollerin nelere işaret ettiğini düşünmek yerine anlatılanı olduğu gibi bilimsellikle anlamaya, bilimselliğe uydurmaya çalışarak ayrı bir yanlışa, çelişkilerin doğmasına neden olmaktadırlar. Dolayısıyla, din-bilim ilişkisi dediğimiz şey bu değildir (1).

Bunun yanında, kabir alemi denilen dünyanın boyutsal katmanında hapis kalan ruhların çoğunluğunun çektikleri azaplar nedeniyle, cehennemin yerin altında olduğu söylenmiştir ki, bu da Mutlak cehennem anlamında değildir. Bunu da eskiler, “Arz’ın, Berzahta cehennemin görevini üstlendiği” şeklinde ifade etmişlerdir. Yine ayet ve hadislere göre cennet ise, Arş’ın altındaki meleki katmandaki Salt Bilinç boyutlarıdır. Bu, cennetin batın yönü olup kapasitelerince sahip oldukları bu bilinç özelliklerini, cehennemden kaçış sonrası boyutsal dönüşüm ile kendilerini buldukları yıldızların ikiz boyutlarında ortaya koyup aynası oldukları Allah isimlerini seyrederler ki, bu ortaya konan boyut, cennetin zahir yönünü oluşturur. Bu nedenle Cennet ve cehennemin yerleri ile ne olup ne olmadıklarıyla ilgili olarak, dinsel verilerde açıklama olmadığı şekildeki görüş ise, tamamıyla yanlıştır. Çünkü gerek Kuran da, gerekse de bilhassa hadislerde bunlar açıkça dile getirilmiştir ki, bunları da önceki ilgili yazılarımızda oldukça değinmiştik.

Tekrardan vurgularsak bu kıyamet olayı, sadece insan, yani maddi boyutta yaşanılacak olan bir olayla sınırlı olmayıp güneş sisteminin içindeki ikiz boyutlarda (Arz katmanlarında) da kendini göstererek gerek dünyamız, gerekse de diğer planet ikizlerinde yaşayan şeytaniyet vasıflı ya da değil, tüm Cin sınıfında yer alan varlıklar için de aynen geçerli olacaktır. Dolayısıyla kıyamet, diğer ikiz katmanlarını da içine alacak şekilde gerçekleşecektir. Şimdi de ilgili ayetleri irdelemeye devam edelim.

“ Onların üstünde ateşten tabakalar (Nardan gölgelikler), altlarında da yine ateşten tabakalar (Nardan gölgelikler) vardır” (39- 16)

Burada genel olarak, “altlarında ateşten tabakalar” kelimesiyle cehennemin fiziki yapısı ve birimin maddi yönüyle o ortam içinde olmasına, “üstlerinde ateşten tabakalar” ifadesiyle de aynı anda birimin içinde bulunduğu şuur boyutundaki olumsuz durumuna işaret edilmektedir. Özetle, cehennemde bir birim için enfüs ve afaki açıdan azaptan başka bir şey yoktur.           

Bunu daha da açarsak, ayetin ikinci kısmında cehennem ortamının ateşten yani, radyasyondan meydana geldiğini ve o ortamın fiziksel olarak Ruhlara azap verdiğini, cehennemin katmanlardan oluştuğunu ve o ruhların her yanını sardığını anlatmaktadır (bu katmanları bilimsel olarak daha sonraki yazılarda ayrıntısıyla değineceğiz). Ayetin birinci kısmına geçmeden belirtelim, öncelikle ruh boyutunda sağ-sol, ön- arka gibi kavramlar yoktur, ruhtaki keskin algılama nedeniyle. Bunun yerine boyutsal bir algılamaya geçişten ya da boyutsal bir sınırlılıktan bahsedilebilir. Böylece “Nardan perdeler (ateşten katmanlar)” tabiriyle şuursal anlamda bilincin birtakım nesnelerle, eşyalarla, varlıklarla bloke olması, kısacası şartlanma, değer yargıları ve duygularla kayıtlı olduğu anlatılmaktadır, Nur boyutuna dönüşemedikleri için. Bu yüzden, cehennem fiziksel anlamda yedi katmandan oluştuğu gibi, bu yedi katmana karşılık gelen şuur boyutlarına da sahiptir, birimin bilincinde. Her ne kadar, yedi katman ya da yedi idrak grubundan bahsedilse de bu, genel anlamda bir ifade olup bu idrak grubu içinde de sayısız idrak düzeyleri, bilinç halleri yaşanmaktadır. İşte bu seviyelerin birinde yer alan bir birim, bulunduğu düzeyden aşama aşama bağlı kaldığı özelliklerden sıyrılarak yani, (çok uzun süreçlerde) arınarak her bir defasında yeni yeni idraklara kavuşur, o şeyin azabına bağışıklık kazanır. Biri bitince bu sefer bir sonraki arınma aşamasına geçilir. Böylece, sonsuz bir süreç sonunda manevi, dolayısıyla maddi olarak tüm azaplardan kurtulur. Ancak arınma işleminde bellek dalgalarında asla bir silinme olmaz. Bunun yerine değer yargılarında, idrakında yataysal bir genişleme oluşur ve sonucunda o şeyin etkisinden kurtulur. Tıpkı, uzun yıllar önce sevdiğine kavuşamayan bir birimin aşk acısından yanarken, şu anda onun bilgisini taşımasına karşın en ufak bir acı hissetmemesi gibi.

“Her şey O’na dönecektir” ayeti de cehennemlikler için azabın sona erdiği bu noktaya işaret eder ki, her biri için farklı süreler alan bu zaman sonunda her birim, o ortamda belli bir seyir içinde sonsuza dek yaşamlarını sürdürürler. Yoksa hakikatlerini yaşarlar ya da cennet boyutuna girerler anlamında değildir bu ayet. Bu arada, Kabe’ de günahları tamamen sıfırlanan, ama şaki olan bir birim, bu şekilde öldüğü takdirde cehennemde fiziksel azaptan kurtulmasına karşın bellek dalgaları sebebiyle şuursal azaplardan ve en kötüsü Allah’ tan mahrum kalmanın azabını cehennem ortamında yaşayacaktır.

“ Onlar ateşin alevi ve kaynar sulardadırlar. Siyah dumanlı bir gölge içindedirler. O gölge ne serinlik verir, ne de fayda verir” (56-42) / “… Doğrusu biz zalimler için öyle bir ateş hazırlamışızdır ki duvarları onları çepeçevre kuşatmıştır. … Eğer yardıma çağırsalar, erimiş maden gibi yüzleri pişiren bir su ile yardımlarına koşulur… o ne kötü bir içecek, o ne kötü dayanma yeridir” (18-29) /Onlar kendileriyle, alabildiğine kaynar hale getirilmiş su arasında dolanıp dururlar” (55-44) / “ Kızgın bir Nar’a maruz kalırlar. Kaynar bir kaynaktan içirilirler” (88-45)  “ O vakit onlar, boyunlarında halkalar ve zincirlere bağlı olarak sürüklenirler. Kaynar ve kokmuş (irinli) sular içinde Nar da yakılırlar” (40-71/72) / “Sonra onlar için, bunun üzerine kaynamış kusuntu-irinli sudan içecek vardır" (37-67)

Buradaki “kaynar su” bir benzetmedir. Çünkü en sert metalin bile buharlaşarak yok olduğu bir ortamda bildiğimiz suyun olması asla mümkün değildir. Bu yüzden bu ifade bize bir gerçeği vurgulamak için verilmiştir. O işaret de güneşin ana yapısı olan çok yoğun “gaz yapısı” yani, “plazma sıvısıdır”. Bildiğimiz gibi “plazma”, tıpkı bir sıvı gibidir. Böylece “ateşin alevi ve kaynar su içindedirler” tabiriyle güneşin elektromanyetik dalga yapı ile tanecikli yapıdan oluşan plazma yapısına dikkat çekilmiştir. Ayetin birinde, “erimiş madene benzer su” denerek bu “sarımsı ya da kızılımsı” plazmayı açıkça tarif ettiği gibi, yine güneşin (dolayısıyla cehennemin) katmanlardan oluştuğunu haber vermektedir. Ayrıca su kelimesinin kullanılmasının bir diğer sebebi de, suyun kendisinde olduğu gibi, güneşin de çok büyük oranla Hidrojen (atom çekirdeği) ağırlıklı olmasıdır. Suyun tek bir molekülü de iki Hidrojen ve bir oksijenden oluşmaktadır. Aynı şekilde, “her şeyin kaynağının su olması ya da hayatın sudan meydana geldiği” yolundaki ifade de, yaratıldıktan yaklaşık iki yüz bin yıl sonra evrenin tek bir gaz ve toz bulutu halinde çoğunluğunun (%75) Hidrojen atomu olmasından kaynaklanmaktadır. Şu anda bile evrende yine en çok Hidrojen atomu bulunmaktadır.

Yine, bu plazmanın sıvı gibi olan yapısı dolayısıyladır ki, bir ayette “ denizler birleştirildiği zaman” denerek bir anlamda da “güneş plazma denizi” tarafından “sıvı ateş denizi” haline getirilen dünyanın, en son safhada “plazma sıvısı” haline dönüştürülerek güneşe katılması olayını bize açıklamaktadır. Böylece ayet, gerek çok yoğun ve her türden frekansın bulunduğu elektromanyetik dalgalara gerekse de çok yüksek enerjili, çok fazla elektrik yüklü (haliyle yoğun elektriksel alanlara) ve çok şiddetli (yoğun) manyetik alanlara sahip bu “plazma sıvısının” elektrik, manyetik ve elektromanyetik yapılı ruh bedenleri olumsuz yönde irrite ederek, o birimlerde fiziksel bir azabı oluşturacağını anlatmaktadır.

Ayetlerde geçen, “irinli-kusuntulu su” tabiriyle de nasıl ki, böyle bir şeyi gördüğümüzde bizi fiziksel olmanın ötesinde şuursal anlamda etkiliyor, psikolojimizi bozup düşünce dünyamızı bloke ediyorsa aynı şekilde, bu “plazma sıvısının” fiziksel etkilemesi dışında bellek dalgaları üzerinde oluşturacağı etkiyle bizi şuursal anlamda da çok güçlü sarsacağı, “boyunlarında halkalar ve zincirler bağlı olarak sürüklenecekler” sözüyle de bulunduğumuz katmanda ellerimizle, haliyle beynimizle yaptıklarımızın sonuçlarını, irade dışı, kontrolü bizde olmayan bir şekilde, o ortamdaki güçlü şeylere maruz kalarak alacağımızı söylemektedir.

Arınma işlemini her ne kadar cehennem yapmaktadır diyorsak da, aslında olaya genel anlamda yaklaşmakta olup daha detayıyla, arınma işlemini ortamdaki radyasyon yanında, yine Kur ‘an’da “Zebani” ismiyle işaret edilen Meleklerle birlikte, Hakikatin birtakım sırlarına vakıf olmuş, ama hadis gereği anne karnındaki 120. günde anti- çekim dalgalarının beyninden üretilmediği için Şaki hükmünde cehennem ortamında yer almak zorunda kalan başta Eflatun gibi birimler tarafından da gerçekleşecektir. O ortamın varlıkları olan Zebanilerin, arındırma işlevleri sırasında birimlerin bellek dalgalarına yani, birimin benliğine bağlı olan özelliklere yönelik etkileri yanında fiziksel olarak uyguladıkları etkiler de bulunmaktadır. Böylece birimler, şartlanma değer yargıları ve duygularına ters gelen haller ve olaylar, yaşamlar içinde kendini bulurlar. Bu da şuursal yönden otomatikman birimlerde acıyı oluşturacaktır, dünya yaşamında olduğundan daha fazla olarak. Arınma işleminde ruh beden ve ondaki bellek dalgalarına olan etkiler, şuurda kabz meydana getireceğinden dünyada yaşanmamış, kuvveden fiile çıkmamış Öze dönük bu bilgiler ruhta kayıtlı olsa bile, bilgi yollu fark edilen bu Hakikate dair birtakım bilgiler kullanım dışı kalacağından o ortamda birime fayda vermeyecek, hatta olan bu bilgiler birimde ayrıca bir azap da oluşturacaktır.

Birinci ayetin ikinci bölümüne geçmeden önce bir başka ayette , “ Göklerde (Semada) ve Yerde (Arzda) kim varsa, ister istemez kendileri de gölgeleri de sabah, akşam secde eder ” (13-15) denmektedir. Burada “gölge” tabiriyle yıldızların ve tüm gök cisimlerinin ve dolayısıyla tüm nesnelerin, varlıkların, ikiz yapılarının olduğunu ve o yapıların da var oluş amacına uygun (tam teslim) olarak kulluklarını yerine getirdiklerini, sistemde işlevler gerçekleştirdiklerini böyle bir şeyi yapmamanın ise mümkün olmadığını, olamayacağını anlatmaktadır. Ayrıca, bu ayet bize yıldızların ikiz yapılarından yayınlanan dalgaların varlığını, her bir yıldız ikiz yapısının diğer yıldız, gezegen ve varlıkların, nesnelerin ikizlerini, dolayısıyla maddesel yapılarını etkileyerek onlarında kendi boyutlarında işlevler yerine getirttiklerini, kısacası Astroloji İlminin varlığını bize göstermektedir. (elbette piyasadaki, herkesin anladığı astrolojiyi kast etmiyorum) (2). Konumuza geri döndüğümüzde, tıpkı bu ayetteki gibi, “ siyah dumanlı gölgeler” ifadesiyle de güneşin ikiz yapısını daha detayıyla, her bir Arz boyutuna karşılık gelen ikiz yapılarını anlatmakta olup ışın ve plazma yapısı dışında, diğer alt katmanlarında bulunmanın da bir fayda vermediğini kısacası, kaçılacak, sığınılacak bir fiziksel boyutun olmadığını bize söylemektedir. Çünkü o boyutlar da ateş yani radyasyon, ruhlara azap veren dalgalardan, daha geniş boyutlardan bakarsak dalga denizinden, okyanusundan (suyundan) oluşmaktadır.

Ayetin bu kısmını bir başka açıdan irdelersek, “siyah dumanlı gölge” tabiriyle yukarıda da değindiğimiz üzere şuur boyutuna işaret edilmektedir ki, bu şuur da, “selam” isminin işaret ettiği anlam açığa çıkmadığı farklı bir deyişle, bu bilinç, birimi selamete, feraha, kurtuluşa, özgürlüğe kavuşturan Nur boyutuna dönüşemediği için, birimlere, sahip oldukları o bilinç boyutlarının da fayda veremeyeceği anlatılmaktadır. Böylece maddi azaplardan sıyrılmak için sığınmaya çalıştıkları şuur boyutlarından da karşılık alamazlar, bilinçsel kayıtlılıkları nedeniyle. Bu yüzden “kendileriyle, kaynar su arasında dolanıp durmalarını”,  ruh bedenin plazma, radyasyon içinde çalkalanıp durması yanında, bir anlamda da maddesel kayıt ile maddeye dönük olan bu şuur arasında gidip gelecekleri şeklinde de düşünebiliriz. Bu arada, gerek mahşerde gerekse de cehennem ortamında gerçekleri görüp yaşamaları sebebiyle, “keşke toprak olsaydım” (78- 40) ya da “ elleri boyunlarına bağlı olarak sıkışık bir yerine atıldıkları zaman orada yok oluşu isteyip çağırırlar. Bugün bir yok oluşu çağırmayın, birçok kere yok oluşu isteyip çağırın” (25- 13 /14) şeklindeki söylemler de gerçekte, hem şuursal hem de maddi yapıları itibariyle kayıtlı oldukları durumdan, azap ve sıkıntıdan bilgisel olarak vakıf oldukları (ki, her birim ölümü akabinde özüne yapacağı şuursal yolculukla hakikatinin ne olduğunu bilecektir) Hakikatlarine, yokluğuna, Yokluğa sığınmaya çalışacaklarını ancak bunu başaramayacaklarını açıklamaktadır. Ayrıca, azabın birkaç tane olmayıp maddi ve manevi anlamda sayısız olarak bitmek tükenmek bilmeyen süreçler şeklinde var olacağını da bize bildirmektedir.(1) bkz. Din-bilim Soru ve Cevapları – 11., 12., 13. Bölümler.

(2) bkz. Bilim Ve Dinde Astroloji Gerçeği – Fizik

(kaynakça: İnsan Ve Sırları I, II / Evrensel Sırlar / Hz Muhammed Neyi Okudu / Okyanus Ötesi I / Dua Ve Zikir – Ahmed Hulusi)

 

 
 
İstanbul - 24.12.2008
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com