Kuantum ve
Din – 8

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

 

Sufizm, Din ile Bilimin, aynı şeyin farklı iki anlatımı olduğunu belirtmektedir. Bu durum, günümüz biliminin geldiği son noktada kendisini daha net olarak göstermektedir. Şimdi bununla ilgili daha başka örneklere geçmeden hemen önce, “Kararlı Dalga” kavramını görmeye çalışalım.

“Durağan (Kararlı) Dalga” kavramını “Olasılık Dalgaları” açısından “Dalgalar Ve Özellikleri – (7)” adlı makalemizde açıklamıştım. Burada ise, bu durumu temeldeki “Kuantum Alanı” ve bu “Alanın” dalgalanması açısından ele alacağım (bu “Alanla” ilgili detaylı bilgiyi de “ Evrenin Geometrisi, Karanlık Madde ve Boşluk Enerjisi "yazımızda bulabilirsiniz). Kısaca “ Durağan (Kararlı) Dalgaya” biz, tıpkı bir gitar teline bir defa vurulduğunda olduğu gibi (çeşitli dalga boyu uzunluğunda olabilen) bir dalganın, olduğu yerde aynı frekansta titreşmesidir diyebiliriz (1). Hatırlayacağımız üzere “Kuantum Alanlar Kuramına” (dolayısıyla Albert Einstein’ın E= mx c (üssü 2) formülüne) göre elektron, kuark, proton, nötron, … gibi bir tanecik de, gerçekte bu “Enerji Alanının” belli bir hacim içinde yoğunlaşmış, çeşitli frekanslardaki enerji titreşiminden başka bir şey değildi. Ve bu taneciklerin titreşim hızları da alt boyutta olmaları itibariyle çok yüksektir (blok halindeki hareketleri de aynı şekilde çok hızlıdır).

Ancak maddeyi oluşturmak üzere tanecikler boyut boyut birleştikçe her seferinde dalganın genliği büyürken, dalga boyları da kısalmaya (frekansları artmaya), blok halindeki hareket hızları da düşmeye başlar. Tam maddesel boyutta nesnelere ait olan dalga titreşimleri ve mekânsal hareketler ise, çok daha fazla yavaşlamaktadır. Dolayısıyla biz, madde boyutunun çok yoğun ve yavaş titreşmekte olan “durağan (kararlı) dalgalardan” oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu esnada, titreşim hızının azalması demek, zamanın akış hızının da azalması demektir. Bu sebeple, tanecik boyutlarında zaman hızlı akarken, maddesel boyutumuzda zamanın akış hızı algıladığımız biçimde oldukça yavaştır. Ayrı bir deyişle, “Kuantum Ve Mistisizm – 5 ” adlı makalemizde değindiğimiz gibi “Alanın”, big-bang adı altında dalgalanmaya başladığında zaman çok hızlı akarken, enerji yoğunlaştıkça akış hızı da orantılı olarak yavaşlamış ve günümüzdeki hızına ulaşmıştır.

İşte, algılayan değil, algılanan açısından (dıştan bakış açısına göre) bizlerin kendi bedenlerimizin de bulunduğu boyut itibariyle bu türden belli bir hacim içinde yoğunlaşmış ve yavaş titreşmekte olan “durağan dalga” yapıda olmasından ötürü, beyinlerimiz otomatikman maddeye dönük frekanslarla rezonans halinde (uyumlu bir biçimde) bulunmaktadır. Bu nedenle, kıskançlık, cimrilik, bencil davranışlar, mal, mülk düşkünlüğü, bedensel zevkler peşinde koşma, …vb. düşünce ve eylemler ya da şartlanma, değer yargıları ve duygular, bizleri hep maddeye dönük frekanslara mahkûm etmektedir. Algılanan açısından ele aldığımız bu olayı, algılananı oluşturan algılayıcı birim açısından düşünürsek, bu tür düşünce ve fiillerin, “Kuantum Potansiyeli” içindeki maddeye bağlı (dönük)”data’ların” (frekansların) deşifresini kökleştirdiğini, bunun da birimin her an dış (algılanan) dünyada var olduğu zannının sarsılmadan devamlılığını sağladığını, bunun sonucunda da kendi Hakikatini fark edip tanıyacağı yüksek frekanslı boyutlara dönüşümünü engellediğini görmekteyiz.

Anlaşıldığı üzere, Din adı altında bize tavsiye edilen emir ve yasakların bile, bir Tanrının kendi arzusuna göre ortaya koyduğu hükümler olmayıp tamamıyla beyinle, bedenle ve bunların boyutsal derinliğiyle de bağlı olan sistem ve düzenle yani, bilimsellikle ilgili olduğu görülmektedir. Bu nedenle Dinde, hem bu dünyada hem de ölüm ötesi boyutta birime maddi ve manevi zararlı, negatif etkiler oluşturacak düşünce ve eylemler günah, fayda getirecek, yararlı, pozitif oluşumlar oluşturacak düşünce ve fiiller ise, sevap olarak nitelendirilmiştir ki, Kur’an ve Hadislerde, bu etkiler hakkında en ufak detayına kadar oldukça çok bilgiler verilmiştir.

İslam Dininde Nübüvet yönlü anlatımlar, yani Nebinin işlevi yani, sisteme dönük, sistemin acımasız çarklarına karşın hem bu boyuta hem de ölüm ötesi boyuta dönük olarak hangi önlemlerin alınması gerekiyorsa ona dayalı çalışmalar, hep “Newtonsal Fizik” kapsamı içerisinde anlatılırken, Resulün işlevi olan Risalet yönlü anlatımlar da yani, birimin “özsel yaşam boyutu” yani, “Nefsinin Hakikatini” ya da “Mutlak Nefsini” bilme, tanıma ve yaşama ve Sisteme bu açıdan bakma ise, “Kuantum Fiziği” kapsamı altında anlatılmıştır. Böylece ayet ve hadislerin bir kısmı, Newtonsal (Klasik) Fizik kapsamında açıklanabilirken, diğer bir kısmı da Kuantum Fiziği ile açıklanabilmektedir.

Kur’an ve Hadislerdeki (bir Allah bir melek veya bir melek bir insan, …vs şeklindeki) ikili anlatımların sebebi de (boyutumuzdaki “durağan dalgaların” oluşturduğu) Klasik Fizik yasalarına göre veya daha temel boyutta yer alan “Kuantum Potansiyelindeki” Klasik Fizik yasalarına ait “data’lara” göre tanımlanmasından kaynaklanmaktadır. Yoksa gerçekte öyle olduğu için değil. Bu nedenle Kuantum fiziğiyle açıklanabilen konular, Newtonsal Fizik kapsamındaki bakış açıları ve verileriyle açıklanamaz. Mesela, Hz. Musa’ nın (a.s) asasını taşa vurması ve on iki pınarın çıkması, Resulullah’ın Rabbini genç bir delikanlı suretinde görmesi, Hz. İsa (a.s)’ın tekrardan yeryüzüne bulutlar içinde büyük görkem ve güçle gelmesi, Arz, Sema, Arş, Kürsü, Ruhül Kuds, Ruhu Azam, …vs gibi kavramlar ve hatta Resulullah’ın ayı ikiye bölmesi gibi hadiseler, Klasik Fizikle açıklanabilecek ve anlaşılacak şeyler değillerdir. Ancak bunlar, gerçeğine yaklaşım yapabilmek amacıyla Klasik fizik içinde sembolik olarak tanımlanabilirler.

Yeri gelmişken, bir Nebi’nin görevi gereği ortaya koydukları şeyler, Nübüvet ağırlıklı olup Risalet yönü çok çok azken, bir Resul de Risalet ağırlıklı olarak ortaya çıkar. Veliler ise, Resulün Risalet Kemalatından beslenen Şuur yapılarıdır. Nebi ve Resullerde “Vahiy”, Velilerde ise “İlham” vardır. Kur’an’da peygamber kelimesi ise hiç geçmez. Bu nedenle Teistik anlayışlı Kur’an meallerinde, birçok kavramda olduğu gibi, bu kavramların işaret ettiği boyutsal derinlikleri de olan anlamların da üstü kapanmakta, sonuçta Kur’an, hayali bir Tanrının gönderdiği bir Kitap haline dönüşmektedir. Kur’an, ya Resul’den ya da Nebi’den bahseder. Bunlardan ise, kimi Nebidir, kimi Resul, kimi de hem Resul hem de Nebidir. Hem Nebi hem de Resul olanların zirve boyutunda olanlar ise, “Ulul Azim” (2) ismiyle anılırlar (bu “Ulul Azim” olarak ifade edilenlerin içinde en zirve isim ise, Hz. Muhammed (s.a.v)’ dir. O, hem Nübüvetin hem de Risaletin zirvesidir. Yeryüzünde yaratılmış hiçbir varlık onun üzerinde olmamış, kıyamete kadar olamayacaktır). Her bir Nebi de, batınında aynıyla Resuldür. Bununla birlikte Resul ve Nebiler, batınlarında aynıyla Velidirler, Velilerin Üst Sınıfına mensup olarak. Yani istisnasız her Resul ve Nebi, tabanda “Mardiye Nefs Bilincine” sahiptirler. Bu nedenle hepsi, ölüm ötesinde Velayetiyle yaşarlar. Nebiler, insanları ölüm ötesi hayatı konusunda uyarırken, Resuller de insanları Hakikatleri konusunda uyandırmaya çalışırlar. Yani Nebiler uyarır, Resuller ise, uyandırır.

Dolayısıyla ibadet adı altındaki çalışmalar, Cehennemden kurtulup Cennet boyutunun asgari düzeyinde yer almak için belli düşünce ve fiillere dayalı eylemler ile Hakikatinin İlim ve Kudretini keşfedip bunlarla tahakkuk ve tasarruf etmeye dönük çalışmalar olmak üzere iki kısma ayrılır. Risalet boyutu, Nübüvvetin işaret ettiğinin Batın boyutudur. Bu nedenle Nübüvvet, Risaletin kapsamı altındadır. Risaletin temeli Nübüvvete dayalıdır. Daha doğrusu, Risalet boyutunda Nübüvvet, bir Hüküm olarak mevcuttur. Dolayısıyla bir Veli (Velayet kemalatına adım atmış bir birim) sisteme ters hiçbir harekette bulunmaz, kendisiyle çelişmez. Ayrıca, Nübüvvet işlevi ve çalışmaları, “Newtonsal Fizik” kapsamında maddesel dünya ile sınırlı iken (ölüm ötesinde namaz, oruç, zekât, hac, …vs yoktur) ve bu Hz. Muhammed (s.a.v) ile son bulmuşken (ondan sonra kıyamete kadar hiçbir zaman Nebi gelmeyecektir), Risalet işlevi de Kuantum boyutu kapsamında Şuursal Boyuta dönük olduğundan ve bu durumun da bir sonunun olmadığından bu işlev, yeryüzünde kıyamete kadar, ölüm ötesi boyutta ise, sonsuza dek geçerliliğini sürdürecektir, Velayet kapsamında olan Risalet Kemalatıyla. Bu nedenle Resuller her dönemde yeryüzünde mevcuttur.

Özetlersek, bir Veli, eğer şeriat getiriyorsa “Nebi”, Şerait getirmeyip insanların Hakikatleri doğrultusunda yaşamaya davet ediyorsa “Resul”, böyle bir görev almamış ise “Veli” olarak adlandırılır. Bununla birlikte Resul ve Nebiler her şart ve zamanda Velilerin önündedir. Velayetin en zirve ismi ise, İmamı Mehdi lakaplı kişidir. Zahir yönüyle bizler gibi bir kişi, ancak Şuursal yönüyle tüm Evrenselliğin tamamını kapsayan bir Bilinçtir. Hz. Muhammed (s.a.v)’in Aynasıdır. Dolayısıyla bu İki “İnsan” “Ruh Adlı Meleğin” yeryüzündeki temsilcileridir. “Yeryüzü İnsanı Kamilleri” esasta bu iki kişidir. Dolayısıyla “Hiçlik Boyutu” değil, “Mutlak Hiçlik (Ahadiyet) Boyutunda” yer alırlar (bunların hemen ardından gelen beş “İnsanı Kamil” ise, “İnsanı Kamil” boyutunu algılayan “İnsanı Kamiller” olarak bilinmektedir). Gerçekte “Abdullah” (Allah’ın Kulu) da bunlardır. Bu ise, sıradan bir kulluk veya bir boyuta tekabül eden bir kulluk değil, “Ahadiyet” boyutuna tekabül eden bir Kulluktur (sadece bu durumu değil, diğer Risalet, Nübüvvet ve Velayet Kemalatlarını da, sonsuz- sınırsız “Kuantum Potansiyeli” ve bu “Potansiyeldeki” “Hiçlik” ile bunun dayandığı “Mutlak Hiçlik” açısından da düşünmek gerekir). Bu sebeple Mehdi Lakaplı O “Zat da” Risalet Kemalatıyla açığa çıkacaktır. Yani O da, Resul olarak, Risalet işleviyle ortaya çıkacak, kendisinde açığa çıkan “İlham” ile de görevini ifa edecektir (bkz. “Din – Bilim Soru Ve Cevapları – 16” ) (3).

Bu arada yeterince ya da hiç anlaşılamayan bir konu da, Allah’ın “ol” demesiyle her şeyin bir “an’ da” (“an” içinde) var olması durumudur. Teistler bunu, sistem ve düzen içinde değerlendirerek Tanrının dilediğinde yani, gücü ve kudreti her şeye yettiğinden her an mantıksız, sistemsiz bir oluşumu gerçekleştirebileceğini düşünmekte, bunu da Tanrı’nın sistemle kayıtlı olmadığının gereği olduğunu söylemektedirler. Oysa bu durum sistem açısından, sistem içinde olan bir hal değildir. O zaman sistem diye bir şey oluşamazdı. Ayrıca bir ayette de, “Allah’ın Sistem ve Düzeninde (Sünnetullahında) asla değişiklik yoktur (yani kesinlikle olamaz)” denerek bu duruma işaret etmektedir. Keza “Allah’ın her an yeni bir şan’da (tecellide) oluşu da” varlığa nispetle Allah’ın her boyutta ve her an yeni, yeni sistemler oluşturduğunu, sistemsizlik diye bir şeyin olamayacağını belirtir. Dolayısıyla Allah bir Tanrı olamayacağına göre “ol dedi, oldu” ayetinin anlamı, “Dilediğini Yapar” veya “Yaptıklarından Sual Sorulmaz”, ya da “Biz Her şeyi Kaderiyle Halk ettik” …vb. ayetleri hükmünce Allah’ın İlminde (İlim Boyutunda) İrade ettiğini, dilediğini istediği şekilde meydana getirmesidir. Başka bir deyişle İlminde, “an” içinde tüm bunları oluşturup bitirmesi ya da seyretmesidir. Allah, tüm sonsuz âlemleri (evren içere evrenleri, Kainatı) İlminde “Ruh Adlı Melek”, diğer bir ismiyle “İnsanı Kamil” adı altında seyrettiği içindir ki, âlemlere, varlıklarına, kısaca tüm Sistem ve Düzene muhtaç değildir, olamaz. İlmindeki tüm bu şeyler, uzay-zaman daha geniş anlamda uzay- zamanlar şeklinde açığa çıktığında ise, sistem ve düzene bağlanır (bkz. “Din- Bilim Soru Ve Cevapları – 4” ).

Böylece sonsuz Sistem ve Düzende, hokkabaz değneğine asla yer yoktur. Zaten sisteme baktığımızda Teistlerin dediği bir olay, bir durum da görülmemektedir. Tüm boyutlarıyla sistem, birbirlerine bağlı bir biçimde tıkır tıkır işlemektedir. Sistemin göremediğimiz, algılayamadığımız yanının olması, sistemsizliğin olduğu anlamına da gelmemektedir. Çünkü yukarıdaki ayette de belirttiğimiz üzere o boyuttan olaya baktığımızda ayrı bir sistem ve düzenin veya düzenlerin var olduğunu görürüz. Hal böyle oluca mucizeler de Teistlerin ifade ettiği gibi bilinmeyen, çözümlenemeyen, bilinmesi mümkün olmayan sistemsiz bir biçimde bir anda oluşan bir şey değil, tamamıyla sistem içinde var olan bir mekanizmanın açığa çıkışıdır. Resul ve Nebiler, ortaya koydukları mucizelerle de bizlere Sistemin belli bölümlerinin işleyişi hakkında bilgi vermektedirler. Bu nedenle ahir zamanda artık Mucize ve Keramet beklentisinin bir anlamı kalmayacaktır (elbette anlayana). Çünkü bilim, tüm bunların sistemini açıklamakla kalmayıp ilgili olanları teknolojiyle de gösterecektir, tıpkı bugün bir kısmının gerçekleştirildiği, diğer kısmının da gerçekleşeceği üzere. Çok daha önemlisi, bugün bizler, Zahir İlmiyle elde edemediğimiz, edemeyeceğimiz Batına ait olan gerçekleri de Batı Bilimi ile anlamaya çalışıyoruz (ya da batı bilimi ile Batına ait gerçekler, açığa çıkmaya, anlaşılmaya başlanmıştır).   

Kenan Keskin

(Yararlanılan Kaynaklar: Tek’in Seyri, Kendini Tanı, Allah, İnsan Ve Sırları – II, Yenilen, Sistemin Seslenişi – II, Akıl Ve İman – Ahmed Hulusi / O, İnsanı Kamil, Hiç, Esma Terkibi, Her Katmanın Ayrı Bir Anlamı Var, Çok Boyutlu Sistem – Ahmed Fevzi Yüksel )

(1) Bir dalganın enerjisi, genliği, frekansı ile doğru orantılı iken, dalga boyuyla ters orantılıdır.

( http://hyperphysics.phy-astr.gsu.edu/hbase/waves/imgwav/strhar.gif)

(2) “Ulul Azim”  adıyla bilinen Resul Ve Nebiler, Hz Âdem (a.s), Hz Nuh (a.s), Hz İbrahim (a.s), Musa (a.s), İsa (a.s) ve Hz Muhammed (s.a.v)’ dir.

(3) Resullük, Nebilik ve Velayet Kemalatları konusunda daha detaylı bilgi için, “Tek’in Seyri” ile “Akıl Ve İman” kitabında ilgili bölümlere bakabilirsiniz.

 

 
 

Kenan Keskin
İstanbul - 17.02.2011
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com