Kuantum ve
Din – 6

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

 

Agnostisizim: Eski Yunan’a dayanan bu felsefe, insanların bilgilenmeyi duyuları ile elde ettiğini, dolayısıyla duyu dışındaki bilgi hakkında yorum yapamayacağını bu nedenle de bir yaratıcının var olup olamayacağının hiçbir zaman ve biçimde bilinemeyeceğini söylemektedir. Çünkü onlara göre, yaratıcının varlığını ve yokluğunu ispat edecek veriler bulunamadığından “Yaratıcının var olduğu” veya “Yok olduğu” ifade edilemeyecektir. Yani bu iki temel düşüncenin ortasında yer alan felsefik bir görüş. Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki, yaratıcı derken de kesinlikle Dinlerin bildirdiği yaratıcı kast edilmemektedir. Haliyle Dinlere de inanmazlar. Eğer yaratıcı varsa bunlardan tamamen farklı bir varlık olması gerektiğine inanırlar. Oysa sadece, insan duyularının sınırlı olmadığına ilişkin kesin bilimsel veriler ile Kuantum Fiziğindeki, “birimde, tüme ait olanın aynen mevcut olduğu” gerçeğini göz önüne alsak bile bu felsefenin geçersiz olduğunu bizlere göstermesi için yeterlidir. Kaldı ki, bir yaratıcının bulunması halinde gerekli çalışmalar yapılmadığı için birimin kendisini azap ortamında bulması gerçeği de, daha başından bu düşüncenin iflası anlamına gelmektedir.

Nihilizm (Hiççilik): ilk çağda ortaya konmuş olan bu felsefeye göreyse özetle, gerçekte varlık yoktur, varlık gerçek değildir. Her şey tamamıyla bir hayalden ibarettir. Asıl olan yokluktur, Hiçliktir. Var olsa bile o varlığın bilinemeyeceğini, bilinse bile, bildirilemeyeceğini de ifade etmektedir (bu son iki görüş, ilk görüşle bayağı çelişmektedir). O yüzden her değeri, her gerçeği ve her şeyi reddederler. Gerçekte her şey bir Yokluktan, Hiçlikten ibaret olduğundan Mutlak Varlık diye bir şeyden de bahsedilemez (bir defa ortada olan sistem ve düzenin inkarı var. Bu Sistem neyin nesi, neden, niçin yokluk değil de varlık söz konusu olmuş? Hiçlik kavramını tam olarak tanımlayamadıkları gibi, “Mutlak Hiçlik” Kavramından da haberleri yok). Varlık, bir varlığın varlığına bağlı olarak mevcuttur. Bu yüzden bu felsefede, varlıktan bağımsız bir varlık söz konusu olamaz (Kuantuma ait sadece bir iki özellik mevcut, fakat diğer özelliklerin hiçbiri yok, Kuantum Potansiyelinin adı bile yok, üstelik içermediği o özelliklerle de çelişmektedir). Nasıl ki rüyalarda görünen varlıklar gerçek olmayıp rüyanın sona ermesiyle o varlıklar ortadan kalkıyorsa, insanlar da öldükten sonra her şey sona ermekte, yokluğa geri dönmektedir. Bu nedenle metafizik (yani alt) boyutlar ve varlıklar, dolayısıyla Ruhun varlığı ve ölümsüzlüğü, haliyle Dinler de geçersizdir. Geçmişin de bir anlamı olmayıp sadece ve sadece o anın bir önemi bulunmaktadır. Çünkü her şey boş, amaçsız, gelip geçici olduğundan yaşamı çok ciddiye almanın da bir anlamı yoktur (geçmişin, geleceğin ve yaşamın bir anlamı yoksa şu anın da bir değerinin olmaması gerekmez mi?). Bununla birlikte, Mutlak bir bilgiden, hatta doğru bilgiden bahsedilemeyeceğini, dolayısıyla Bilimin dahi asla her şeyi (evrenin ve insanın var oluşunu) çözemeyeceğine inanmaktadırlar (sanki bilimsel veriler onların söylemlerini onaylıyormuşçasına konuşuyorlar. Oysa durum bunun tam tersi. Kaldı ki, kabul ettikleri bilim de gerçekte yok değil miydi?). Ahlaki değerlere, toplumsal kurallara da pek değer vermezler, onların da geçici ve gerçek olmamalarından ötürü. Böylece mevcut düzen ve değerlerle birlikte her bir şeye karşı çıkarlar (varlıklarının ve bu düşüncelerinin devamı, içinde yer aldıkları düzene bağlı değil mi? Ayrıca kendileri ve aileleri için de bu durumu düşünebiliyor, bunu yaşantılarıyla da ortaya koyabiliyorlar mı? Elbette hayır).

Bu son iki felsefenin daha fazla kritiğini, hatta “Kuantum”, “Kuantum Potansiyeli”, “Hiçlik” ve “Mutlak Hiçlik” açısından değerlendirilmesini size bırakıyorum. Çünkü Mutlak Sistem ile Hakikati göz önüne alarak düşündüğümüzde bunlardaki daha fazla eksiklikleri, dolayısıyla yanlışlıkları, çelişkili ifadeleri, yaşamın gerçekliği ile olan kopukluklarını ve açıklık getirilemeyen çoğu şeyi artık rahatlıkla görebiliriz (yazı dizisi boyunca bunlara da cevap teşkil edecek oldukça noktaya değinmiştim). Ancak yine de iki noktaya değinmeden geçemeyeceğim. Bunlardan ilki, Nihilizmin, temel dayanağı olan “Hiçlik ve varlığa” bakışı ile Sufizmin belirttiği “Hiçlik ve varlık” ilişkisi kesinlikle aynı şeyler değillerdir. Aralarında dağlar kadar farklılıklar bulunmaktadır. İkincisi ise, Boyutlar, Boyutlar arası farklılıklar ve aralarındaki ilişkiler hiç belirtememektedir, çünkü yok sayılmaktadır. Ayrı bir deyişle, hangi boyutta hangi anlayışın geçerli olduğu üzerinde hiç durulmamış. Bu yüzden de maddesel boyuttaki işleyiş görülmeyip daha üst boyuta ait olan bir gerçek, sanki o maddesel boyutta işlevsel haldeymiş gibi kabul etdilmektedir. Kısacası varlığın hangi boyut itibariyle gerçek, hangi boyut itibariyle ve neye göre hayal olduğunu ayırt etmemiz gerekir. Madem her şey hiç ise, elini ateşe soktuğunda da elinin yanmaması gerekir. Demek ki, elin yandığı bir boyut da varmış.

Bugüne kadar dünyada yaygın olan temel felsefik görüşlere baktığımızda ise, hepsinin, önemli bazı bilimsel veriler de dahil, birçok şeyi reddetmeleri veya kabul etmemeleri ya da görememeleri sebebiyle, “Mutlak Gerçeğin” sadece belli bölümlerini doğru tespit edebildiklerini geri kalanına ise bu bilgilere göre tanımlama getirdiklerini görmekteyiz. Tıpkı meşhur bir hikayedeki, körlerin bir filin çeşitli organlarını tutup tespit ettikleri o organa göre o filin ne olduğu konusunda tanımlamalar yapmaları gibi. Haliyle, onlar fili ne kadar doğru tanımlayabiliyorlarsa, bu felsefeler de Hakikati ve Onun Sistem ve Düzenini o kadar doğru tanıyabiliyor demektir. Oysa tüm bunlara karşın, (İslam Dininin verilerini en derin boyuttan ve en geniş bir biçimde açıklayan) İslam Sufizmi, “Kuantum” ve “Kuantum Potansiyeli” boyutunu tek tek tanımladığı gibi, gerek “Hiçlik Boyutunun” gerek “Mutlak Hiçlik Boyutunun” ne olduğunu, yanı sıra da “Mutlak Hiçliğin”, diğer üç boyutla olan bağlantısını ve bu üç boyutun da yukarıdan aşağıya doğru birbirleriyle olan ilişkilerini bir bir açıkladıklarını göstermiştik. Yeri geldikçe daha da detaylı olarak göstermeye devam edeceğiz. Bu nedenle İslam Sufizminin diğer felsefelerden en önemli farklılıklarından biri, istisnasız, hangi seviyeden olursa olsun tüm sorulara cevap verebilmesidir.

Bu arada “bu felsefik görüşleri, akımları bilmek bizlere ne kazandırır?” diye bir soru sorulabilir. Gerçekten de bu çok önemli bir sorudur, çünkü şeytanlar, ölüm anının hemen öncesinde insanların imanını almak üzere onlara musallat olacak, çeşitli fikir ve algı oyunlarıyla biz tüm insanları epeyce zor durumda bırakacaklardır. Bu nedenle şeytanlar,“… bu dünyada ne hal ile ölürseniz o hal üzere baas olursunuz” hadisi hükmünce, insanların sonsuz geleceğini ve idrak düzeyini belirleyecek olan son kayıtların negatif yönlü olarak yüklenmesini sağlamaya çalışmaktadırlar. Son anda “Kelime-i Şehadet” getirmenin ne kadar büyük bir nimet olduğunu burada görmüş oluyoruz. Bununla birlikte zamanı tam olarak bilinmese de çok güçlü olan işaretlerden pek uzak olmayan gelecekte açığa çıkacağı görülen “Deccal” lakaplı şahsiyet de anlattığımız tüm bu felsefelere uygun paralel söylemlerle ortaya çıkacağından ve söylemlerinin doğruluğuna ilişkin olağan üstü İstidraçlar sergileyeceğinden, insanların büyük çoğunluğu tarafından çok rahat kabul görecektir.

Buna karşın Resulullah’ın soyundan olan ve “Zati İlimle” ortaya çıkacak olan “Mehdi Lakaplı”  O Zat ise, tüm bu felsefelerin dışında farklı ve çok çok üzerindeki bir anlayışla, yani Resulullah’ın sembol ve mecaz ağırlıklı olarak ortaya koyduğu “Allah Kavramı” ve “Onun İlminde yarattığı Sistem ve Düzeni” günün en zirve Batı İlmiyle açıklayacağı için, anlattığımız felsefik akımlarla kayıtlı, şartlanmalı insanlar tarafından önceleri anlaşılamayacak ve reddedilecektir.

İslam ve Sufizmi: Sufizmin ayet ve hadislere dayandığını, günümüz bilimsel verileriyle aynı şeyleri dillendirdiğini, dolayısıyla dinsel verilerin bilimsel karşılıklarına çeşitli yazılarımızda fazlasıyla değinmiştik. Bunlara tekrardan değinmenin bir anlamı yok. Ancak bazı noktaları hatırlayarak olaya farklı açılardan bilhassa “Yenilen Modu” açısından yaklaşmaya çalışalım. Şimdi öncelikle bunlarla ilgili bazı ayet ve hadislere bakalım. Ayetler, “Allah, Ahad (sonsuz-sınırsız Tek), Samed (hiçbir merkezi dolayısıyla bir sınırı bulunmayan, kendisine bir şeyin girmesi ve çıkması olmayan Som bir Tekillik), doğmamış (bir şeyden meydana gelmemiş) ve doğurmamıştır (kendinden ayrı bir şey de meydana getirmemiştir), O’nun Dengi de yoktur” (İhlas Suresi), “Şahittir Allah kendisinden gayri bir Tanrı olmadığına (3 – 18)”, Allah’ın Veçhi dışında her şey helak olucudur (sonra olacak değil, boyutsal olarak düşündüğümüzde şu anda bile öyledir) (28 – 88)”, “Yerleri, Gökleri ve İkisi arasındakileri Hak (Hak, bütün İlahi İsimlerin bir bütün halde bulunduğu mertebenin adıdır. Dolayısıyla Hakk’ın dışında başka bir şey olmadığını belirtiyor) olarak yarattık (15- 85)”, “Allah’ı hakkıyla idraka çalışmadılar (6 – 31)”, “ Hiç Şüphesiz şirk (Allah yanı sıra Tanrı oluşturma) en büyük zulümdür (31 – 13)”, “Allah, şirk hariç, her şeyi bağışlar (4- 48)”, “Evvel (öncesiz), Ahir (sonrasız), Zahir (görünen) ve Batın (görünmeyen), O dur (yani, algılanan, yada algılanmayan her şey O dur) (57 – 3)”, “İbadından bir kısmı O’na cüz oluşturdular. Muhakkak ki insan gerçeği örtücüdür (43 – 15)”, “ Nefislerinizde mevcut olan O, hâlâ görmüyor musunuz? (51 – 21)”, “ Siz nefsinize hesap vereceksiniz, hesap görmeye nefsiniz yeter (17- 14)”, “ Nefsini arındıran kurtuldu (91- 9)”, “Her ne yana dönerseniz Allah’ın Veçhini (suretini, mana suretini) görürsünüz (2 – 115)”, “Hayalini ve hevasını (zannını) İlah (Tanrı) edineni gördünüz mü? (45– 23)”,  “Allah, de, ötesini bırak (6- 91)”, “Allah yanı sıra İlah (Tanrı) oluşturma, sonra aşağılanmış ve kendi başına bırakılmış olursun (17 – 22)”, “Attığında Sen atmadın, atan Allah’tı (8 – 17)”, “ Allah’ın eli, onların eli üzerindedir (48 – 10)”, “Allah boyasıyla boyanın (2 – 138) (Allah’ın Ahlakıyla Ahlaklanın - Hadis)” , “ Sizdeki istek Allah’ın istemesidir (yani, siz isteyemezsiniz, isteyen Allah’tır) (76 – 30)”, “ Sizi ve yaptığınız fiilleri Allah yarattı (37- 96)”.

Bazı Hadisler ise, “Allah var idi. Ve onunla birlikte hiçbir şey yok idi (Hadis). Bu “an” o “an”dır Hz. Ali (ra)”, “İnsanlar uykudadır, ölünce (Şuursal anlamdaki ölümden yani, Hakikatinı fark edişten bahsediyor) uyanırlar”, “Ölmeden önce ölünüz”, “Beni gören Hakk’ı görmüştür”, “Nefsine Arif olan, Rabbine Arif olur”, “Ben Rabbimi (Allah’ı değil) genç bir delikanlı suretinde gördüm”, “Allah ya da Rahman Adem’i kendi sureti üzerine (elbette fiziksel bir suretten bahsetmiyor)  yarattı”, “Zerre, Külün (Bütünün) Aynasıdır (Zerrenin toplamı bütündür değil)”, “Zahiri Arş, Rahmanın gölgesi, İnsani Arş da Allah’ın gölgesidir”, “ Allah nerededir sorusuna Resulullah – Mümin Kullarının Kalbindedir – cevabını vermiştir”.

İslam iki temel nokta üzerinde durur. “La ilahe illallah” sözünün anlamı ile “B Sırrının” anlamına. İlkini detaylı olarak “ Ahmet Hulusi’nin, Allah” kitabından okuyabilirsiniz. Buna kısaca değinirsek, “La ilahe illallah” cümlesi Tanrı ve Tanrılık kavramının var olmadığını, tüm sonsuz varlığın (boyutsal anlamda) öncelikle sonsuz-sınırsız Tek bir yapı (Kuantum Potansiyeli) halinde mevcut olduğunu, (yine boyutsal anlamda) sonra da bu yapının Zat’a göre hayal olduğunu (Zatta yapı diye bir şey olamaz), çokluk kavramının ise, “Uluhiyet kavramı” (Allah isminin karşılığı olan Uluhiyet Kavramı, tüm boyutları içine alan bir kavramdır) içinde değerlendirilmesi gerektiğini bize söyler. Dolayısıyla “Çokluk Boyutu” Tekliği bölen bir durum değildir. Kısacası iki temel boyut vardır, “Zat” yani, “Ahadiyet Boyutu (Mutlak Hiçlik)” ile “Kuantum Potansiyeli Boyutu”. Kuantum Potansiyeli boyutu da, “Dalgalanmamışlık” ve “Dalgalanmışlık” Boyutu olarak iki boyuta sahiptir. Nari ve Maddesel boyutlar ise, Suretler boyutu adı altında Kuantum Potansiyelinin Dalgalanmışlık boyutunun projeksiyonu olan ve yine “ bir tür Dalgalanmalardan” oluşmuş boyutlardır. Dolayısıyla bu “projeksiyon olmuş boyutun da” Durgun (Dalgalı olmayan) yanı bulunmaktadır. Suretler boyutunun, Kuantum Potansiyeli boyutunun projeksiyonu olması sebebiyle, İlmi boyutları bu Potansiyeli Boyutun Dalgalanmamışlık Boyutunda düşünmemiz gerekir. Ancak Kuantum Potansiyelindeki dalgalarda kodlu olan sonsuz varlık da Kuantum Potansiyeli içinde olmalarından dolayı, yine İlim Boyutu içindedir, İlmin bir boyutundaki İlmi Boyut olarak. Bu sebeple her şey (sonsuz varlık oluşumları) gerçekte Kuantum Potansiyelinde yaşanmaktadır. “Ahadiyet İlmi” ise, “Mutlak Zat” Boyutudur. Bu yüzden Dinsel veri adı altındaki tüm kavramları bu ana boyutlarda, boyutlar içinde tek, tek bulmamız gerekir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, “Kuantum Potansiyeli” tamamıyla Soyut boyuttur. “Zat” ise, Soyutluluğu bile kabul etmez. “Zat’i Boyut” derken de, Varlığa nispetle olan bir tanımlamadır. Gerçekte, “Mutlak Hiçlikte”, kendi ismi gibi, boyut kavramı da geçersizdir.

“B Sırrına” gelince,Kur’an’ın sırrı Fatiha da, Fatiha’nın sırrı Besmelede, Besmelenin sırrı da başındaki “B” dedir. Ben, O “B” nin altındaki Noktayım”  diyen Hz Ali(r.a), bu “Nokta” sırrına işaret etmektedir. “B Noktası”, Sonsuz- Sınırsız Kuantum Potansiyeli boyutunun da dayandığı “Zati Noktadır (Ahad’dır) (Hiçlik değil, Mutlak Hiçliktir)”. “Zat’ın” kendi içindeki tecellilerini de içerecek şekilde tüm boyutları kapsar (anlatım sadedinde, “Ahad, direkt değil, “Hu’ nun” vasıtasıyla Sıfat ve Esmaların toplu olarak bulunduğu “Data” boyutuna tecelli etmekteydi).

“ B sırrı” anlayışıyla Tanrı ve Tanrılık sistemi ortadan kalkar. “B sırrıyla” Kur’an’ı Okuyan, Tanrının gönderdiği Tanrı kitabını değil, kendi derinliğindeki (boyutsal uzantısındaki) Kâinat Kitabını Okur. Bu arada birim kendisini Kuantum Potansiyeli boyutunda tanıdığı zaman, bulunduğu boyuta göre tümü değerlendirir. Yani tüm boyutlar, “Zati Noktadan (Noktasından)” kapasitesi oranında açığa çıkar ki, bu da zamansızlık ve mekânsızlıktaki boyutsallığı oluşturur. “B Sırrıyla” Besmelenin anlamı yani, bir işe başlanıldığında ya da Kur’an okunmadan önce Besmele çekilmesinin birinci anlamı ise, Elmalı Hamdı Yazır’ın ifadesiyle, “Ben bunu O’nun namına, O’na hilafeten, O’nu temsilen, O’nun bir aleti olarak yapıyorum, bu iş hakikatte benim veya başkasının değil, ancak O’nundur” demektir. İkinci anlamı da, eğer bir iş yapılıyorsa, o işten daha fazla fayda temin etmek, daha kolay ve rahat başarabilmek için öncesinde güç kazanma, eğer ayet veya dua okunuyorsa, öncesinde enerji takviyesiyle birlikte o şeyi dikeysel ve yataysal anlamda daha fazla anlamayı, kavramayı sağlamak amacını taşımaktadır. Kur’an ayetlerine “B” anlayışıyla baktığımızda misal vermek açısından birkaç ayet ise, şöyle Okunmaktadır.

Ey İman edenler, “B Sırrıyla” Allah’a İman Ediniz”, (4 – 136) / Gerçeği örtenlerin Hakikati olarak, Allah onları kapsamaktadır” (2 -19) “Allah şeylerin kendisinde olarak her şeyi bilir” (64 – 11) / “Allah onların yaptıklarının meydana getiricisi olarak yaptıklarını görmektedir” (2 – 96) / “Şüphesiz ki Allah, insanların Hakikati olarak Rauf ve Rahimdir”/ “ Ne iyilik yaparsanız kesinlikle Allah, Onun Hakikati olarak yaptığınızı bilir” (2 – 215) / “Allah yaptıklarınızın ve oluşturucusu olarak yaptıklarınızdan haberdardır” (3 – 180) / “Şüphesiz ki Allah, Kalplerin Zatı olarak içinizdekini bilir” (3 – 119/154) /“Sen olarak onların üzerine şahidiz” (4 – 41) /“ Onlarla Mukatele yapın ki, Allah elleriniz olarak onlara azap  versin” (9 – 14) / “O, yaratılmışların tümünde var olduğundan yarattıklarını bilir” (36 – 79)

Sufizmin dikkât çektiği önemli bir nokta da, görünen ya da görünmeyen çokluk boyutunun, Allah’ın Esma bileşenlerinden meydana gelmesi ve bununda “Salt Esma” ya dayanması sebebiyle Allah, “Alemlerin Rabbi (Rabbül Alemin)” iken (Allah o boyut itibariyle Rab ismini alır. Dolayısıyla Rab, Allah’tır. Ancak Allah, Rab değildir, olamaz da. Bu boyut farklılıklarına çok dikkât etmemiz gerekir), Allah, “Nokta (Esma Mertebesi)” İtibariyle Âlemlerden beridir. Temel Öz Boyutu itibariyle ise, “Zatı Yönüyle” Âlemlerden yani, “Esma Bileşimleri” ve Onun kaynağı olan “Salt Manalardan” beridir, onunla kayıtlı değildir (bu durum her bir boyut ve onun bir üst boyutu için de geçerlidir) (1). Kur’an da bu durum, “Allah Âlemlerin Rabbidir”, “Allah Âlemlerden Ganidir” şekliyle ifade edilmiştir. Görüldüğü gibi bu da Tanrı ve Tanrılık sisteminin mevcut olamayacağını bize göstermektedir.

(Yararlanılan Kaynaklar: Allah, Kendini Tanı, Akıl Ve İman, İnsan Ve Sırları – 1, Tek’in Seyri, Dua Ve Zikir, Yenilen – Ahmed Hulusi / Vikipedia)

(1). İlahi İsimlerin (Salt Data’nın) hükümlerini açığa çıkartma özelliğine “Rububiyet”, bu mertebenin sahibine ise “Rab” denir. Başka bir deyişle, Ef’al (Çokluk) boyutunu meydana getirmesi ve bu boyutta her an tasarruf etmesi sebebiyle Allah, “Rab” ismini alır. İlahi İsimlerin (Salt Esmaların) bütün halde bulunduğu mertebenin adı ise “Hak”tır. Esma mertebesidir (Salt Data ya da Nokta Boyutudur). Allah bu boyutta da “Hak” ismini alır.

 

 
 

Kenan Keskin
İstanbul - 12.01.2011
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com