Dalgalar ve Özellikleri -6-

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

Bizler, eğer görünebilen ışınlara ait frekansal aralık dışında kalan dalga boylarını değerlendirebilseydik nesnelerin radyo, mikrodalga, kızıl ötesi, mor ötesi, X ışınları bandındaki yapılarını da görebilirdik. Bilemediğimiz dalga boylarının, çözünürlülük gücü oranındaki deşifresiyle birlikte ise, görüşümüz daha da keskinleşerek kendi planetimiz ya da diğer planet ve yıldızların ikizlerini, bu ortamların kendine has ışınsal varlıkları ile o boyutta yer alan çeşitli suretlere bürünmüş melekleri de çeşitli şekillerde algılayabilir veya direkt görebilirdik. Elbette tüm bunlar, her şeyin aslı olan Enfüsi boyutta bulunan girişim desenindeki hareketli dalgaların dönüşümleriyle, eş zamanlı olmaktadır. Ve yine, boşluk olarak algıladığımız hava, uzay içinde her biri bir mana, şuur ihtiva eden sayısız frekanslardan oluşmuş dalgaları görür, bu dalgaların (E-M) dalgalarından oluşan üç boyut görünümlü nesneleri, zaman içinde ya da bir anda nasıl etkileyip onları (frekansal) dönüşüme uğrattıklarını müşahede ederdik. Biz, beynimizdeki yeni hücre gruplarını devreye sokmak suretiyle, meleki tesirleri yani çeşitli farklı dalga boylarını ne kadar fazla deşifre edebilirsek (kapsamı değişen mekân ve zaman dolayısıyla) evreni algılama ve değerlendirme şeklimiz de o oranda değişecektir. Yani, mekânsal genişleme (mesafe kavramı alt üst olmakta) dolayısıyla, mekâna bağlı zaman anlayışımızın kapsamı da genişlemekte, haliyle tüm bunları algılayan beynimizin kendi yapısı da dönüşüme uğramaktadır (ama bu boyutta yine beyin aynı beyin). Bununla birlikte, içinde yaşadığımız tüm yasalar, kurallar da değişime uğradığından her bir dalga boyu blok kesitinde farklı farklı yasaların mevcut olduğunu görürdük.

Zaten, Kuran’ daki  “gün” kavramını, zaman kavramının geçerli olmadığı boyutsal olarak “an” anlamda düşünürsek (ki bir anlamda bilimsel veriler bunu zorunlu kılmaktadır çünkü, zamanı algılama biçimimiz, beynin algıladığı dalga skalasındaki frekansların bizde oluşturduğu bir hayaldir), “O gün yer bir başka yer, gök de başka bir göktür...” ayeti de bize, bir zaman süreci sonunda insanın geçeceği aşamalarda karşılaşacağı algı değişimi, dönüşümü yanında, (dünya yaşamında iken) beynin her dalga boyu kesitini deşifresi sonucu oluşan her boyut değişimini, yeni yeni idrak genişlemeleriyle algılayacağı gerçekleri anlatmaktadır. Böylece, 10 üssü (15) m deki çok yüksek frekanslı kozmik ışın bandının da üzerinde bulunan mesela, 10 üssü  (-33) cm’ lik dalga boylu dalgaları algılayabilseydik o zaman da Hiper uzaydaki evrenin 10 üssü (-43) sn’ deki soyut enerjiden maddeleşmeye başladığı dönemi yaşar, 10 üssü (19) Gev’ lik enerjiyi hissederdik. Sadece bizim evrenimiz değil, bu dalga boyunda yer alan sonsuz Planck boyutlu evrenleri algılamış olurduk. Kendi sınırlı terkipsel yapımızdan çıkıp (terkibi kayıtlardan kurtulup terkipsiz boyuttan) Allah’ın diğer isimlerine genişlemeye, Allah’ın ahlakıyla ahlaklandığımız, O’nun boyasıyla boyandığımız ya da bilimsel dille, beyinde yeterince açığa çıkmamış manalara ait frekansların şiddetlerini artırıp diğer şiddetli açığa çıkanlarla eş düzeye getirdiğimizde, O’nun aynası olarak (boyutsal) öncelikle bu isimleri ve bu isimlerin her an oluşturduğu big-bangleri müşahede etmiş olurduk. Peki nerede algılardık bunları?. İçimizde dışımızda, öteler de mi?. Elbette değil. Çünkü o boyutta iç, dış, merkez...vb. kavramlar düşmekte, varlık Tek Bir Bilincin Seyri haline dönüşmektedir. Kaldı ki, daha atomik boyutta varlık Tek’ e dönüşmektedir. Zaten bir Kudsi Hadiste Allah, “bilinmekliğimi istedim âlemi, bilmekliğimi istedim İnsanı yarattım” yani, kendindeki manaları açığa çıkartmak için âlemi (kâinatı), bu kâinatı seyir için de İnsanı yarattığını söylemiyor muydu?

Bizim başka canlılarla iletişim kuramamamızın nedeni frekanslarımızın  birbirlerini tutmamış olmasıdır. Eğer frekanslarımız uygun olsaydı, o frekansın özelliği istikametinde o varlıkları algılayabilir, iletişime geçebilirdik. Aynı şekilde yukarıda da dediğimiz gibi “burçlar” adı altındaki “yıldız” adı altındaki meleklerle rezonans kurabilir, onlarla görüşebilirdik. Şu anda Evliyaullah’ın yaptığı gibi. İlham dediğimiz içe doğmalar, içimizde birtakım şeyleri hissetmemiz dahi, bu meleki yayınları algılamamızla ilgilidir. Zaten bu işin en başında gelen Allah Esmasına ait yani özel zikir çalışmaları, bir sistemin gereği olarak, beyni evrenin her bir noktasında mevcut bulunan o manalardan oluşan, o manaları taşıyan meleklere, meleki tesirlere yani dalga boylarına, açılımı oranında ayar yapmak, programlamak, sonucunda da oluşan bilinç sıçramasıyla evrensel planda o manalardan meydana gelmiş ve gelen varlıkları müşahede etmek, haliyle o oranda kendimizi tanıyıp, Allah’ a o oranda yaklaştırması yani aslımızı, hakikâtimizi fark etmemiz içindir. Ötedeki birine yaklaşıp onun gönlünü hoş etmek için değil. Çünkü, zaten böyle bir varlık yok. Bu yüzden çok kolay bir çalışma olan zikrin hem bu dünya, hem de ölüm ötesi boyut için ne kadar hayati olduğunu Resulullah, “yeryüzünde en büyük ibadet, zikirdir” diyerek ifade etmiştir. Tüm bu potansiyele rağmen bizlerin, hassas cihazlarla yaptığımız boyutsal zumlamalarımız bile hep üç boyutlu olarak beş duyuya hitap eder şekilde olduğundan farklı dalga boylarından (dolayısıyla üç boyutlu uzaydan farklı boyutlardan da) meydana gelen ve kendi boyutlarınca temel yapı bileşimlerinden oluşan (o boyut bakış açısına göre) maddesel boyutları ve varlıklarını algılayamamaktayız. Nasıl bizim taneciklerden, atomlardan, moleküllerden meydana gelmemiz, ışınsal bir yapıda oluşumuzu ortadan kaldırmıyorsa, o ışınsal yapıların da kendilerince maddesel temel bileşimlerinden gelmeleri, dalgasal olmalarını ortadan kaldırmaz.

Dalgaların birçok özelliğine çoğu yazıda değindiğim için bir daha bunların tekrarına girmesem de “Din- Bilim Soru ve Cevapları 8” adlı makalemde renkler konusuna girmiş, kuantum fiziği açısından etkileme sistemini incelemiştik. Şimdi bununla ilgili birkaç hususa daha değinelim. Bir beyaz ışık, renkli bir cisim üzerine tutulduğunda nesne, kendi rengiyle beraber bir alt ya da üstündeki o renge yakın renkleri yoğunlukları az da olsa yayınlar, diğerlerini ise yansıtmazlar. Bu yüzden, nesneden yansıyan dalgalar içinde en güçlü ve belirleyici renk, nesnenin rengidir. Tıpkı, beyaz ışık altındaki bir mavi cismin, mavi frekansın yanında şiddeti az olan mor ve yeşil frekanslı dalgaları da yansıtması ve nesnenin mavi görünmesi gibi. Bununla birlikte mavi renkli bir nesneye, sadece kırmızı renkli dalgalar gönderdiğimizde, cisim siyah görünür. Bu, mavi renkli nesnenin kırmızı rengi yutup bu dalga boyunu yansıtmamasından kaynaklanmaktadır. Saydam nesneler de üzerlerine gelen ışığı tamamen geçirdikleri için renkli görünmezler. Eğer bu saydam madde renkli ise, o zaman da nesnenin sahip olduğu renge ait dalga ile bu dalga boyuna yakın renkleri geçirir. Eğer bu saydam cisim tüm ışınları yutarsa bu sefer de siyah görünür. Havada ve boşlukta tüm renklere ait dalgalar aynı hızla yayılırlar. Fakat saydam ortamlara girdiklerinde her renge ait frekansların yayılma hızları farklı olması dolayısıyla (ortama girerken) kırılma ve (ortamdan çıkarken) sapma açıları da farklı olmakta, böylece birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Bu durumu, prizmadan geçerek renklere ayrılan ışıkta açıkça görmekteyiz. Kırılma ve sapma açısı, hızı en düşük olanda daha fazladır. Yani, hızlı olan dalga daha az sapma gösterir. Dalgaların hızı ise, düşük frekanslardan yüksek frekanslara doğru azalırlar. Mesela, saydam ortamda kırmızının hızı, yeşil ya da maviden daha hızlıdır.

Renkler, yani belli frekanstaki dalgalar, insan beyinlerini olumlu veya olumsuz yönde fiziksel ve psikolojiksel olarak etkilemekteydi. Mesela kırmızı renkli elbise giyinmek ya da eşyaları kullanmak, insan beyinlerini (bunu kullanan kişinin kendisi de dahil) parazitlediğinden negatif yönlü dalgaları kendi üzerine çekmekte bunun da, ilgili mana yönünde kişi üzerinde çeşitli düzey ve şekillerde açığa çıkışını sağlamaktadır. Bu parazitlemenin bir yönü de bu rengin, direkt dikkati çekmesi dolayısıyla kişide benlik duygusunu, sınırlı bir varlık oluşunu güçlendirmesidir. Kırmızı rengin bu olumsuz özelliği ile ilgili hadisler bulunmakta olup (1) bununla ilgi bazı hadisler ise buradaki gibi fiziksel etkileri dolayısıyla değil, mecaz (sembol) olarak kullanılmışlardır. Mesela, Müslüman renginin sarı, mümin renginin kırmızı olduğu belirtilerek, kırmızı rengin dikkât çekici özelliği nedeniyle müminin sahip olduğu ilim, olumlu hal, davranış biçimleri, olaylara karşı verdikleri olgun tepkiler, tavırlar...gibi özellikleriyle yani, İlim ve Enerji Nurunun, diğerinden olan farklılığının vurgulanması gibi. Resulullah’ın beyaz rengi tercih etmesinin bir nedeni de tüm menfi dalgaları yansıtma amacına dönük olması dolayısıyladır.

İnsanlarda olumlu ya da olumsuz özellikleri ortaya çıkartan (tonlarıyla birlikte) renkler, tarihte olduğundan çok daha yaygın bir biçimde, yardımcı tıp adı altında çeşitli terapiler eşliğinde hem fiziksel hastalıkların hem de ruhsal rahatsızlıkların tedavisinde kullanılmaktadır. İnsanda canlılığı artıran, hareketliliği, kan dolaşımını hızlandıran kırmızı rengin kin, intikam, kontrolsüz cesaret, kavga, taşkınlık, şiddet, sex...duygularını harekete geçirmesi dolayısıyla, ancak kontrollü (dikkâtli) olarak az dozlarda terapilerde kullanılmaktadır. Bu nedenle, konunun uzmanları en çok intihar edilen köprülerin, başta sakinleştirici özelliği dolayısıyla mavi renge boyanmasını önermektedirler. Haklılıkları, en çok intihar edilenlerin başlarında gelen Londra’ daki Tower Bridge’in mavi renge boyandıktan sonra intihar sayısının azalmasıyla ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, her bir insan yapısına, terkibine uygun farklı farklı kullanılan bu renklerin de belli bir dozun üzerinde uygulanmasının dengeleme yapayım derken başka dengeleri bozması da söz konusudur. Bu yüzden bu alelade bir iş değil, temeli bilime dayanan, inceliği, uzmanlığı olan ciddi bir iştir.

Şimdi de, kuantum dalgalarına girmeden önce, atomlarla ilgili birkaç özelliği görelim. Klasik boyutlarda iki madde çok güçlü bir şekilde çarpışırlarsa bu nesneler parçalanırlar. Oysa bundan daha şiddetli çarpışan atomlarda bu olmamaktadır. Mesela, hava içindeki atomlar 1 sn’ de milyonlarca defa çarpışmalarına karşın yine hiçbir değişiklik olmaksızın yapılarını korumaktadırlar. Bu, çarpışma esnasında atomların birbirlerine aktardıkları enerjinin, atom elektronları tarafından emilerek yani, atom (e’) ları uyarılarak geçici süreliğine çarpma şiddetine göre üst yörünge ya da yörüngelere çok kısa süreliğine çıkması, sonra da eski temel seviyesine dönmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu sırada, daha önce de değindiğimiz gibi foton yayınlarlar. Atomun uyarılması bir, hızlandırılmış (e’) larla; iki, fotonlarla; üç, ısı enerjisiyle olmak üzere üç şekilde de olmaktadır. Bunlardan ilkinde, gelen (e’) enerjisi, birinci ve temel enerji seviyesinden düşükse, atom uyarılmaz. Üzerinde ise uyarılır. Daha yüksek yörüngelere çıkartabilecek düzeydeyse, (e’) o yörüngelere çıkar. Yörünge değiştiren (e’), tekrar ilk seviyesine düştüğünde, tek bir defada inerek o enerji farkına denk tek bir foton yayınlayabileceği gibi, birden fazla yörüngede anlık duraklamalarla da birden fazla, fakat daha düşük enerjili fotonlar yayar.

Fotonlarla uyarmada da, fotonun enerjisi, temel seviyedeki (e’)’ nu üst yörüngeye atacak enerjisi yoksa uyarılma olmaz. Bu sırada foton (e’) ile esnek çarpışma yaparak yolundan sapar ya da atomun içinden geçer gider. Fotonun bir (e’)’nu uyarabilmesi için yörüngeler arası enerjiye tamamen eşit olması gerekir. Böylece fotonu soğuran (e’) uyarılmış olur. Eğer bir foton, bir (e’)’ nu herhangi bir yörüngeye uyarmaya yetecek kadar enerjiye sahip olmasına karşın bu enerji, yörüngeler arası kesirli bir sayıdaysa, o zaman yine uyarılma gerçekleşmez, foton ya esnek çarpışır ya da atomun içinden etkileşmeksizin geçer gider. Bunun nedeni, fotonun enerji paketleri halinde kuantumlu olması dolayısıyla parçalanamamasıdır. Ya enerjisinin tamamını vererek, tümden soğurulur. Ya da enerjisini hiç aktarmaz. Ya bütün halde kalır ya da tamamen yok olur. Gelen foton enerjisi iyonlaşma enerjisinden yüksekse o zamanda foto elektrik olayını yani, (e’)’nu atomdan ayırmayı gerçekleştirir. Isıyla uyarmada ise, ısı verilen atomlar birbirleriyle çarpışarak, etkileşerek uyarılırlar ki, bunu iki önceki yazımızda görmüştük.

Burada çok ilginç olan nokta da, atom e’ ları, yörüngeler arasında saniyenin çok çok altındaki bir sürede hareket etmesi (yer değiştirmesi), bizler açısından önemsenmeyecek, hesaba gelmeyecek derecede çok kısa mesafeler arasında olan şeyler ya da mesafesiz olarak algılansa da durum bundan oldukça farlıdır. Çünkü o boyutlara indiğimizde, o boyut açısından sisteme baktığımızda yörüngeler arasındaki mesafeler o kadar büyüktür ki, bunu boyutumuza taşısaydık gezegenler arası mesafeler kadar (hatta biraz daha uzun) boşlukta yer alan yörüngeleri, (e)’ ların çok muazzam hızlarda aldığını görürdük. Yörüngedeki (e’)’ lar ya da çekirdek ile (e’) arası dev boşluklar mevcut olduğu gibi, benzer boşlukların çekirdek içindeki nötron, proton arasında ya da quarklarla, bunların meydana getirdikleri proton ve nötronlar arasında da (boşluk oranları farklı olsa da) vardır. Mesela, protonu oluşturan (ki üç quarktan oluşur) quarklar, çekirdeğe nispetle böyle iken, Stringlerin veya Planck çapının, quarklara olan nispeti de bunun da misli olarak böyledir. Bir protonu bir küre şeklinde düşünürsek bir quark, bu bir proton hacminin milyarda biri kadardır. Bir quarkın 1 m çapında balon olduğunu düşünürsek, bir proton 1 km çapında bir küre olurdu. Daha da ilginci, 10 üssü (-33) cm uzunluğundaki bir String ise, bir quark çapının yüz bin kere trilyonda biri kadardır. Yani, bir Sitringi 1 cm olarak düşünürsek, bir quarkın çap uzunluğu bir trilyon km olurdu. Yani güneşin merkezinden en uçtaki Pluton gezegenine olan uzaklığın yaklaşık 170 katı kadar olurdu. Bir atomun kendisi de bulunduğumuz boyuta göre o kadar küçüktür ki, 1 mm’ lik toplu iğne ucunda yaklaşık 10 üssü 22 tane yani, 10 milyar kere trilyon adet atom bulunur. Kısacası, maddeye yakın boyutları düşündüğümüzde bile, mesafe olarak algılayamadığımız bir noktanın açılımında, yine sonsuzluk gizlidir. Eğer bir insanı preslemiş yani, boşluklarını yok etmiş olsaydık bir anda görünmez olur bir iğne ucundan da çok daha küçük bir noktaya toplanmış olurdu. Aynı şekilde çevremizde gördüğümüz nesneler ya da evrendeki dev yapılar da o devasa yapılarını koruyamayarak daha küçük hacimlere toplanmış olurlardı. Yıldızların ölümleri sürecinde, nötron yıldızına veya  beyaz cüceye dönüşmeleri sonucu çok küçük hacimlere sıkışmalarının nedeni de bu boşluklardır. Örneğin, güneş kütlesine eşdeğer bir nötron yıldızının çapı, 10 km olup üzerinden alınacak bir çay kaşığının kütlesi500 milyar ton gelir. Eğer dünyamızı sadece çekirdekten oluşmuş bir gezegen olarak düşünürsek, yeryüzünün 3 cm’ lik bir misket kadar olduğunu ve yine ağırlığını muhafaza ettiğini görürdük. Zaten on milyarlarca galaksinin oluşturduğu evrenimiz de Big Bang’in 10 üssü 43. sn’ de 10 üssü (-33) cm’ lik sığışmış olduğu Planck boyutlarından açığa çıkmadı mı? Özetle, mikro boyutlara indiğimizde gerçekte mikro boyutlara değil, yine mikro boyutlar üzerine bina olmuş devasa boyutlara inmiş olmaktayız, bir üst boyutun mikrosu olan. Yani sırasıyla, ister quark, çekirdek, (e’), atom, ister molekül, hücre, ister güneş sistemi, yıldızlar, galaksi isterse de galaktik topluluğu olarak birimsel halde evrenin mikro ya da makro, hangi katmanında yer alırsak alalım o bulunduğumuz uzay-evren, onu kuşatan devasa boyutlar içinde, onun belli boyutundaki yapı taşları olarak adeta bir hiç hükmünde kalmaktadır.

Resulullah’ın modern fiziğin gelişiminden bin dört yüz küsur yıl önce, şeytanların insanın organlarında, kan damarlarında, içinde... hareket ettiğini, dolaştığını söylemesi yani, birtakım dalga (ışınsal) varlıkların insan bedeninin her bir noktasında mevcut olan bu boşluklarında hareket ettiğini, cirit attığını belirtmesi, bu gerçeği dillendirmesi, zamanımızda açığa çıkan mucizelerinden sadece biridir. Onun mucizelerine şahit olmak için o dönemde yaşayıp görmek gerekmiyor. Eğer O’ na zamanımızın ilimsel değerleriyle bakıp O’ nu değerlendirebilirsek O’ nun mucizelerine her an şahit olabiliriz.

 

(1) Sohbet Konuları I – Hamdi Canik (Kuran ve Hadis)
(Kaynakça: İnsan Ve Sırları I – II / Kuran Mucizesi, Ekberiyet (makale) / Okyanus Ötesinden I - Ahmed Hulusi / Ruh Ve Aura (tasavvuf) – Madde (Cuma notları) – Ahmed Fevzi Yüksel / Fiziğin Taosu – Fridjof Kapra / Cemil Ayan - Fizik Ders Notları / 28- 04– 07 Referans Gazetesi– Selma Bektaş )

 

 
 
İstanbul - 22.05.2007
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com