Dalgalar ve Özellikleri -10-

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

Bugün radyoaktif olmayan herhangi bir atom çekirdeği, (n) bombardımanına tabi tutularak (onu çekirdeğin içine sokarak) o atom radyoaktif duruma (yani izotop haline) getirilebilmektedir ki, buna suni radyoaktivite demiştik. Nötron bombasıyla açığa çıkan nötronların insanları öldürmesinin nedeni budur. Bir (n) bombasında, reaksiyon sonucu açığa çıkan (n)’ların bir kısmı bir yöntemle dışarı sızdırılırsa o zaman nesneleri yok eden, tahrip eden patlama olmayacağından sessiz (n) akışı sadece canlıları güçlü bir biçimde etkileyecektir. Bu bombadan yayımlanan (n)’ lar atom bombasının 10-20 kat daha fazla olup yayılan ısı ise daha az ve daha kısa mesafelerde etkilidir. Bu yüzden, bu bomba hiçbir nesneye en ufak bir zarar vermezken sadece insanları ve canlıları öldürmektedir. Çünkü bu (n)’ lar, toprak, su, bina, ağaç, besinler...vs. cisimlerin atom çekirdeklerini aktive ederek nesnelerden daha çok gamma ışını başta olmak üzere radyasyon yaymalarına neden olurlar. Aynı şekilde insan (dolayısıyla canlı) bedenine geçen (n)’ lar da iyonlaşma yanında, atom çekirdeklerini radyoaktif duruma getirerek vücudun birçok noktasında radyoaktif ışın yayan merkezler oluştururlar. Böylece, kimyasal işlevin sonucu olarak alev halinde yanmaksızın içten bir anda yanmayla (zehirlenmekle) hemen ölmektedirler. Bunun en başında ve daha yoğunu, güçlüsü olarak gamma ışınları gelir. Bunun yanında, (n)’ lar beynin (ve vücuttaki) sinir sistemini tahrip ederek bio-elektrik devresini keser ve bu yönüyle de ölümleri sağlar. Ayrıca hızlı (n)’ ların hafif atom çekirdekleriyle olan etkileşmeleri sonucu açığa çıkan ve yüksek iyonlaşma gücüne sahip (p) salınımına neden olarak bu yönlü de büyük zararlar oluştururlar. Bu bombadan o an için kurtulanlar bile, birkaç hafta içinde ölürler. Bu sırada çevredeki nesneler de bir süre daha ışın yaymaya devam ederler. Önemli bir not olarak, bir konu hakkında sadece elektromanyetik kökenli dalgalar kast edildiğinde de bunun için, “radyasyon” kelimesi kullanılmaktadır. Bildiğimiz gibi (E-M) kökenli radyasyon, parçacık olarak ifade edilen radyasyondan çok daha fazladır.

“Uran ötesi” şeklinde adlandırılan Np (Neptünyum), Es (Einsteinyum), Am (Amerikyum), No (Nobelyum) ...gibi A.N sı 92’ den büyük olan tüm elementler ise yapay olarak elde edilmektedirler. Mesela (Plütonyum)Pu (242-94) ü, (Neon) Ne (22-10) atomlarıyla bombardıman ettiğimizde önce, (Rutherfordium) Rf (264-104) ü, bunun da 4 (n) salması sonucunda (Rf 260-104) ü elde ederiz. Ya da U (238-92) yi, Ne (22-10) bombardımanıyla önce, No (260-102) yi, bunun da 4 (n) salmasıyla, No (256-102) yi elde ederiz. Bunlar doğada bulunmazlar. Tamamıyla laboratuar ortamında çok az olarak oluşturulabilmektedir. Çok kararsız olduklarından büyük çoğunluğu hızla bozunarak kararlı elementlere dönüşürler.

Füzyon: Fisyon enerjisinden kat be kat daha fazla enerji açığa çıkartan ve tüm yıldızların yaşam kaynağı olan bu füzyon olayını, bir (p) ve bir (n)’un ya da belli sayıda (p) ve (n)’na sahip atom çekirdeklerinin birleştiğinde daha kararlı ve ikisinin toplamından daha hafif bir çekirdek oluşturduğunu, aradaki fark kütlenin de bağlanma enerjisi ve ışıma şeklinde dışa yayılmakta olduğunu belirtmiştik (1). Dolayısıyla iki farklı atom çekirdeğini kaynaştırmak için milyonlarca, milyarlarca derece ısıtmak ve çok büyük basınçlar uygulamak gerekir. Çünkü olayı baştan irdelersek, ısıyla hareketlenen atomlar birbirleriyle çarpışıp önce (e’)’ larını yitirir sonra da daha yüksek çarpışmayla çekirdekler birbirlerine yapışırlar. Bu yüzden, atom numarası arttıkça daha fazla ısı ve basınç gerekli olduğundan füzyon olayı ancak, periyotlar cetvelinde ilk 10-15 A.N’ lı atomlarda görülür. Maksimum birleştirme, kara deliğe dönüşme öncesi, çok yüksek ısı ve basıncın mevcut olduğu dev yıldız içlerinde, demir elementine kadar olmaktadır. O halde, “demirin üstündeki tüm atomlar nasıl meydana gelmiştir?” dersek, radyoaktif atomlarla birlikte demirin üstündeki tüm atomlar, yıldızların süper nova patlamalarında dıştan içe olan baskı ile içten dışa olan baskı arasında kalan atomların ani sıcaklık ve basınç yükselmesi sonucu birbirleriyle kaynaşmasıyla meydana gelmişlerdir. Bu füzyon olayı, pratikte kontrollü yapılamamakta, fakat kontrolsüz olarak hidrojen çekirdeklerinin birleştirilmesiyle hidrojen bombası olarak patlatılabilmektedir. Şu an için bulunamayan soğuk füzyon olayı ise laboratuar ortamında daha düşük ısı ile bu birleşmenin sağlanması çalışmasıdır. Böylece daha ucuz ve kolay yoldan kontrollü kullanılabilir sınırsız enerji elde etmiş olacağız.

Nükleer santral kazalarında ya da nükleer patlamalarda, Uranyum ve dönüştüğü Plutonyum parçalandığı zaman ortamda oluşan yüksek sıcaklık dolayısıyla açığa çıkan yeni radyoaktif atomlar (ürünler) gaz halinde olup havada bulut oluştururlar. Bu yüksek ısı dolayısıyla mesela Uranyum çubuğunun her noktasında farklı reaksiyon şekli oluşarak kimi noktalarında atom, ikiden daha fazla çekirdeklere bölünür. Ve bunun sonucunda kripton, iyot, sezyum... gibi, elementler de oluşur. Bunlardan kurulu radyasyon bulutları ise, rüzgarlar vasıtasıyla çok büyük, geniş alanlara yayılmakta ve sonuçta yağmurlarla yeryüzüne inerek toprağa (tarım alanlarına), bitkilere, yer altı ve yer üstü sularına, besinlere...vs bulaşmaktadırlar. Bu esnada rüzgarın yönü de çok önemlidir. Çünkü bu bulutlar o yöne doğru yayılarak o istikametteki bölgeleri oldukça fazla etkilerler. Bu yüzden diğer bölgeler bundan çok daha az zarar görebilmekte ya da kurtulabilmektedir. Santral atıkların sızması ve bunun toprağa, suya karışması da ayrı bir sorundur. Bu radyoaktif atomların yarılanma süreleri farklı olsa da tüm canlıları etkileyecek düzeyde olduğundan canlıların atomlarını, dolayısıyla moleküllerini, dolayısıyla hücre genetiğini değiştirmeleri, tahrip etmeleri nedeniyle, özürlü, sıra dışı sakat insanların oluşması başta olmak üzere, kanser vakalarının çoğalmasına sebep olmaktadır. Japonya’ya atılan atom bombası sonrası bunlar açıkça görülmüştür. Radyoaktivite üzerine çalışan Madam Marie Curie’nin (ki, bu ışınların neden olduğu kanserden ölmüştür) özenle korunan el yazı notları bile, bugün hala radyasyon yaymaktadır.

Gerçekte bir radyasyonun etkisi, şiddeti (yoğunluğu) ve içinde bulunma süresi ile doğru orantılı iken, kaynağından olan uzaklığıyla ters orantılıdır. Bu yüzden tehlikeli durum, çok kısa süre içinde ancak çok yüksek düzeyde bu ışınlara maruz kalmak (çünkü girginlikleri artar) yada buna kıyasla daha düşük ancak uzun süreler boyunca bu ışınları almakla olmaktadır. Çünkü, belli bir değerin altında radyasyon alımında zarar gören hücreler kendilerini onarabilirken, belli bir dozun üzerinde etki alan hücreler kendini onaramadığından zarar görüp ölmeye başlarlar. Bir atom bombası patlatıldığında, enerjinin üçte biri ısı enerjisine dönüşürken, diğer üçte birlik dilimleri, basınç dalgası ile radyasyon şeklinde açığa çıkar. Burada yayınlanan gamma ışınları, alfa ve beta ışınlarından oldukça fazladır. Patlama sonucu açığa çıkan radyoaktif ışınlar ile patlamanın neden olduğu havadaki şok dalgası (hava basıncı) ile ısı dalgası, birkaç km çapında yer alan canlıları birkaç sn içinde, tamamen yerde sadece leke haline gelerek eriyip yok etmekte, koca koca binaları, arabaları, demir yollarını, denizde ise gemileri, parçalamakta, yıkmakta, altını üstüne getirmektedir. Çünkü patlamayla açığa çıkan radyoaktif ışınlar, enerjilerinin bir kısmını havadaki atom ve moleküllere aktararak bunları iyon gazı haline yani plazmaya çevirirler ve bu parçacıkların birbirleriyle çarpışmaları dolayısıyla da çok yüksek ısı oluştururlar. Bunun yanında, çok yoğun kızıl ötesi, mikro dalgalar, ani görünür ışık, X-ışınları ve Mor ötesi ışınları ile güçlü manyetik alanlar da açığa çıkar. Bu parlak ışık, 25-30 km uzaktan insan gözünü kör edecek düzeydedir. 80 km uzaklıkta bile güneşten çok daha parlak olup çıplak gözle göz hücrelerini tahrip etmektedir. Ayrıca 30-40 km uzaktaki camlar da kırılır. Bombanın merkezi sıcaklığı birkaç milyon derece iken, on metrelerce uzaklıkta bu, 6000 derecelik ateş topuna dönüşür. Bomba birkaç km içinde çok yüksek etkiye sahipken uzaklık arttıkça radyasyon yoğunluğu başta olmak üzere bombanın şiddetli etkisi de azalır. 25-30 km ötede bile ikinci yada üçüncü dereceden yanıklar oluşturabilmektedir. 12 bin m ye çıkan mantar bulut buradaki güçlü rüzgarlar vasıtasıyla tüm dünyaya yayılır. Geniş alana dağılması nedeniyle dünya üzerinde direkt hayati tehlike taşımazlar. Örneğin, Japonya’ ya atılan atom bombaları ilk anda yüz binlerce insanı öldürürken, bu durumdan sağ kurtulan bir o kadar daha insan, radyasyon sonucu ölmüşlerdir. Onlarca km ötede fiziksel birincil etkileri azalsa da etrafa dağılan radyoaktif maddelerden yayınlanan radyasyon, yüzlerce, binlerce yıl etkisini gösterdiğinden kanser başta olmak üzere birçok hastalık, hasar gören genetiğin intikali ile nesiller boyu devam etmektedir. Bunun bin dört yüz katı kadar olan hidrojen bombası ise, etki alanı ile yaptığı tahrifat bundan kat be kat fazladır. Mesela, 1952’ de yapılan ve Mike adı verilen ilk hidrojen bomba denemesinde 6 km çapında ateş topu oluşurken, 80 milyon ton toprak ve kaya buharlaşmış, yaklaşık 75 m çapında ve 200 m derinliğinde bir çukur oluşmuştur. Amerikalılardan sonra, Rusların yaptığı ve İvan adı verdikleri hidrojen bombasının etkisi ise, atom bombasının yaklaşık 3800 katı kadardır. Yani, üstte atom bombası için söylediğimiz tüm özellikleri misli olarak hidrojen bombası için düşünün. Öyle ki, bu bombanın denemesinde bombanın parlaklığı 980 km ötede görülmüş, şok dalgaları dünyayı üç kez dolanmıştır. Bunun yanında bir bomba daha vardır ki bu henüz yapılmış değil. Bunun prensibi ise, madde- anti madde birleşmesine bağlı. Bildiğimiz gibi  bir parçacık, anti parçacığıyla birleştiğinde yüksek frekanslı gamma ışınları dediğimiz saf enerji açığa çıkmaktaydı. Parçacık-anti parçacık birleşimiyle açığa çıkan enerji o kadar güçlü olacaktır ki, bu aynı gramajdaki hidrojen bombasından açığa çıkan enerjinin yaklaşık bin katı kadarken atom bombasının ise, bir milyon dört yüz bin katı kadardır. Yani, küçük bir ataç boyutlarındaki bir anti-madde patlaması Newyork şehrini değil, eyaletini tamamen yok eder. Ayrıca bir bilgi olarak, yeryüzündeki tüm sahip olunan nükleer bombaları patlatmış olsak dünyanın yörüngesinde yine küçük bir değişiklik yapamayız. Buna karşın dünya yaşamı ise, yüzlerce kez yok olur (2).

Radyoaktif maddeler az da olsa atmosferde (ki bu yüz milyonda bir orandadır), bitkilerde, insan vücudunda, toprakta, şebeke suyunda, evlerimizde ve biraz daha fazla olmak üzere yer altı sularında dolayısıyla maden suları ya  da kaplıcalarda  mevcuttur. Kısacası, radyasyon günlük yaşantımız içinde her yerde ve her zaman vardır. Bu radyoaktif maddelerin az miktarlardaki yeterli dozları insan hayatı için oldukça faydalıdır. Mesela, suda eriyik yada gaz halinde bulunan, karbon –14, Kalsiyum-40, Demir, Magnezyum, Potasyum, Sodyum izotopları başta olmak üzere diğer radyoaktifçe zengin ışın yayan bu atomlar (ki, kendileri gibi, vücutta dönüşüme uğradıkları diğer atomların da faydası bulunmakta) yeraltından çıkan kaplıca sularında oldukça zengin olup suyun içinde bulunulmasıyla deri yoluyla, buharını koklamakla ciğer yoluyla, içilmesiyle de mide aracılığıyla kana karışarak tüm vücuda yayılır ve bir dizi kimyasal işlemler (reaksiyonlar) sonucu deride, dokuda, hücre etrafında oksijen birikimi yaparak hücre faaliyetlerini artırmakta ve organlarda canlanma yapmaktadır. Mesela, kaplıca suyunda eriyik veya gaz halinde bulunan radonun yaydığı alfa ışınları, hücreye normalin 750 katı kadar fazla enerji vermektedir. Bu radyoaktif atomların aşırısı ise, daha fazla oksijen oluşumuna dolayısıyla hücrenin ölmesine neden olur. Ayrıca, normalden fazla olan bu ışınlar, D.N.A moleküllerinde kopma meydana getirerek ya sonu sakatlık, hastalık  getiren sağlıksız hücrelerin oluşmasına ya da yine hücre ölümlerine yani kansere neden olurlar. Bununla birlikte, sağlıklı çalışmayan yıpranmış hücrelerin yok edilmesinde de tıpta bu ışınlar kullanıldığından kaplıcaların bir faydası da böyle zararlı hücreleri yok etmesidir. Bunun yanında, radyoaktif ışınların vücutta veya bedene giren besinlerde (suda) oluşturduğu iyonlaşma, farklı moleküler bağların oluşumunu da sağlayarak hücreler için zararlı ve hatta öldürücü molekülleri meydana getirmektedir.

Toprakta, havada ya da yapı malzemelerinde (beton evlerde oturanlar ahşap evlere nispetle iki kat daha fazla radyasyona maruz kalırlar) bulunan radyoaktif atomlar, radon başta olmak üzere bazı gaz halindeki radyoaktif maddeler, biraz daha fazla olması halinde, ev, büro, çiftlik...gibi yerleşim yerlerinde, (ley hatlarından farklı olarak) bazı rahatsızlıklara, hastalıklara, ölümlere kısacası çeşitli olumsuzluklara sebebiyet verdiğinden bunu algılayamayan halk tarafından bu tür şeyler, lanet kavramıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Hatta, ünlü Piramitlerdeki yeni mezar odalarının birinde araştırmacılarca yaşanan peş peşe olağandışı ölümler de, olayın iç yüzünü bilmeyenlerce lanet olarak algılanmış, oysa ani hastalanmaların ya da  ölümlerin iç yüzünde lanetin değil, bazı bilim adamlarının da dile getirdiği gibi uzun süreler boyunca kapalı kalan odada, radon gazı başta olmak üzere diğer radyoaktif gazların aşırı düzeyde birikmiş olmasından kaynaklandığı görülmüştür. Bunun yanında, Firavun odasına konan ve zehirleyici gaz salan bir tür yosun bitkisinin bulunması da Firavun’u rahatsız etmek üzere bir anda odaya girenleri birçok şekilde etkilemesi için fazlasıyla yeterlidir. Böylece, bu zehirli gazların bir anda solunum yoluyla ciğerlerine ve kan yoluyla da vücutlarına yayılmasıyla, ölümleri gerçekleşmiştir.

Bildiğimiz gibi Kuran’ da Cinler için, Semum ve Meariç kelimeleri kullanılmaktadır. Semum, “zehirleyici ve nüfuz edici, derinliklere işleyen ateş” anlamına gelirken, Meariç kelimesi de dumansız (görünmeyen) ateş, anlamına gelmektedir. Dikkât edilecek olursa bildiğimiz, görünebilen yani kimyasal dönüşümler sonucu açığa çıkan dumanı olan ateşten bahsedilmiyor. Bunun yerine insanın içine giren ve geçip giden, bu sırada zehirleyen, insanda fiziksel etkiler de yapabilen, görünmeyen, dumanı bile olmayan ateşten yani, günümüz tabiriyle radyasyondan bahsedilmektedir. Tıpkı X (Röntgen)-ışınları gibi. Gerek alfa gerekse de beta ışınlarının diğer taneciklerle birlikte aslının gamma ışınları gibi elektromanyetik dalgalar olduğunu göz önüne aldığımızda, bu kelimelerle Cinlerin yapısının elektromanyetik kökenli dalgalar olduğu vurgulanmaktadır. Aynı kelime, cehennemden kaçan birimlerin, “Semumun azabından bizi korudu” şeklinde dillendirdiği, cehennem ateşi için de kullanılmaktadır ki bu da cehennemin güneş olmasıyla ilgili açık bir ayettir. Bu enerji alanından kaçan güçlü ruhların bilinç yönüyle özden o boyutla kayıtlanmaması, etkisinde kalmamasının yanında, sahip oldukları anti çekim dalgalarındaki güçlü pozitif enerjileri dolayısıyla da, o boyut itibariyle güneşin o menfi radyasyonunu sıfırlayacak frekanslar yayarak (manyetik bir kalkan oluşturarak) o beden etrafında bu zararlı ışınları yok ederler. Böylece, onun içinden kaçarken o radyasyon ortamında kalınmasına rağmen, etkilenmez ve en ufak bir azap da duymazlar. Bu da hadiste mecazen cehennemin, “Ey mümin üzerimden çabuk geç, nurun ateşimi söndürüyor” şeklinde dile getirmesiyle anlatılmaktadır. Görüldüğü üzere bu konu, 1400 yıl öncesinden ancak böyle bir mükemmellikle anlatılabilir. Ancak 20 yy. bilimin verileriyle anlaşılabilen bir konunun 1400 yıl öncesi çöl insanına o dönemin anlayışı ve kelimeleriyle anlatılması başlı başına bir mucizedir, anlayabilene göre.

Kaynakça: İnsan Ve Sırları I, II / Ruh, İnsan, Cin- Ahmed Hulusi / Yoğun Radyasyon – Ahmed Fevzi Yüksel – Rad. Dr. Işıl Yurdaışık / Radyasyon I, II, III, IV – Serter Saltık (www.sufizmveinsan.com fizik) /Bilimin Ta Kendisi – National Channel / Atom Bombası – (BBC) TRT-2 / Radyasyon Ve Miniklerin Evreni - Onk. Dr. Haluk Nurbaki / Tubitak Bilim Teknik Dergisi – Mayıs 2007)

(1)   http://www.cosm.sc.edu/cse/carpenter/12-2fusion.JPG  http://www.goalfinder.com/images/SPAPRO4/nuclear-fusion-reaction.jpg http://www.youtube.com/watch?v=KhYf0y6VvgY&mode=related&search=                                             http://www.knutsford-scibar.co.uk/webimages/fission.jpg     http://library.thinkquest.org/C0126626/form/fusion3.gif

(2) http://www.youtube.com/watch?v=8XGjkyZU2oY  http://www.youtube.com/watch?v=YF7EhwcwEj8&mode=related&search

 

 
 
İstanbul - 04.09.2007
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com