Arz - Arş
5.Bölüm

Galaksi boyutları o kadar büyüktür ki, bu diske dışarıdan bakacak olsaydık, bizim güneş ve ışık hızıyla bile onlarca yıl uzaklıktaki hacim içinde yer alan  komşu yıldızları bütün bir halde görmek yine de imkânsız oludu. Yüzlerce ışık yıllık çaplı hacim içindekiler ise, çok zor seçilebilirdi (mesela, bir cm’ yi bin ışık yılı uzaklığı olarak düşünürsek, galaksimiz 100 cm çapında, 1 cm kalınlığında yuvarlak bir masa olarak karşımıza çıkar). Bizim tek bir hücremize nispetle durumumuz neyse, güneş sistemimizin galaksimize göre durumu da aynıdır. Eğer güneş sistemimiz galaksiye göre böyle ise, güneş sistemi içindeki dünya ve üzerinde ‘hiç’ hükmünde olan biz canlıların galaksiye olan nispeti de adeta yok daha doğrusu varlığımız hiç yaratılmamış gibidir. Benzer şekilde bedenimize nispetle de hücreler, moleküller, atomlar yok hükmündedirler. Ancak, o boyutlara indiğimizde onun her boyutunda yine makro bir uzayla karşılaşırız. Mikro uzayın aslında makro bir uzay olduğunu ve o boyutların yanında da bir hiç olan boyutların varlığını görürüz. Bu nedenle, çekirdeği oluşturan proton ve nötronların (nükleonların) içindeki quarklar, aslında 10 üssü (-13) cm (1) içinde bulunmalarına rağmen gerçekte, birbirlerinden uzakta engin bir boşlukta hareket etmektedirler. Atom çekirdeği açısından ona en yakın yörüngede bulunan elektron arasındaki mesafe de eğer çekirdeği 10 cm yarıçaplı bir top olarak düşünürsek, bu elektron 1 km ötede olurdu. Ya da çekirdeği güneş olarak kabul edersek, ona en yakın elektron, güneş sisteminin 5 milyar 900 milyon km sınırındaki Pluton’dan da yaklaşık bir milyar km uzakta bulunurdu. Diğer yörüngelerdeki elektronlar da birbirlerine yine bu kabilden muazzam uzaklıklardadır. Ya atomlar! Molekül oluşturmak için bir araya gelen atomların birbirlerine olan minimum uzaklıkları da yine devasa mesafelerdedir.

Atom çekirdeği ve elektronların çok büyük mesafeler içinde bulunmaları gibi,  moleküler genetik sarmal olan D.N.A da hücreye nispetle öyledir. İnsan ise, dünyaya, gezegenler güneşe göre böyledir. Dünya ile güneş arasındaki mesafe o kadar büyüktür ki, saatte 150 km’lik bir hızla hiç durmaksızın güneşe doğru gitmiş olsaydık yaklaşık 115 yıl sonra oraya ulaşırdık. Saatte 30 bin km’ lik hızla giden bir roketle bile ancak 7 ayda varabilirdik. Güneş ışığı ise bize saniyede 300 bin km’ lik hızla, 8 dakikada gelir. Dünya’dan Mars’ a ışık hızıyla yaklaşık beş dakikada, Jüpiter’e 43 dakikada, Pluton’ a ise 5,5 saatte gidilir. Eğer Pluton a bir uydu göndermiş olsaydık (ki gönderildi) ona gönderdiğimiz komut 5,5 saat sonra ulaşacağından ondaki değişikliği 11 saat sonra görürdük. Bize en yakın yıldız ile aramızda bir ışık yılının 9 trilyon km olduğunu göz önüne alırsak 4,5 ışık yıllık bir boşluk yer almaktadır. Bu yıldıza yine saatte 30 bin km’ lik bir hızla gitmiş olsaydık oraya 136 bin yılda varırdık. Tanecik-atomdan galaktik yapılar ve evrene kadar her şey bir anlamda, boşlukta bir hiç hükmünde olan maddeden meydana gelmiştir. Dolayısıyla, bir insan vücudu ya da galakside maddeden çok boşluk vardır. Ancak, şunu da belirtmek gerekir ki, boşluk da boş olmayıp atom, sanal parçacık ve kuvvet alanlarıyla dopdoludur. Aslında uzayda bir karış boş yer yoktur. Bu doluluk sadece maddeye yakın düzeydeki alanlarla sınırlı olmayıp çok daha alt boyutlardaki madde ve ona dayalı, bağlı enerjiyi de meydana getiren ya da onun da özü olan enerji düzeylerinde de aynen geçerlidir. Kısacası evrenin, kâinatın hiçbir katmanında boş bir noktasal alan mevcut değildir (bu enerji alanlarının özelliklerine çeşitli yazılarımızda değinmiştik).

Oysa bize göre, bırakın atom çekirdeği ile elektronları, moleküller, hücreler bile o kadar küçüktürler ki mikroskopla bile aralarındaki bu mesafeler algılanamayarak birbirlerine yapışık olarak görünürler. Aynı şekilde, yıldız grupları ve galaksi boyutlarından bakıldığında yıldızlar arasındaki ortalama 8 ışık yıllık o muazzam boşluklar neredeyse mevcut bile değildirler. Süper galaktik kümeler ve onların da daha üst  boyutlardan baktığımızda ise (yani ayrı-ayrı bu bedenlere göre), aralarında ortalama 3-4 milyon ışık yılı yani ışık hızıyla bile 3-4 milyon yılda gidebileceğimiz uzaklıkta yer alan galaksiler de birbirlerine bitişik noktasal birimler olarak görünürler. Bilmem hafızlarımız alabiliyor mu? Şahsen benim almıyor. Buraya kadar anlatılanlar dahi bilimsel olarak tespit edilen birkaç yüz milyar galaksi içindeki boyutlara göre olanlar. Ya evremizi göz önüne alıp  bir de bunun, maddesel yönüyle de sonsuz- sınırsız parçalanması mümkün olmayan kâinat içinde nokta mesafesinde olduğunu düşünürsek, film koptu sanırım. Galaktik bedenin organları yıldız birikimleri, hücreleri de yıldızlardır. Galaksiler de bir üst boyuta göre evrensel bedenin organları gibidir.Evrenimiz ise Kâinatın bir hücresidir bir anlamda, ya da o bile değil. İnsan ise, enerji- tanecik - atom boyutundan yıldız- galaktik yapılara nispetle ara bir boyutta yer almakta olup bu boyutlardan yapılardan ayrı, bağımsız bir varlığı ve hareketi kesinlikle söz konusu değildir.

Melek - Enerji isimli yazımızda tüm boyutlarıyla varlığın, meleklerden oluştuğunu belirtmiş bu yüzden meleklerin maddesel boyuttaki makro planda da belli kütlesi, hacmi olan yıldız birikimleri şeklinde açığa çıktığını söylemiştik. İşte bir önceki yazımızda da değindiğimiz üzere, meleklerin bir türü de yıldız- yıldız kümeleri, galaktik ve evrensel boyutlarda bir Bedene, Ruha, Bilince sahip olan bu meleki yapılardır.  Bunlardan biri olan (Zodyak) Astrolojik kuşak içindeki  her biri on milyonlarca… yıldız içeren  takım yıldızları kendi içinde bize göre ulaşılamayacak mesafelerde olmuş olsa da galaktik meleğin indinde çok çok küçük yerleri işgal ederler Galaksiyi üstte belirttiğimiz büyüklükteki bir masa yüzeyi olarak düşünürsek bu takım yıldızların her biri onun indinde ancak bir su damlası lekesi kadar bir yer kaplar. Bu nedenle Cebrail (as), Mikail (as),… bu galaktik meleğe nispetle onun bir organı gibidir. Bu mekânsal anlamda böyle olduğu gibi gerçekte enerji ve bilinç boyutlarında da öyledir. Keza berzah, mahşer, cehennem, cennet boyutları da hem mekânsal hem de boyutsal anlamda bu meleğin katında hiçbir şeydir. Ölüm ötesi boyuttaki kabir içi ve dışı, mahşer, cehennem boyutu güneş sistemi ile sınırlı iken, cennet boyutu da galaktik boyutla sınırlıdır. Galaktik bilincin ötesine geçenler ise, sadece üst düzey velileridir.

Ruhul Kuds’ ün galaksinin Ruhu oluşu ise, boyutsallığındaki  sonsuz-sınırsız yapısı dolayısıyladır ki yaratılmaktan münezzehtir ve boyutlarındaki kendince maddesel katmanlara göre de, bizim maddesel evrenimiz bir hiçtir. Evrende sonsuz sayıda galaksi yani Ruhül Kuds’ ler bulunmaktadır. Ayrıca galaksi içindeki güneş sistemimiz ile diğer tüm yıldız sistemlerinde açığa çıkmakta olan bütün hükümler Galaktik Bilincin hükümleridir. Dolayısıyla Ricali Gayb’ dan açığa çıkan tüm hükümler bu Ruhül Kuds’ ün diledikleridir.

Bir başka açıdan baktığımızda Kürsü ile anlatılmak istenen bizim Samanyolu galaksimizdir. Diğer kürsüler ise, yıldızlar feleği olarak ifade edilmişlerdir. Dolayısıyla, sonsuz kürsülerin toplamına da Arş denmektedir. Tüm bunlar o günün insanlarının anlayabileceği benzetme, en uzak mesafe ve büyüklük kavramlarıyla şöyle anlatılmaktadır: “ (… Allah’ ın meleklerinden olan Arşı taşıyıcılarından bir melek hakkında…) Onun kulak yumuşaklığı ile ensesi arasındaki uzaklık 700 senelik mesafedir…”

“ Dünyanız ve yedi kat sema (güneş sistemi), Kürsinin içinde çöle atılmış bir yüzük halkası kadardır. Kürsi de Arşın içinde gene çöle atılmış bir yüzük halkası gibidir”

Makro plandan, mikro plana kadar tüm varlık aynı Tek Öze dayanması, “zerre külün aynasıdır” hükmünce, sistemin holografik yapılı olması ya da rölativiteyi göz önüne aldığımızda, alt boyutlara indikçe mikro kozmosun, makro kozmosla (aynılaşması anlamında) birleşmesi ve sonunda sonsuz büyüklüğün sonsuz küçükte, sonsuz küçüğünde sonsuz büyüğün  her noktasında mevcut olması veya astrolojik katmanlardan gelen manaların tüm boyutlara ait manalar olması dolayısıyla, hangi düzeyde olunursa olunsun Bilinçli Varlıklar bu Öz aracılığıyla istenilen boyut ve varlıklarla rezonansa geçip iletişim kurabilirler. İşte Hz Muhammed (sav) de diğer sistemlerle  bu Galaktik Bilinçler aracılığıyla evrende bağlantılar kurmaktadır. Bu yüzden Öz’ ünü bilenlerden biri: “ Biz öyle bir Melek tespit ettik, öyle bir varlık tespit ettik ki O’ nun bizden haberi bile yok. Bizim varlığımızdan haberi bile yok ” diyor.  Buna paralel iki hadiste de, “ Allah’a yakın sahibi birtakım melekler var ki, onlar dünyanın ve insanın var oluşundan bile haberdar değillerdir ”.

“ Benim Rabbimle öyle bir vaktim olur ki, oraya ne bir Nebi-i Mürsel, ne de Mukarreb bir Melek girer ”  deniyor.

Mistik alanda Mukarreb’ lerin üstü olan ve Müheymin yapılar olarak bilinen Galaktik Ruhlar ve bu Ruh adı altında açığa çıkan Ruh Adlı Meleğin aynı Öze sahip olmalarına rağmen bize göre olan farklılıkları ise, birinci bölümde de değindiğimiz üzere ortaya çıktıkları boyut ve o boyuta ait güç alanlarıyla ilgili olmasındadır. Aynı şekilde “ Hz Muhammed (sav) ‘in üstünde çok güçlü yapılar vardır” demek de bu bakış açısına göre tanımlamadan ileri gelmektedir.

Burada yeri gelmişken, makro kozmosun mikro kozmos da aynen mevcut olmasının iki anlamı vardır. Birinci anlamda her zaman değindiğimiz gibi, en küçük noktada tümün bilgisi daha doğrusu kendisinin mevcut olması, ikinci olarak da makro kozmosta işleyen sistemin benzerinin mikro kozmosta da bulunmasıdır. Mesela, nasıl ki, insan bir fert, birim olarak doğuyor, büyüyor, yaşlanıp ölüyorsa, evren içindeki galaksiler, kainat içindeki evrenler de aynı şekilde doğmakta, büyümekte, yaşlanıp ölmektedirler. Ya da nasıl ki, evrenin bir Arşı, bir Kürsüsü, Yedi kat seması ve yeri varsa, aynı biçimde insanın da bir Arşı, bir Kürsüsü, Yedi kat seması ve yeri bulunmaktadır…

 

(Bkz. Tekin Seyri / Kendini Tanı / Hz Muhammed Neyi Okudu – Ahmed Hulusi, Akıl – İman - İkan / Ahmed Fevzi Yüksel – www.sufizmveinsan.com / tasavvuf)

(1) Bu sayı, bir santimetrenin milyon kere on milyon da birini ifade eder.

hologramk@yahoo.com
İstanbul - 27.09.2005
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail