Kuzu gibi...

 

 

Click to read english...

     Önemli deyişleri yazılarımın arasına katmak gibi bir alışkanlığı benimsemedim. Tabi Ayetler, Hadisler ve Velilerin dışında...

     Ama Hz. İsa’nın (a.s) şu sözünü duyduğumdan beri hiç unutmadığım gibi, bu yazımda da kullanmak istiyorum.

“Kurtlar arasına kuzu gibi girin. Sizi parçalasınlar!”

     Ne demek istiyor ki Allah’ın Rasulü?

     O, bu sözünde yaradılış gayesine atıfta bulunarak, insanın soluduğu havada bir benlik sahibi olmaması gerektiğine işaret ederken, farklılıkları bir arada yaşamadan, “Kemâlata ulaşılamayacağına” dikkât çekmek istiyor.

     İnsanlar dünyaya gözlerini bir bedende açarlar.

     Hemen herkesin bir kişiliği vardır…

     Kimileri dünyevî değerleri benimser, bu alanda sorumluluk taşımak ister...

     Bazıları ise aslını, hakikâtini tanımak, “kendini bir et kemik yığını gibi görmenin ötesinde” şuurlu bir varlık olarak hissetmek arzusundadır.

     Bu çok önemli detayı dünyada elde edemiyorsa, bir daha bu şansı bulma imkânına sahip olamayacağını bilir.

     Kuşkusuz hepimiz, bu şartları ortaya koyacak şekilde yaratılmışız. İşte buna göre herkes kendi kararını vermiş, seçimini yapmıştır.

     Demek istediğim şu:

     Kimi, doğduğu gibi kalmak ister.

     Kimi, yok olmak, yok oluşla birlikte kendi olmak arzusundadır.

     Kozmos’la yan yana durabilen, muhayyilesini genişletip özünde/beyninde mikro evreni bulabilir. Bu bağlamda “Sünnetullah” adı verilen işleyiş yasalarının, huy ve tabiat yapısına hâkim olduğunu belirtir.

     Veya bu şartları kabullenmek yerine yüzünü maddeye, dünyaya dönebilir. Hayatta yapılacak şeyin sadece bu olduğunu düşünür. Aslında her zaman böyledir. Hayalleri arttıkça kendisi yeni duygu boyutlarına atılır.

     Güya kendini yalın haliyle anlatıyor, yaşamının örnek alınmasını istiyordur!

     Oysa hayatın ipi kaçmıştır bir kere!

     Bütün olmak, ayrı görmemek, güçsüz birine sahip çıkmak, yapılan iyiliklerden bahsetmemek, kötülükleri görmemek, örtücü olabilmek, kale gibi olmak zor, hatta imkânsıza yakındır.

     Ne ki beden bilinci, bu akıl almaz işlere girmez, uğraşmaz, olduğu yerde kalır.

     Biyolojik yapıyı irrite eden şeytan, insana; “Bir birim gibi yaşa ki, seni her istediğim zaman kırabileyim.”

     Duygularınla baş başa kal, önünü görme!

     Sakın bu halinle tümelliğe adımını atma!

     Cenab-ı Hakk’ın bizlere İlâhî tercih yapma imkânı bahşettiği süreçte, “Perdelerin arkasında” olmayı yeğle de ne amaçla geldiğini unut bir hele” der.

     Şimdi Dostum, ya kendini topla, Allah-İnsan ilişkisi ile yaşamını sürdür.

     Deist inanışın aksine Allah, yarattıktan sonra bir kenara çekilmemiştir. Allah; insana, tarihe, topluma her an müdahildir.

     “Öfkeyle” yüzünü gösterenlere mütebessim bir çehre ile nazar et ki seni anlama yoluna gitsinler. Varlığını çekemeyen, bir kaşık suda boğmak isteyenlere elinden ne gerekiyorsa yap, yardım et.

     Resimler, şekiller, sözcüklere aldırış etme.

     Ya da şeytana uymaya devam et.

     Bir düşün!

     İnançlarından bahsediyorsun…

     Nebiler, Rasuller, Evliyalar bak nasıl ezilmişler...

     Çökertilmeye âdeta davetiye çıkartmışlar.

     Allah yolunda, gayeye ulaşma arzusu ile yananla, nasıl hakaretlere maruz kalmaya bırakıldılar...

     Tehditkâr, küçümseyici bakışlar altında, başlarını dik tutmak yerine, suçlu gibi öne eğmediler mi?

     Bir birim olarak kalmamanın bedeli hangi şekillerle ödendi, düşünebiliyor musun?

     Un ufak oldular! Toz yığını haline geldi bedenleri.

     Ama onlar korkarak dolaşmadılar.

     İnançları hiç kaybolmadı.

     Düşüncelerinde “…maruz kalmak” diye bir şey geçmedi.

     Kimileri zulme uğradılar!

     Kimileri zindanlara atıldılar!

     Süründürüldüler, öldürüldüler!

     Ne ki iradelerini ezdirmediler!

     Çünkü onlar bir bedenden fazla olacağına kendilerini inandırmışlardı.

     Makamlar gelip geçiciydi, bunun bilincindeydiler.

     İşte onlara;

     Bazı dünyevî fırsatları sana bahşettiğimizde bunları “neden kullanmadın?” diye sormayacaklar.

     Ancak kendini biyolojik bir yapı olarak bulan ve bunu böyle sürdürenler bunalacak, cevap da veremeyecek.

     Mutlak Tek’in bahşettiği bu imkânı, bir yana iteklemek, bir birim olarak kalmak, “topraktan geldik toprağa döneceğiz” demek istemiyorsanız, İsa Nebi’nin(a.s) sözüne kulak verelim derim.

Arkadaşına gönder 

 

 

 Paylaş

     
 
İstanbul - 31.05.2011
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com