MUHYİDDİN İBN ARABİ "Rûhu'l Kuds" den Yansımalar

5. Bölüm

www.sufizmveinsan.com
 
 

Müellifi: MUHYİDDÎN İBN ARABİ
Eserin adı: Rûhu’l Kuds
İbn Arabi’nin Feyz Aldığı Sûfiler
Mütercim:Vahdettin İNCE
Nâşir : KİTSAN Yayınevi (0212 513 67 69)
Yansıtan : Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com

Sadaka veren arif kişi, sadaka dağıtmak üzere çıktığında, karşılaştığı ilk yoksula sadakasını verir. Ama onu bırakıp başka bir yoksula sadakasını vermek üzere yoluna devam ederse, kuşkusuz Rabbinin rızasından nefsinin hevasına uymaya intikal etmiş olur ve ariflerin divanından çıkar. Çünkü bu Risalet gibidir. Risaleti tebliğ hususunda insanlar arasında ayırım yapılmaz… (85)

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
İyiliği önce nefsine yap. Sonra ailene, sonra yakın akrabalarına yap. (85)

Cennet zorluklarla kuşatılmış haldedir. Zorlukları mümin dünyada, kafir ise ahirette çeker. Cehennem de çekici güzelliklerle donatılmıştı. Kafir dünyada bunlardan lezzet alır, mümin ise ahirette.
O halde hangi gurupta yer aldığına bak!.. (89,90)

Necid bölgesinden bir adam Rasûlullah’ın (s.a.v) yanına gelerek şöyle dedi:

-Yâ Rasûlullah!.. Kuraklık yaşıyoruz, helak olduk, Allah bize rahmetini ulaştırmadı. Allah’a dua et, bize yağmur yağdırsın…

Bunun üzerine Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) dua etti. Adam gitti. Bol yağmur yağmış, o sene ihya olmuşlardı. Sonra ertesi yıl bir daha geldi ve dedi ki:

-Yâ Rasûlullah!.. Bizim için Allah’a dua ettin, önceki senemiz ihya oldu. Bu sene için de dua et.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) şöyle dedi:

-Kafirler gibi mi yağmur isteyeyim?.. Hayır, memleketine geri dön.

Şu lafzın ihtiva ettiği sırlara bak!.. Rasûlullah (s.a.v) yağmurun, Allah katından belli bir ölçüye göre yağdığını ve bu talebin yağmurun belli bir ölçüyle yağması gerçeğine uygun olmadığını biliyordu. Bu yüzden: Kafirler gibi mi yağmur isteyeyim?.. diyerek bu talebi reddetti. Böyle bir talepte bulunan adamı bundan alıkoymaya yönelik öğüdünde nice ilimler gizlidir. Rahat, konfor ve maddi genişliğin devamlılığını kafirler topluluğuyla irtibatlandırdı ve müminin, nefsini zorluk ve sıkıntı ile rahat ve konfor arasında dolaştırdığını, bazen bolluğu, bazen de yokluğu yaşattığını dile getirmiş oldu. (94,95)

Size en yakın olan kâfirlerle savaşın. (Tevbe Sûresi, 123. Âyet)
Sana en yakın olan ve en çok sana saldıran düşman senin bedeninin kalıbı içinde ki nefsindir. (106)

İmam namazda “Amme” Sûresini okudu :

Biz yeri bir döşek ve dağları da kazıklar yapmadık mı?..

(Nebe Sûresi, 6 ve 7. Âyetler)

Âyetini okuyunca imamın okuyuşuyla ilgim kalmadı. Onun sesini duymaz oldum. Sözünü ettiğimiz Şeyhimiz Ebu Cafer’i gördüm. Şöyle diyordu:

-Âlemin döşeği ve (sarsılmasına engel olan dağları) kazıkları müminlerdir.

Müminlerin döşeği ve (sarsılmalarını engelleyen) kazıkları âriflerdir.

Âriflerin döşekleri ve (sarsılmalarını engelleyen) kazıkları Nebi’lerdir.

Nebilerin döşekleri ve (sarsılmalarını engelleyen) kazıkları Resullerdir.

Bu arada yüce Allah’ın anlatmasını dilediği başka hakikatler de anlattı.

Bu sırada yeniden imamı duymaya başladım:

Konuşan doğruyu söyler.. İşte o kesin olarak gelecek gündür.. Âyetini okuyordu. (112)

Allah razı olsun, beni severdi, ama bunu bana belli etmez başkalarına yaklaşırdı. Beni kovar başkasının sözlerini tasdik ederdi. Meclislerde, oturumlarda beni azarlar, ayıplardı. Hatta benimle beraber olan arkadaşlarım bunun benim himmetimin azlığından kaynaklandığını sanırlardı. Çünkü onlar benimle beraber 0nun gözlerinin önünde ve hizmeti altındaydılar. Fakat bu toplulukta benden başka yükselen- Allah’a hamd olsun- çıkmadı. Şeyh (r.a) bunu söylerdi. (114)

Bir gün bu Şeyhin yanına girdim. Bana dedi ki:

-Ey Oğul!.. Nefsine dikkat et.

O’na dedim ki:

-Şeyhimiz Ahmed’in yanına gittim, bana :

-Rabbine dikkat et… dedi. Hanginizi dinleyeyim?..

Dedi ki:

-Ey Oğul!.. Ben nefsimle beraberim. Ahmed ise Rabbiyle beraberdir. Her birimiz, kendi halinin gereği olan davranışı sana göstermişiz. (131)

Hz. Nebi (s.a.v) : İlmi Allah’tan başka bir gaye için öğrenen, ilmi Allah rızası dışında kullanan alimleri yermiştir. İlim sahibi oldukları için değil, nitekim, başka bir gurup alimi de huşu sahibi olduklarını belirterek övmüştür.

Nitekim ben de bu kitabımda sûfileri yerdim. Ama, kesinlikle benim maksadım sadıklar değildir. Benim maksadım; insanlar arasında Sûfi kıyafetleri giyerek dolaşan, iç dünyaları ise tamamen aksi bir biçimde şekillenen kimselerdir. Yüce Allah bir âyette şöyle buyurmuştur:

İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi; kalbinde olana Allah’ı şahit tutar. (

Bakara Sûresi, 204. Âyet) (145)

(Abdullah el Hayat (r.a) ile) el Adis camiinde karşılaştığım zaman on veya on bir yaşındaydı. İki yün abası vardı. Rengi soluktu, çok düşünürdü… Derin bir vecdi ve cezbesi vardı. Bu tarikatta bana bir takım fetihler nasip olmuştu. Ama hiç kimse beni bilmiyordu. Onunla kendimi mukayese etmek istedim. Ona baktım, tebessüm etti, bana baktı. Ona işaret ettim, O da bana işaret etti. Allah’a yemin ederim, kendimi onun karşısında kalp bir dirhem gibi gördüm. Bana dedi ki:

-Çalış… çalış… Ne mutlu ne için yaratıldığını bilene!.

Benimle ikindi namazını kıldı, ayakkabılarını aldı, bana selam verdi ve gitti. Ben de evini bildiğim için arkasından gittim. Ama ondan bir ize rastlamadım. Onu sordum, hiç kimse bana onunla ilgili bir şey söylemedi. Onu görmeden rahat edemedim… Ondan sonra O’nu hiç görmedim. Şu ana kadar onunla ilgili bir haber de duymadım. Allah velilerinden kimisi küçük, kimisi de büyüktür. Allah onlardan razı olsun. (165)

 

 

 
 
Yansıtan: Hamdi Cenik
İstanbul - 16.01.2007
hamdicenik@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com