MUHYİDDİN İBN ARABİ "Rûhu'l Kuds" den Yansımalar

3. Bölüm

www.sufizmveinsan.com
 
 

Müellifi: MUHYİDDÎN İBN ARABİ
Eserin adı: Rûhu’l Kuds
İbn Arabi’nin Feyz Aldığı Sûfiler
Mütercim:Vahdettin İNCE
Nâşir : KİTSAN Yayınevi (0212 513 67 69)
Yansıtan : Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com

… Şu Ali bin Ebutalib’dir. Nebevi ilmin kapısı, sırlar sahibi ve imamı.

... Allah şahittir ki, Ali’nin bazı hallerine şahit oldum. Bir keresinde gece perdelerini indirmiş, yıldızlarını serpiştirmişti. O’nu mihrabında fark ettim. Sakalından tutmuş, yılan sokmuş kimse gibi kıvranıyordu. Kederli biri gibi ağlıyordu. Sesi hâlâ kulağımdadır. Şöyle diyordu:

-Ey Rabbimiz!.. Ey Rabbimiz!.. -yakarıyordu-

Sonra Dünyaya seslendi:

-Beni mi kandıracaksın? Beni mi iştiyakla kendine bağlamak istiyorsun? Heyhat! Heyhat! Benden başkasını kandır. Seni üç talakla boşadım. Çünkü senin ömrün kısa, meclisin hakir ve tehlikelerin büyüktür. Ah! Azık yetersiz, yolculuk uzun ve yol ürkütücü!

Bir gece Ali b. Ebutalib’i (r.a) evinden çıkarken gördüm. Yıldızlara baktı ve şöyle dedi:

-… Ne mutlu dünyadan uzaklaşıp ahirete meyledenlere! Onlar yeri bir sergi, toprağı döşek, suyunu hoş bir koku gibi görürler.. Dua ve Kur’an’ı giysi ve şiar edinirler. İsa (a.s) yaptığı gibi dünyayı reddetmişlerdir.

Şu parlak ve beliğ sözleri içeren sahili olamayan denizlere bak!

Allah için söyle ey nefis! Şu Ali b. Ebutalib (r.a) Senin olduğunu iddia ettiğin makam ve hale sahip olmasına, makamını ve amelini bilmesine, amelini hikmetle yerine getirmesine, hakikatleri en noksansız şekilde gerçekleştirmesine rağmen; hallerini sergilemeye, göstermeye kalkışmıyor, senin yaptığın gibi.

Senin zamanında yaşayan bir çok arif de kabz halinden sonra, bast haline geçtiler, heybetlerinden sonra yumuşadılar, daha önce ellerinin tersiyle attıkları malları topladılar, diğer bir ifadeyle döndüler, halk de onlardan yüz çevirdi. Kaybettikleri halde kazandıklarını sandılar.

Ey Nefis! Ali’nin (r.a) irfana hakim oluşuna, gelişmelerin karşısına geçip belirginleşmesine ve elini göğsüne vurarak :

-Burada ne ilimler var! Keşke onları taşıyacak birini bulsaydım… deyişine bak.

Bir de yalnızken Mevlasının lisanıyla dünyaya seslenişine bak.

Allah için söyle ey nefis! Yetersiz irfanına ve düşük müşahede düzeyine rağmen, bu imam kadar bu halle beraberliğin oldu mu?..

Dedi ki:

-Hayır, vallahi… Benim yaşadığım aniden belirip kaybolan parıltılardan, bazı zamanlarda doğan ama başka zamanlarda görünmeyen hilallerden ibarettir. (53,54)

..Şu Selman-ı Farisi’dir.. Soy olarak senden aşağı, ama din olarak senin imamındır.

..Şöyle rivayet ettik:

-Medain halkı Selman’ın mescitte olduğunu duydu. Hemen oraya koştular ve etrafında toplandılar. Derken orada bin kadar kişi toplandı. Selman ayağa kalktı ve:

-Oturun, oturun!... dedi.

İnsanlar oturunca Yusuf Sûresini açtı okumaya başladı. Bunun üzerine birer birer kalkıp gitmeye başladılar. Derken orada yüz kadar kişi kaldı. Selman öfkelendi ve şöyle dedi:

-Süslü, parlak sözler istiyordunuz; ben size Allah’ın kitabını okuyunca kalkıp gittiniz!

-Allah hakkı için söyle ey nefis! Burası Hak meclisidir. Bana doğruyu söyle; Allah’ın kitabını dinlediğinde titremediğin, ama sana bir şiir okuduğunda titrediğin, delirdiğin, halden hale girdiğin oldu mu?

Dedi ki:

-Allah’a yemin ederim ki, her zaman ki dinim ve edebim budur. Sana daha fazlasını da söyleyeyim:

-Allah’a yemin ederim ki, şu anda bulunduğum halden bana daha ağır geleni şudur: Kur’an okuduğum zaman beni bir yorgunluk, bir bıkkınlık alır.

Sana derim ki:

-Vallahi bir şey yapacak gücüm yok. Artık zayıfladım. Zihnim yoruldu. Beni bundan uzak tut…

Sen de Mushaf’ı elinden bırakır, dilinle okumayı durdurursun. Çok geçmeden, senin sözlerinden veya başkalarının sözlerinden her hangi bir sanat dalıyla ilgili sözlerine dikkatini çekerim. Sen de hemen ağzını açar onları söyler, mırıldanır, terennüm edersin. Gayet akıcı bir şekilde, yalın olduğunu düşündüğün en güzel tarzda, nefsi memnun edecek şekilde okursun. Sen de en küçük bir yorgunluk ve bıkkınlık görülmez… (57, 58)

Selman-ı Farisi doğru söylemiştir. Ebu Meyden de. Ki şöyle demiştir:

-Mürid, istediği her şeyi Kur’an’da bulmadığı sürece Mürid olamaz… Bu Mürid’in makamıdır. Bir de Arif’in makamını düşün! Efendisinin sözünün dışında ki bir söze nüfuz eder mi?! (63)

… Karşılaştığımız ve müzikle meşgul olan, ama bundan önce böyle düşünmeyen bazı şeyhlere bunun nedenini sorduk ve dedik ki:

-Daha aşağı müzik makamına yerleşen şeyh, nefsinin hazzı için inmiştir. Şeyh –Allah doğrusunu her ketsen daha iyi bilir- dünyevi nefsine merhameten müzik makamına inmiştir ve müziği şereflendirmek için müzik dinlemeye koyulmuştur. Çünkü müzik ariflerle şereflenir, arifler onunla şereflenmezler. Böylece şeyhin müzik makamına inişi, Hakkın kullarına inip:

-Tevbe eden yok mu, onu bağışlayayım… demesi gibidir.

Biz, Hakkın bize inmesiyle şerefleniriz, O bizimle şereflenmez. Ama bu, şeyhin yüce bir makamda olması durumunda geçerlidir. (63)

Ebu Yezid mürid hakkında şöyle dedi:

-Müridin müzik dinlemeye meyilli olduğunu görürsen, bil ki onda tembellikten izler vardır. (68)

… Biz şiir ve şarkı dinlemenin haram olduğunu söylemedik. Aksine, şeriatın müsaade ettiği ölçülerde şiir ve şarkı dinlemenin mubah olduğunu söyledik. Sonra müzik dinlemenin makamlar içinde eksiklik oluşunu açıkladık, menzilinin nerede olduğunu belirttik. (69)

 

 

 
 
Yansıtan: Hamdi Cenik
İstanbul - 02.01.2007
hamdicenik@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com