Füsûs-ül Hikem

414. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

BU   FASS   KELİME-İ MUHAMMEDİYYE'DE

MÜNDEMİC   "HiKMET-İ FERDİYYE"'   BEYÂNINDADIR.

İmdi Muhammed (s.a.v.) Rabb'ine en ziyâde vâzıh olan; delîldir. Zîrâ âlemden her bir cüz', kendisinin aslı olan Rabb'ine delîldir. Binâenaleyh iyi anla! Ve ona ancak nisâ' sevdirildi. O da onlara müştâk oldu. Zîrâ o küllün cüz'üne şevkı bâbındandır. İmdi o, bu haber ile Hakk'ın bu neş'et-i unsuriyye hakkında    وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي    (Hicr, 15/29) kavlinde cânib-i Hak'tan nefs-i emri ızhâr eyledi. Ba'dehû kendi nefsini, insanın likâsına şiddet-i şevk ile vasf etti. Binâenaleyh müştâkîn için: "Yâ Dâvûd benim de onlara ---- ya'nî kendisine müştâk olanlara --- şevkım eşeddir" buyurdu. O da likâ-i hâstır. Zîrâ Resûl (a.s.) hadîs-i Deccâl'de "Sizden biriniz ölmedikçe Rabb'ini müşâhede etmez" dedi. Böyle olunca, kendisinde bu sıfat olan kimse için şevk lâbüddür (4).

Ya'nî âlemin (evrenin) her bir cüz'ü (parçası) kendi Rabb-i hâssı (öz rabbi (kendi terkibinde güçlü isim) olan bir isme delîldir (işarettir). Ve her bir isim dahi müsemmâ olan (isimlenen) ayn-ı vâhide-i ulûhiyyete (tek hakikat olan uluhiyete) delîldir. Halbuki Muhammed (s.a.v.) Efendimiz'in hakîkati vücûd-i mutlak-ı Hakk'ın (Hakk’ın kayıtsız varlığının) lâ-taayyün (taayyünsüzlük (zat) ) mertebesinden, taayyün (belirlilik) mertebesine tenezzülünden (inişinden) ibâret olduğu cihetle, (yönüyle) esmâ-i muhtelife-i ilâhiyyeden / (çeşitli ilahi isimlerden) ibâret olan erbâb-ı müteferrikanın (ayrı ayrı rabların) kâffesini (bütün hepsini) câmi' olduğu (kendinde topladığı) gibi, sûret-i unsuriyye-i Muhammediyye (Muhammed’in unsur suretinde) dahi, vücûd-i mutlak-ı Hakk'ın, (Hakk’ın kayıtsız varlığının) sûret-i insâniyyeye (insan suretine) gelinceye kadar tenezzül eylediği (indiği) bi'l-cümle (bütün) merâtibi (mertebeleri) muhtevî (kapsar) ve cemî'-i merâtibin (bütün mertebelerin) netîcesi (hulâsası) ve zübdesi (aslı, özü) olduğundan ve binâenaleyh (bundan dolayı) onun Rabb'i Rabbü'l-erbâb (rablerin rabbi) olan "Allah" bulunduğundan Rabb'ine en vâzıh (en açık) delîl oldu.

İmdi (buna göre) (S.a.v.) Efendimiz küll (bütün, hep) olduğu ve kadın ondan bir cüz' (parça) bulunduğu için, küllün (bütünün) cüz'üne (parçasına) meyl (yönelmesi ve iştiyâkı (şiddetli arzu duyması) kâidesince (kuralınca) ancak ona kadın sevdirildi. O da kadınlara müştâk (şiddetle arzu duyan) oldu. Maahâzâ (bununla beraber) onun iştiyâkı (arzusu) yine kendi nefsinedir. Çünkü cüz', (parça) hakîkati i'tibâriyle (bakımından) küllün (bütünün) aynıdır ve taayyünü (açığa çıkmış sureti) i'tibâriyle (bakımından) ise gayrıdır (başkadır). Ve bir şeyin muhabbeti (sevgisi) ancak kendi nefsinedir. Zîrâ (çünkü) zuhûr, (ortaya çıkma, görünme) Hakk'ın kendi zâtına olan hubbü (sevgisi) iledir. Ve cemî'-i mevcûdâtta (bütün varlığa gelmişlerde) sârî (yayılmış, nüfuz etmiş) olan muhabbet (sevgi) hakîkatte bu hubb-i zâtînin (zati sevginin) tafsîlinden (detayından, teferruatından) ibâretir. Ve iştiyâk (özlem duymak) dahi ayrılıktan münbaisdir (ileri gelmiştir). Eğer küll (bütün) ile cüz' (parça) arasında ayrılık vâkı' (olmuş) olmasa idi, külliyyet (bütünlük) ve cüz'iyyet (kısımlık) sıfatları zâhir olmaz (görülmez) ve küllün (bütünün) cüz'üne (parçasına) muhabbeti (sevgisi) ve iştiyâkı (güçlü isteği, özlemi) husûle gelmez (oluşmaz) idi.

İmdi (buna göre) (S.a.v.)    حبًب الئ من ديناكم ... الخ    bu hadîs-i şerîfi ile Hakk'ın bu neş'et-i unsuriyye (meydana çıkmış, unsurlar) hakkında "Ben Âdem'e rûhumdan nefh ettim (üfledim)." (Hicr,15/29) kavlinde (sözlerinde) mündemic (içkin) olan nefs-i emri (işin aslını) ızhâr buyurdu (gösterdi). Ve bu kavilde (sözde) mündemic  olan (saklı bulunan) nefs-i emr (işin aslı) dahi budur ki: Allah Teâlâ kendi rûh-i küllîsinden (küll ruhundan) insana nefh etmekle (üflemekle), rûh-i insânî (insanın ruhu) rûh-i küllî-i ilâhîden (Hakk’ın tümel ruhundan) cüz' (bir parça) gibi oldu. Binâenaleyh (bundan dolayı) suret-i kesîfe-i insâniyyede (yoğunlaşmış insan suretlerinde) mütekayyid (kayıtlanmış) ve müteayyin (belirmiş) olan Hakk-ı latîfin (nurların nuru Hakk’ın),insana meyli (sevgisi) ve iştiyâkı, (özlemi) küllün (bütünün) cüz'üne (parçasına) meyli (sevgisi) ve iştiyâkı (güçlü arzu duyması) gibidir. Hak insana kendi rûhundan nefh ettikten (üfledikten) sonra sûret-i insâniyyede (insanın suretinde) zuhûru (görünmesi) ve taayyünü (açığa çıkmış sureti) hasebiyle (dolayısıyla) kendi nefsini insanın likâsına (kavuşmasına) şiddet-i şevk (güçlü arzu, özlem) ile vasf eyledi (vasıflandırdı). Şu halde onun insana iştiyâkı / (güçlü arzu duyması) kendi nefsine iştiyâkı (güçlü arzu duyması) demek olur.

Devam Edecek