Füsûs-ül Hikem

366. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

KELİME-İ MÛSEVİYYE’DE MÜNDEMİC OLAN "HİKMETTİR

[2.Şerh]

     Âlemden Allah Teâlâ'yı hamd ile tesbîh etmeyen bir şey ve bir mevcûd olmadığı gibi, yine o âlemden insana müsahhar olmayan (itaat etmeyen boyun eğmeyen) bir şey ve bir mevcûd yoktur. Çünkü sûretinin hakîkati onu iktizâ eder (gerektirir).

     Ma'lûm (bilinmiş) olsun ki, âlemde (evrende) mevcûd olan her bir şey esmâ-i ilâhiyyeden (ilahi isimlerden) birinin mazharıdır (görüntü yeridir) ve herhangi bir isim alınsa, o isimde cemi'-i esmâ (bütün isimler) mündemicdir (bulunur). Meselâ Semî' ve Basîr ve Kâdir ve Mürîd olmak içirı Hayy olmak lâzımdır. Ve kezâ (aynı şekilde) Hayy olunca Semî' ve Basîr ve Kâdir ve Mürîd olmak iktizâ eder (gerekir). İşte bu sebeble herhangi bir ismin mazharı (görüntü yeri) olan bir şey'-i mevcûdda (mevcut olmuş şeyde) hayât vardır. Fakat her bir şeyin sûret-i müteayyinesi (açığa çıkmış sureti) bu esmânın (isimlerin) kâffesinin (hepsinin) zuhûr-i ahkâmına (hükümlerinin açığa çıkmasına) müsâid değildir. Binâenaleyh (bundan dolayı) cemâdda (taş, maden gibi cansız dediğimiz varlıklarda) "hayât" bâtındır (gizlidir, açığa çıkmamıştır) ve nebâtta (bitkilerde) mahsüstür (hissedilir) ve hayvanda zâhirdir (aşikârdır) ; insanda ise azhardır (apaçıktır). İmdi (buna göre) insandaki sûret-i kemâliyye (mükemmelliğe ulaşmış sureti) bilcümle (bütün) esmâ (isimler) ahkâmını (hükümlerini) ızhâr ettiği (açığa çıkarttığı) için, âlemden insanın taht-ı teshîrinde (teshiri altında) olmayan bir şey yoktur. Bu teshîr keyfiyyeti (hususu) kısmen insân-ı kâmilde bile meşhûd olup (görülüp) muhtâc-ı îzâh değildir (açıklamaya gerek yoktur). Böyle olunca Hak Teâlâ hazretleri Kur'ân-ı Kerîm'inde "Allah Teâlâ, göklerde ve yerlerde olan şeyin kâffesini (hepsini) size müsahhar (itaat eden, boyun eğen) kıldı" (Câsiye, 45/13) buyurdu.

     Suâl: Arzda (yeryüzünde) olan insanın tasarrufu ma'lûmdur. Zîrâ (çünkü) insanlar buhar ve elektrik kuvvetlerini keşf ile / (bularak) tayyâreler ile havada ve tahtel-bahirler (denizaltılar) ile deryâların (denizlerin) ka'rında (derinliklerinde) gezmektedir. Göklerdeki tasarrufu ne sûretle (şekilde) olur?

     Cevap: Evvelen (ilk önce) insandan maksûd (kasdolunan) insân-ı kâmildir (tam, noksansız insandır), insân-ı nâkıs (noksan insan) değildir. Kur'ân-ı Kerîm'de cem'-i muhâtab (ikinci çoğul şahıs (siz) ) zamîriyle hitâben (seslenerek) "lekûm" (Sizin için) buyrulması her ne kadar sûret-i umûmiyyede (genel olarak) insanlara şâmil (insanları kapsar, içine alır) ise de, bu teshîr-i kâmil (tam teshir) keyfiyeti (hususiyeti) insân-ı kâmilde (noksansız, mükemmel insanda) fiilen (fiil olarak) ve insân-ı nâkısta (noksan insanda) bi'l-kuvve (kuvve olarak (potansiyel güc olarak) mevcûddur. Zîrâ (çünkü) insân-ı nâkısta (noksan insanda) cemî'-i esmâ (bütün isimler) ahkâmı (hükümleri) flilen (fiil olarak) zâhir değildir (açığa çıkmamıştır), kuvvededir (batındadır (potansiyel güç, kuvve olarak kalmıştır). İnsan-ı kâmil ise, arzda (yeryüzünde) tasarruf ettiği gibi, semâvâtta da (göklerde de) tasarruf edebilir. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur.    يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَن تَنفُذُوا   مِنْ أَقْطَارِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ فَانفُذُوا لَا تَنفُذُونَ إِلَّا بِسُلْطَانٍ    (Rahmân, 55/33) ya'nî "Ey cin ve ins (insan) tâifesi (topluluğu)! Eğer aktâr-ı semâvât ve arzdan (yer ve gökler tarafına) nüfûza (geçmeye) istitâatınız (gücünüz) varsa nüfûz ediniz (geçiniz) bakalım! Hayır, nüfûz edemezsiniz (geçemezsiniz), ancak sultân ile ya'nî kuvve-i ilâhiyye (ilahi güç) ile nüfûz edebilirsiniz (geçebilirsiniz)." Bu şerhin (açıklamanın) Mukaddime'sinde (başında) âlem-i şehâdet (görünen, şahit olunan alem) bahsinde âlem-i Simsime (tarife ve açıklamaya sığmayan alem) hakkındaki izâhât, burada fazla tafsîlât (ayrıntı, detay) i'tâsına (vermeye) hâcet (ihtiyaç) bırakmaz.

     Eğer insân-ı nâkıs (noksan insan) emr-i ilâhi (ilahi emir) dâiresinde kendi vücûdunda medfûn (gömülü) olan hazîneyi çıkarıp kâmil olursa, (tamlığa, mükemmelliğe erişirse) bu teshîr-i kâmilden (tam teshirden) nasîbedâr (pay alır, hissedar) olur. 

     Velhâsıl Âlemde (evrende) olan şeyin hepsi insanın taht-ı teshîrindedir (teshiri altındadır). Bunu kendi vücûdunda (varlığında) zevkan (zevk alarak) ve hâlen (hal olarak) bilen ve idrâk eden insân-ı kâmildir. Ve bunu zevkan (zevk alarak) ve hâlen (bizzat yaşayarak) bilmeyen ve idrâk etmeyen ve kendi kıymetini takdîr edemeyip, inkâr-ı hakâyık (hakikâtleri inkâr) ile kendisini hayvâniyyet (hayvanlık) sâhasına salıvererek huzûzât-ı nefsâniyyesine (nefsinin zevklerine) meclûb (düşkün) olan insân-ı hayvandır (hayvansı insandır).

 Beyt:

                          چه كنم قدر خود نميداني           تو بقيمت وراى دو جهاني         

    Tercüme: "Sen kıymetçe iki cihânın verâsındasın  (mahlukusun).

Ne yapayım ki kendi kadrini (kıymetini, dereceni) bilmiyorsun." 

Devam Edecek

 

 

 
 
İzmir - 01.04.2009
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com