Füsûs-ül Hikem

362. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

KELİME-İ MÛSEVİYYE’DE MÜNDEMİC OLAN "HİKMETTİR

[2.Şerh]

     Ve bunun hepsi sağîrin kebîrdeki te'sîrindendir. Bu da kuvvet-i makâmdandır. Zîrâ sağîr Rabb'ine hadîs-i ahddir; çünkü hadîsü't-tekvîndir. Kebîr ise eb'addir. Binâenaleyh, Allah'a akreb olan, Allah'dan eb'ad olanı teshîr eder. Melek cinsinin havâssı gibi ki, kurblerinden nâşî eb'ad olanları teshîr ederler (2).

     Ya'nî nüfûs-i cüz'iyyenin (kısım, parça nefislerin) nüfûs-i külliyyede (tümel nefislerde) ve tıflın (çocukların) racülde (yetişkinlerde) ve binâenaleyh (bundan dolayı) etfâl-i maktûlenin (öldürülmüş çocukların) rûh-i küllî-i mûsevîde (Musevi tümel ruhta) te'sîri (etkisi) hep sağîrin (küçüğün) kebîrdeki (büyükteki) te’sîrindendir (etkisindendir). Bu te’sîr (etki) dahi sağîrin (küçüğün) kuvvet-i makâmından (makamının gücünden) ileri gelir. Ve onun makâmının kuvveti dahi Rabb'ine karîbül'-ahd (ahdi yakın zamanda) olmasından münbaisdir (ileri gelmektedir). Çünkü sağîrın (küçüğün) tekvîni (yaratılması) ve vücûd (varlık) bulması yenidir. Kebir (büyük) ise tekvîn (yaratma) i'tibâriyle (bakımından) Rabb'inden çok uzaktır. Bu sebeble Allah Teâlâ'ya en yakın olan, Allah Teâlâ'dan en uzak olanı teshîr (emrine alır, kendine bağlar, tesir) eder. Melek cinsinin havâssı (saygın, seçkin olanları) gibi ki, Allah Teâlâ'ya kemâl-i kurblerinden (yakınlıklarının tamlığından, kemalinden) dolayı mâdûnu (alt derecelerde) olan melâikeyi (melekleri) ve sâir (diğer) mahlûkâtı (yaratılmışları) teshîr (kendilerine tâbi kılarlar, tesir) ederler.

     Abdullah Bosnevî hazretleri kendi şerhinde (yorumlamalarında)    كخواص الملك    ibâresindeki (cümlesindeki)    ملك    kelimesinin, "lâm"ın kesriyle (kırılmasıyla) "melik" olması da câiz (doğru, yerinde) olduğunu beyân eder (bildirir).  Bu sûrette ma'nâ: "Hükümdârın havâss-ı mukarrebîni (yakınları olan saygın kişiler) gibi ki, pâdişâha yakın oldukları için, hükümdardan uzak olan ümerâ (emirler, amirler) ve teb'ayı (kendisine bağlı olanları) teshîr ederler" (kendilerine tabi kılarlar, etkilerler) demek olur.

     Suâl: Etfâl-i maktûlenin (öldürülmüş çocukların) rûh-i küllî-i mûsevîde (Musevi tümel ruhta) te'sîri (etkisi) nasıl olur ki?... Cenâb-ı Mûsâ ulü'l-azm bir peygamber-i zî-şân (nübüvvet ve risalet vazifelerini büyük bir azim ve kuvvetle yerine getiren büyük peygamberlerden) idi. Binâenaleyh (bundan dolayı) kendi ümmetinin efrâdından (fetlerinden) Hakk'a daha karîb (yakın) idi. Ve efrâdı (fertleri) onun makâm-ı nübüvvetine (nübüvetlik makamına) nisbeten (göre) Hakk'a daha baîd (uzak) idi?

     Cevap: Mukaddimede (metnin başında) beyân olunduğu (anlatıldığı) üzere cenâb-ı Mûsâ'nın nefs-i küllî-i âlîsi (yüce küll nefsi) cesedi şerîfinden (mübarek cesedinden) mukaddem (önce) mükevven (yaratılmış) idi. Ve ümmetinin nüfûs-i cüz'iyyesi (cüz nefisleri) ise mizâclarının (tabiatlarının) husûlünden (oluşmasından) sonradır. Binâenaleyh (bundan dolayı) merâtib-i vücûd (varlık mertebeleri) i'tibâriyle (bakımından) nefs-i küllî-i mûsevî (Musevi tümel ruh), etfâl-i maktûlenin (öldürülmüş çocukların) ervâh-ı cüz'iyyesine (cüz ruhlarına) nazaran (göre), karîbü'l-ahd (ahdi yakın zamanda olmuş (yeni) değil idi; belki baîdü'l-ahd (ahdi önceden olmuş (eski) idi. Hadîsü't-tekvin (sonradan yaratılmış) olan ervâh-ı cüz'iyye (cüz ruhlar) kadîmü't-tekvîn (tekvini kadim, yaratılması eski) olan nefs-i küllî-i mûsevîyi (Musevi tümel nefsi) teshîr etti (kendilerine tabi kıldı, etkiledi). Nitekim, bu hakîkate işâreten ve bu ma'nâyı te'yîden (doğrulayarak) cenâb-ı Şeyh Ekber (şeyhlerin en büyüğü) (r.a.) âtideki (aşağıdaki) ibârede (cümlede) şöyle buyururlar:/

     Resûlullah (s.a.v.) nefsini, yağmur yağdığı vakit, yağmura ibrâz ederdi ve başını açardı, tâ ki yağmurdan ona isâbet ede ve "Rabb'ine onun ahdi yenidir" derdi. İmdi bu nebînin, bu ma'rifet-i billâhına bak ki, ne ecelldir ve ne a'lâdır ve ne evzahdır! Böyle olunca Rabb'ine kurbünden nâşî yağmur, efdal-i beşeri teshîr etti. Binâenaleyh onun üzerine vahy ile nâzil olan resûl gibi oldu. Böyle olunca onu hâl ile zâtına da'vet etti. İmdi Rabb’inden ona getirdiği şey, kendisine isâbet etmek için yağmura bürûz ederdi. Eğer ondan kendisine isâbet eden şey sebebiyle ondan fâide-i ilâhiyye hâsıl olmasa idi, kendi nefsini ona ibrâz etmez idi. İşte bu risâlet suyun risâletidir ki, Allah Teâlâ her şeyin hayâtını ondan kıldı (2).

     Yağmur yağdığı vakit, Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz, baîdü'l-ahd (ahdi daha sonra olmuş, eski) olan nefs-i nefîslerini, (kendi nefislerini) ya'nî taayyûn-i şerîflerini (mübarek vücutlarını), karîbü'l-ahd (ahdi yakın zamanda olmuş, yeni) olan yağmura ibrâz buyurur (gösterir) ve yağmur isâbet etmek için mübârek başlarını açar idi. Sebebinden suâl eden (sebebini soran) ashâb-ı kirâma (asil, kerim ashabına): "Yağmur tânelerinin ahdi (andı, sözleşmesi) Rabb'ine' hadîsdir (tazedir) ve yenidir" buyurur idi. İmdi (buna göre) bu Nebiyy-i zî-şânın (mübarek nebinin) ve bu nümûne-i insânın (örnek insanın) şu ma'rifet-i billâhına (Allah katındaki ilmine, bilgisine) bak ki, ne büyüktür ve ne yüksektir ve ne açıktır! İşte görülüyor ki, taayyün (açığa çıkan sureti) i'tibâriyle (bakımından) Rabb'ine kurbünden (yakınlığından) nâşî (dolayı),  yağmur efdal-i beşeri (en ala, en üstün beşeri) teshîr etti (etkiledi). Şu halde yağmur vahy ile huzûr-i risâlet-penâhîye (peygamberimizin huzuruna) nâzil olan (inen) resûl, ya'nî melek gibi oldu. Böyle olunca a'ref-i enbiyâ Efendimiz'i (peygamberimizi) yağmur hâl ile zâtına, ya'nî hakîkatine, da'vet etti.

     Ma'lûm olsun (bilinsin) ki, ervâhın (ruhların) hayâtı ilimdendir. Nitekim (S.a.v.) Efendimiz    من صار بالعلم حيّا لم يمت أبداً    ya'nî "İlim ile hayy (canlı) olan ebedî (asla) ölmez" buyururlar: Ve kezâ (aynı şekilde) ecsâdın (cesetlerin) hayâtı dahi sudandır. Nitekim Hak Teâlâ    وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ    (Enbiyâ, 21/30) buyurur. İnsan ise bu âlem-i şehâdette (dünyada) cesed ile rûhdan, ya'nî zâhir (dış) ile bâtından (iç’ten) mürekkebdir (bileşiktir) ki, zâhiri (dışı) cesed, bâtını (içi) ve hakîkati rûhdur. Yağmurun dahi zâhiri (dışı) su, bâtını (içi) ve hakîkati hayattır. Binâenaleyh (bundan dolayı) su, "Hayy" ism-i şerîfinin (mübarek isminin) mazharıdır (görüntü yeridir). Şu halde Rabb'inden yeni gelen yağmur, lisân-ı hâl (hal dili) ile kendi zâtına ve hakîkatine da'vet ettiği için, efdal-i beşer (insanların en üstünü en alası olan) Efendimiz hazretleri, kendi sûret-i seniyyelerini (yüce suretlerini) yağmurun sûretine ibrâz etti (gösterdi). Ve bu sûretten ma'nâya intikâl ederek (geçerek) feyz-i akdesten (zati tecelliden) nâzil olup (inip) hayât-ı rûh (ruhun hayatı) olan ilm-i rabbâniye (rabbani ilmi) müterakkıb oldu (bekledi, umdu).

Devam Edecek

 

 

 
 
İzmir - 04.03.2009
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com