Füsûs-ül Hikem

350. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

Ba'dehû biz deriz ki, bundan sonra onun hakkında emr Allah Teâlâ'ya râci'dir. Çünkü âmme-i halkın nüfûsunda onun şekâsı müstekarr oldu. Halbuki bunun hakkında onlarda nass yoktur ki ona istinâd ederler (32).

     Ya'nî Kur'ân-ı Kerîm'in zâhirinden (dışından, zahir manasından) Fir'avn'ın sıhhat-i îmânı (imanının doğruluğu) istidlâl olunduğu (deliller ile anlaşıldığı) ve onun şekâveti (cehennemlik olduğu) hakkında nass (kesin delil, apaçık ayet) olmadığı gibi. delâlet (izler, işaretler) dahi bulunmadığı halde, müddet-i hayâtında (yaşamı boyunca) envâ'-ı zulm (çeşitli eziyetler) ve taaddî (adaletsizlik, zulm) icrâ (yaptı) ve peygamberine muhâlefetle (zıt, aykırı gelmekle) mukâbeleye (karşılık vermeye) kıyâm ettiğine (kalkıştığına) bakarak âmme-i halkın (halkın genelinin) nüfûsunda (şahıslarında) onun şekâveti (mutsuzluğu) mukarrer (anlatılmış) olduğu için, biz Fir'avn'ın sıhhat-i îmânına (imanının gerçekliğine) delâlet (işaret) eden nusûs-i kur'âniyyeyi (Kur’an naslarını (açık ayetlerini) zikr ettikten (söyledikten) sonra, tâ'lîmen-li'l-edeb (edebi öğretmek için), Fir'avn hakkındaki emr (husus) Allâh Teâlâ'ya râci'dir, (dönüktür (aittir) deriz.

     Hz. Şeyh-i Ekber (r.a.) efendimizin "Emr (iş, husus) Allah Teâlâ'ya râci'dir" (dönüktür) buyurmaları, onun emrinde tereddüdlerinden nâşi (dolayı) değildir. Fir'avn hakkındaki re'y-i âlîlerini (yüce görüşleri) bu fassta (konuda), nusûs-i Kur'âniyye (Kur’an nasları (açık ayetler) ) ile her türlü Şübhe ve tereddüdden âri olarak (soyutlanarak), kemâl-i vuzûh (tam açıklık) ile beyân buyurmuşlardır (anlatmışlardır). Nitekim bâlâdaki (yukarıdaki) ibârede (cümlede)    الامر فيه الى اللهه    buyurduktan sonra, bu beyânın (açıklamanın) illetini (sebebini)    لمَا ا ستقر في نفوس عامة الخلق...الخ    ibâresiyle (cümlesiyle) tefsir etmişlerdir (yorumlamışlardır).  Bu ise, müddet-i ömrü (bütün ömrü boyunca) sû'-i ahvâl (kötülükler) ile geçen Fir'avn'ın rahmet-i ilâhiyyeye (Hakk’ın rahmetine) mazhariyyetini (nail oluşunu) bir türlü havsalalarına (akıllarına) sığdıramayan zevâta (kimselere), ta'lîm-i edebden (edebi öğretmekten) ibârettir. Zîrâ (çünkü) rahmet-i ilâhiyyenin (Hakk’ın rahmetinin) vüs'atini (genişliğini) teemmül ederek (düşünerek) onun hakkındaki emri (işi, hususu) Allah Teâlâ'ya havâle etseler (bıraksalar) ve Fir'avn'ın sarâhat-i kur'âniyye (açık Kur’an ayetleri) ile sâbit (belirlenmiş) olan îmânı, Allah Teâlâ indinde (katında) makbûl (kabul) oldu mu, yoksa olmadı mı? Binâenaleyh (bundan dolayı) kendisi indallâh (Allah katında) şakî (cehennemlik) midir, saîd (cennetlik) midir? Bunu ancak Allah Teâlâ bilir, deseler; edebe muvâfık (uygun) olur idi. Çünkü saâdet ve şekâvet-i ezeliyye (ezelde kazanılmış olan mutluluk ve mutsuzluk) a'yân-ı sâbitenin (ilmi suretlerin) isti'dâdına mevkûftur (bağlanmıştır). Bu ise ilm-i ilâhîdir (Hakk ilmidir). Ve Allah Teâlâ hazretleri bildirmedikçe, bir kimsenin zevâhir-i hâline (dışta görünen haline) bakıp, şekâvet (cehennemlik) veyâ saâdetine (cennetlik oluşuna) hükm etmek (karar vermek), ilm-i ilâhiye (Allah’ın ilmine) iştirâk (ortak olmak) ma'nâsını mutazammın olduğu (içerdiği) için bî-edebiliktir (edepsizliktir). Ammâ Hz. Şeyh (r.a.)’in sıhhat-i îmân-ı Fir'avn (Firavun’un imanının gerçekliği) hakkındaki beyânât-ı aliyyeleri (yüce açıklamaları), zâhir-i Kur'ân'dan (Kuran’ın dış manasından) muktebes (aynen aktarılmış) delâile (delillere (ayetlere) ) müstenid (dayalı) olduğu için, aslâ edebşikenlik (edep kırıcı, edebe aykırı) değildir. Edeb-şikenlik (edebe aykırılık) hiçbir nass (açık ayet ve hadis) ve delîle (kanıta) müstenid (dayalı) olmaksızın, zevâhir-i hâle (dış görünüşüne) bakıp, sırr-ı kadere (kader sırrına) taalluk eden (alakalı, ilişkili olan) saâdet (cennetlik) veyâ şekâvet (cehennemlik) hakkında hükm-i indî (kendi düşüncesine göre karar) i'tâsıdır (vermesidir).

Devam edecek

 

 

 
 
İzmir - 02.12.2008
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com