Füsûs-ül Hikem

347. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE   MÜNDEMİC   "HİKMET-İ

ULVİYYE"   BEYÂNINDA   OLAN   FASTIR] 

     Ve Hak Teâlâ'nın    فَلَمْ يَكُ يَنفَعُهُمْ إِيمَانُهُمْ لَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا سُنَّتَ اللَّهِ الَّتِي  قَدْ خَلَتْ فِي عِبَادِهِ    إِلاَّ قَوْمَ يُونُسَ    (Mü'min, 40/85 ve Yûnus, 10/98) kavline gelince, bu    إِلاَّ قَوْمَ يُونُسَ    bu  (Yûnus,10/98) istisnâsında olan Hakk'ın kavli ile âhirette onlara nef’ vermeyeceğine delâlet etmez. Binâenaleyh bunu murâd etti ki, onlardan dünyâda ahzi ref’ etmez. Bunun için Fir'avn, ondan îmânın vücûdu ile berâber ahz olundu. Bu, onun emri, o sâatte intikâle müteyyakkın olan kimsenin emri olduğuna göredir. Ve karîne-i hâl muhakkak onun intikâlden yakîn üzere olmadığını i'tâ eder. Zîrâ o, Mûsâ (a.s.)’ın asâsıyla denize vurması sebebiyle, zâhir olan kuru yolda mü'minlerin yürüdüklerini müşâhede etti. İmdi Fir'avn îmân ettiği vakitte muhtezırın hilâfına olarak, helâke müteyakkın olmadı. Bunun için ona mülhak olmaz (30).

     Cenâb-ı Şeyh (r.a.) Fir'avn'ın îmânı hakkında bâlâda (yukarıda) geçen beyânâtı (açıklamalarını) tetmîmen (tamamlayarak) buyururlar ki: Fir'avn'ın sıhhat-ı imânını (imanının doğruluğunu, sağlamlığını) kabûl etmeyen tâife, (grup) Fir'avn'ın îmânı imân-ı be's (ölmeden hemen önce iman etmiş) olduğunu ve îmân-ı be's (ölmeden az önce ahiret azabını görerek iman) ise    فَلَمْ يَكُ يَنفَعُهُمْ إِيمَانُهُمْ لَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا...الخ    (Mümin, 40/85) ya'nî "Bizim azâbımızı gördükleri vakitte onların îmânı kendilerine fâide vermez." (Mümin, 40/85); "Kavm-i Yûnus (Yunus a.s.’ın kavni) müstesnâ (kuralın dışında) olmak üzere" (Yûnus, 10/98) "İbâdı (kulları) hakkında cârî (geçerli) olan Allah'ın âdetidir" (Mümin, 40/85) âyet-i kerîmeleri mûcibince (gereğince) fâide (fayda) vermeyeceğini iddiâ ederlerse de, bu [Yûnus sûresindeki] âyet-i kerîmede    إِلاَّ قَوْمَ يُونُسَ    istisnâsı (ayrı tutulması, kural dışı bırakması) îmân-ı be'sin (öleceğini bilip ölmeden hemen önce iman etmek) âhirette (öbür dünyada) fâide (fayda) vermeyeceğine delâlet (işaret) etmez. Bu âyet-i kerîme ile Hak Teâlâ hazretlerinin murâd-ı aliyyesi (yüce muratları), imân-ı be'sin sâhiblerine (öleceğini anlayıp ölmeden önce hemen iman eden kimselere),  dünyâda müteveccih (dünyaya dönük, yönelik) olan azâbın merfû' olmayacağını (kaldırılmayacağını) beyândır (bildirmektir). Fi’l-hakîka da (gerçekte de) kavm-i Yûnus'dan (Yunus a.s.’ın kavminden) gayrisinden (başkasından) azâb-ı dünyâ (dünya azabı) ref edilmedi (kaldırılmadı). Eğer Fir'avn'ın hâlini ve deryâda (denizde) gark (boğulma) hîninde (sırasında), dünyâdan intikâle (göçmeye) müteyakkın olan (kesin bilen) kimsenin hâline kıyâs edecek (karşılaştıracak) olur isen, kendisinden zâhir olan (görülen) îmânın vücûduyla (varlığıyle) berâber, azâb-ı dünyevîye (dünyevi azaba) ma'rûz kaldığına (uğradığına) hükm ederiz (karar veririz).  Fakat karîne-i hâl (durumun görünüş şekli) Fir'avn'ın dünyâdan intikâl edeceğine (göçeceğine) yakîni (kesin bilgisi) olmadığını gösterir. Çünkü Fir'avn, Mûsâ (a.s.)’ın asâsını (değneğini) denize vurması sebebiyle; zâhir olan (açılan) ka'r-ı deryâdaki (denizin dibindeki) kuru yoldan mü'minlerin yürüyüp geçtiklerini re'ye'l-ayn (kendi gözü ile görerek) müşâhede etti (seyretti). Ancak kudret-i ilâhiyye (Allah’ın kudreti) ile zâhir olabilecek (görülebilecek) olan bu hâriku'l-âde (olağanüstü) hâli görünce / Fir'avn vahdâniyyet-i ilâhiyyeyi (Allah’ın vahdaniyetini) kalben tasdik etti (onayladı) ve kelime-i tevhîdi (tevhid kelimesini) ızhâr eyledi (açığa vurdu). Binâenaleyh (bundan dolayı) Fir'avn kalben tasdîk ve lisânen (dil ile) dahi ikrâr etmek (kabul ettiğini söylemek) sûretiyle îmân ettiği vaki (gerçek), Beni İsrâîl'in (İsrailoğullarının) geçtiği gibi, kendisinin dahi deryâda (denizde) gark olmayacağını (boğulmayacağını) zannettiği cihetle, (sebebiyle) helâke (ölüceğini) müteyakkın olmadı (kesin bilemedi). Bu ise, muhtezır olan (can çekişen) kimsenin hâli (durumunun) hilâfına (zıttına) olarak, bir îmân idi. Bunun için Fir'avn muhtezıra (can çekişene) mülhak (katılmış) olmaz; zîrâ (çünkü) [muhtezır] (can çekişme) dünyadan alâkasını kat’ etmek (kesmek) üzere olduğuna kâni'dir (kanaat etmiştir, inanmıştır). Fir'avn'da ise bu kanâat (görüş, tahmin) yok idi ki, onun îmânı muhtezırın (can çekişenin) îmânına mülhak olsun (katılsın).

 

 

 
 
İzmir - 12.11.2008
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com