Füsûs-ül Hikem

339. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE   MÜNDEMİC   "HİKMET-İ

ULVİYYE"   BEYÂNINDA   OLAN   FASTIR] 

İşte Fir'avn kendisinin enâniyyeti (benliği) bâkî (daimi) ve sıfât-ı beşerîyyesinin (beşeri (insansıl) sıfatlarının) ahkâmı (hükümleri) cârî (yürürlükte, geçerli) iken tevhîdî-i ilmî (tevhid bilgisi) sâikasıyla (sebebiyle) bu da'vâda (iddiada) bulunduğu için kâzib (yalancı) ve kâfir oldu. Nitekim zamânımızın fen filozofları dahi / bu tevhîd-i ilmiden (tevhid bilgisinden) dem vururlar (bahsederler) ve vahdet-i vücûddan (varlığın tekliğinden) bahs ederler (konuşurlar). Velâkin (fakat) Nebiyy-i zî-şâna (şerefli, ulu peygamberimize) tâbi' olarak (uyarak, bağlanarak) vücûd-ı vehmîden (var sandığı varlığından) ve vehm-i vücûdîden (varlık vehminden) halâs olmadıkları (kurtulmadıkları) için bu tevhîd-i ilmîleri (tevhid bilgileri) müfîd (faydalı) olmaz. Velâkin (ama) Hz. Mansûr ve emsâli (k.A.e.), Nebiyy-i zî-şâna (şerefli, ulu nebiye (peygambere) tâbi' olup (uyup, bağlanıp) envâ'-ı mücâhedât-ı şerîat (şeriatın emrettiği çeşitli nefs savaşları) ile sıfât-ı beşeriyyelerinden (beşeri sıfatlarından) taarrî etmiş (temizlenmiş, arınmış) ve vehm-i enâniyyet (vehmi benlik) pîrâhenini (gömleğini) vücûd-i izâfîlerinden (nisbi, göreli vücutlarından) çıkarmış ve artık onlarda zâhir olan (görülen) sıfât-ı Hak (Hakk’ın sıfatları) bulunmuş olduğundan, bu zevâttan (zatlardan) sâdır olan (çıkan) "Ene'l-Hak" (ben Hakk’ım) kelâmında (sözlerinde) aslâ nefislerinin dahli (karışması, etkisi) yoktur. Ve onlar bu da’vâlarında (iddialarında) sâdıktırlar. (doğrudurlar, gerçektirler) Beyit:

Mansûr “Ene'l-HaK” söyledi

Haktır sözü Hak söyledi

Ve cenâb-ı Mevlânâ (r.a.) efendimiz Mesnevî-i Şerîf’in cild-i hâmisinde (beşinci cildinde) bu ma'nâyı tavzîhan (açıklayarak) böyle buyururlar:

              كفت منصوري انا الحق و برست           كفت فرعوني انا الله كشت پست      

                وين انا را رحمة الله اي محب                  آ ن انا را لعنة الله در عقب      

               آن عدوى نور بود وابن عشيق               زانكه او سنك سيه بد اين عقيق      

                   زاتحاد نوري ني راه حلول               اين انا هو بود درسراي فضول      

                   تا بلعلي سنك تو انور شود                  جهد كن تا سنكيت كمتر شود       

                    دمبدم مي بين بقا اندر فنا                  صبر كن اندو جهاد و درعنا       

           وصف لعلي در تو محكم مي شود              وصف سنكي هو زمان كم ميشود       

             وصف مستي مي فزايد درسرت               وصف هستي ميرود از پيكرت       

Tercüme: "Bir Fir'avn ben Allâhım dedi, alçak oldu. Bir Mansûr "Ben Hakk'ım" dedi kurtuldu. O Fir'avn'ın "ene"sinin (“ben”ninin) akîbinde (arkasında) Allâh'ın la'neti vardır. Bu Mansûr'un "ene"si (“ben”i) için, ey muhibb (sevgili, dost), rahmetullah (Allah’ın rahmeti) vardır. Çünkü o Fir''avn kara taş idi; bu Mansûr ise akîk (değerli taş) idi. Ve o, nûrun düşmanı idi; bu ise âşık-ı nûr (nurun aşkı) idi. O "ene" (“ben” ) sırda "hüve" ( “o” ) idi. Ey fudûl (luzumsuz işlerle uğraşan, boş laflar eden), nûrun ittihâdından (birliğinden) nâşî (dolayı) idi, tarîk-ı hulûlden (girilen yoldan) değil. Taşlığın azalıncaya kadar cehd et (çalış, çabala), tâ ki taşın la'liyyet (lal taşı olması) ile enver (parlak, nurlu) ola! Cihâd (savaş) ve anâya (güçlüklere) sabr eyle! Dembedem (vakit vakit, daima) bakâyı (devamlılığı) fenâda (yoklukta) gör! Zîrâ (çünkü) mücâhede (nefisle yapılan savaş) ile vasf-ı haceriyyet (taşlık vasfı) her zaman azalır; sende vasf-ı la'liyyet (lal taşı vasfı) muhkem (sağlamlaşmış) olur. Senin sûret-i kesîfenden (yoğunlaşmış suretinden) vücûd-i izâfî (gölge vücut olma) vasfi gider; ve senin sır ve bâtınında (ruhundan) aşk ve mestlik (sarhoşluk) sıfatı tezâyüd eder (artar) ."  

Devam edecek

 

 

 
 
İzmir - 16.09.2008
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com