Füsûs-ül Hikem

303. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE MÜNDEMİC "HİKMET-İ

ULVİYYE" BEYÂNINDA OLAN FASTIR]

Sâniyen (ikinci olarak): Hz. Şeyh-i Ekber'in    لانه قبضه الله عند ايمانه  kavli (sözleri) îmânın vücûdu (varlığı) hakkında nasstır (açık delildir). Bu kelâm (sözler) onun sıhhat-i îmânına, (imanının sağlamlığına) ya'nî sübût-i imânın (imanının gerçekliğinin) cevâzından (caiz olmasından) dolayı onun nef’ine (faydalı olacağına) ve vaktinde vâkı' olmamasından (gerçekleşmediğinden) dolayı adem-i nef’ine (faydasızlığına) delâlet (işaret) etmez. Zîrâ (çünkü) imân minindillâh (Allah tarafından) gelen şeyi tasdîktir (doğrulamaktır onaylamaktır). Ve makbûliyyet (kabul olmuşluk) dahi vakit hasebiyle kendisi için lâzım olan tasdîk (onaylama) mâhiyyetinden (esasından) hâriçtir. Nitekim Hak Teâlâ buyurur    يَوْمَ يَأْتِي بَعْضُ آيَاتِ رَبِّكَ لاَ يَنفَعُ نَفْساً إِيمَانُهَا    (En’âm, 6/158)

Cevap: Cen’ab-ı Şeyh’in    ايما نه  لانه قبضه الله عند   kavli   فان الله نفعهما به عليه السلام     kavl-i kat'îsine (kesin sözlerine) nazaran (göre) Fir'avn'ın (Firavun’un) sıhhat-i imânına (imanının sağlamlığına) delâlet (işaret) eder. Çünkü Fir'avn'ın imânı sahîh (doğru, sağlam) olmadığı takdirde bâlâdaki (yukarıdaki) cevâpta îzâh olunduğu (anlatıldığı) üzere Mûsâ (a.s.)’ın ona aslâ / nef’i (faydalı) olmamış olur. Ve Fir'avn öyle bir günde îmân etti ki, o gün     يَوْمَ يَأْتِي بَعْضُ آيَاتِ رَبِّكَ لاَ يَنفَعُ نَفْساً إِيمَانُهَا   (en’âm, 6/158) âyet-i kerîmesine mâ-sadak (uygun) değildir. Nitekim, cenâb-ı Şeyh-i Ekber (r.a.) âtîde (aşağıda) gelecek olan ibârât-ı kat'iyye (kati, kesin cümleler) ile bu dakîkayı (inceliği) izâh buyurdukları (anlattıkları) gibi Fütâhât-ı Mekkiyye'nin bâlâda (yukarıda) zikrolunan (anlatılan) yüz doksan sekizinci bâbında (kısmında) tasrîh buyururlar (açıkça belirtirler).

Sâlisen (üçüncü olarak): Cenâb-ı Şeyh'in    وجعله آية على عنايته سبحانه و تعالى بمن يشاء    kavli (sözleri), ihbârât-ı ilâhiyyede (ilahi bildirilerde) Hakk Sübhânehû'nun inâyetine (lûtfuna, ihsanına) birçok delîller (kanıtlar) bulunduğu için, Fir'avn'ın sıhhat-i îmânına (imanının sağlamlığına) delîl (kanıt) değildir. Binâenaleyh (bundan dolayı) sıhhat-i îmânının (iman sağlamlığının), dilediği kimseye Hakk'ın inâyetine (ihsanına) delîl (kanıt) olmasına ihtiyâç yoktur.

Cevap: Bu ibârenin (cümlenin) mâ-kabli (öncesi) ve mâ-ba'di (sonrası) mütâlaa (düşünerek tetkik) ve muhâkeme olunursa hey'et-i mecmûasından (bütün hepsinden) Hz. Şeyh'in Fir'avn'ın (Firavun’un) sıhhat-i imânını (imanının sağlamlığını) sûret-i kat'iyyede (kesin şekilde) murâd ettikleri (istedikleri) anlaşılır. Gerçi (her ne kadar) Hak Tealâ'nın inâyetine (lutfuna) delîller (kanıtlar) pek çok ise de, da’vâ-yı ulûhiyyet (uluhiyet iddiasında bulunmak) gibi bir şenâate (kötülüğe) mûcâseret (cesaret) eden Fir'avn gibi bir cebbâra (zorbaya) âhir vaktinde (son zamanında) Hakk'ın îmân-ı sahîh (sağlam, halis iman) ve makbûl (beğenilen, geçerli iman) nasîb etmesi, Hakk'ın inâyetine (lutfuna) bir âyet-i azîmedir (büyük delildir, işarettir). Zîrâ (çünkü) Hakk'ın bu gibi mezâhiri (şereflenmeleri) nâdiren (seyrek olarak) zâhirdir (görülür).

Râbian: (dördüncü olarak) Hz: Şeyh'in    فلو كان ممن ييأس من رحمة الله ما بادر الى الايمان    kavline (sözlerine) gelince ihtimâldir ki, Fir'avn (Firavun) Allah'ın rahmetinden me'yûs olmadığı, (ümidini kesmediği) velâkin (fakat) rahmet-i ilâhiyyeyi (Allah’ın rahmetini) recâ eylediği (umduğu, arzuladığı) halde imâna mübâderet etmiştir (girişmiştir). Halbuki recâ (ümit etme, umma), rahmet vaktinde vâkı' olmadığı (gerçekleşmediği) için kâfir olarak kalmıştır. Nitekim, güneş mağribden (batıdan) tulû' ettiği (doğduğu) vakitte nâsın (insanların) kâffesi (hepsi) îmân ederler. Bu îmân ise ancak recâdan (ümit etmekten, istemekten) neş'et eder (ileri gelir). Zîrâ (çünkü) onlar me’yûs (ümitsiz) değillerdir ve îmâna mûbâderet ederler (girişirler). Lâkin (ancak) recâları (istekleri) ve îmânları vaktinde vâkı' olmadığı (gerçekleşmediği) için hepsi' kâfirdirler. İmdi (şu halde) ihbârât-ı ilâhiyyede (ilahi haberlerde) va'd ve vaid (mükafat ve ceza hakkında) gelen şeylerin inkişâfından (açılmasından) dolayı îmân-ı Fir'avn (Firavun’un imanı) ihtiyârdan (kendi seçiminin) hâriç (dışında) ve zarûrî (zorunlu) olarak vâkı' oldu (gerçekleşti) .

Devam edecek

 

 
 
İzmir -08.01.2008
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com