Füsûs-ül Hikem

295. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE MÜNDEMİC "HİKMET-İ ULVİYYE" BEYÂNINDA OLAN FASTIR]

İmdi Mûsâ'nın tâbût içinde deryâya ilkâsının sûreti, sûret-i helâk idi. Zâhirde ve bâtında onun için katlden necât oldu. Binâenaleyh, nüfûs, ilim ile mevt-i cehilden dirildiği gibi diri oldu. Nitekim, Hak Teâlâ buyurdu:    أَوَ مَن كَانَ مَيْتاً    (En'âm, 6/ 122) "O kimse ölü idi', ya'nî (cehil ile):    فَأَحْيَيْنَاهُ    "Biz onu dirilttik", ya'nî (ilim ile);    وَجَعَلْنَا لَهُ نُوراً يَمْشِي بِهِ فِي  النَّاسِ كَمَن مَّثَلُهُ فِي    "Ve biz ona bir nûr yarattık ki nâs içinde onunla yürür" (o da hidâyettir):    كَمَن مَّثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ    "Acabâ karanlıklarda olan kimseye benzer mi?" (o da dalâlettir):    لَيْسَ بِخَارِجٍ مِّنْهَا    "Ondan hâriç değildir" ya'nî (ebeden doğru yolu bulamaz). Zîrâ emrin kendi nefsinde gâyesi yoktur ki onun indinde tevakkuf olunsun. Böyle olunca hüdâ insanın hayrete mühtedi olmasıdır. Şu halde ma'lûm olur ki, muhakkak emr, "hayret"tir. Ve hayret, kalat ve harekettir ve hareket dahi hayattır. Binâenaleyh, sükûn yoktur; şu halde mevt yoktur ve vücûddur, binâenaleyh adem yoktur. Ve suda dahi böyledir ki, hayât-ı arz onun sebebiyledir. Ve onun hareketi Hakk’ın    اهْتَزَّتْ    ya'ni "İhtizâz eyledi" (Hac, 22/5) kavlidir. Ve onun hamli Hakk'ın    وَرَبَتْ    (Hac, 22/5) ya'nî "Ziyâdeleşti" kavlidir. Ve onun vilâdeti Hakk'ın    وَأَنبَتَتْ مِن كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ    (Hac, 22/5) ya'ni "Her bir zevc-i behîcden inbât eyledi" kavlidir. O ancak kendisine benzeyeni, ya'nî kendi gibi tabîî olan şeyi doğurdu, demektir. Binâenaleyh arzdan doğan ve ondan zâhir olan şey ile arz için şef’iyyetten ibâret olan zevciyyet hâsıl oldu. Ve kezâ vücûd-ı Hak için dahi, neş'esiyle esmâ-i İlâhiyyenin hakâyıkını taleb eden âlem cinsinden ondan zâhir olan şep sebebiyle kesret; ve muhakkak o şöyledir ve böyledir, diye ta'dâd-ı esmâ sâbit oldu (5).

Ya'nî Mûsâ (a.s.)’ın sandık içinde olduğu halde vâlidesi tarafından denize bırakılması sûreti (şekli),  helâk (ölüm) sûreti (şekli) idi. Zîrâ (çünkü) tıfl-ı nevzâdı, (yeni doğmuş bir çocuğu) bir sandık içine koyup denizin dalgaları arasına tevdî' etmek (bırakmak),  onun helâkine (ölmesine) sa'y (gayret) etmektir. İşte bu sûret-i ilkâ (bırakma şekli) sûret-i helâk (öldürme şekli) olmakla berâber zâhir (dışta) ve bâtında (içte) cenâb-ı Mûsâ'nın katlden (öldürülmekten) necâtının (kurtuluşunun) sûreti oldu. Nüfûs-i beşer (beşer nefisler), nasıl ki ilim ile mevt-i cehilden (cahillikten ölmekle) dirilir ve halâs olursa (kurtulursa), Mûsâ (a.s.) dahi öylece diri oldu. Zîrâ (çünkü) tahsil-i ilim (ilim öğrenme) sûreti (şekli), iz'âc-ı nefs (nefsi rahatsız etme) sûretidir (şeklidir). İz'âc-ı nefis (nefsi rahatsız etmek) ise ihtilâl-i sıhhati (sağlık bozukluğunu) ve ihtilâl-i sıhhat (sağlık bozukluğu) dahi helâki (ölümü) dâîdir (davet eder). Halbuki bu sûret zımnında (içinde) nüfûs-i beşer (beşer nefisler), zâhirde (dışta) ve bâtında (içte) mevt-i cehilden (cahillikten ölmekle) diri olur. Ve nüfûsun (nefislerin) ilim ile hayat bulduğu sûre-i En'âm'da (en’am suresinde) vâkı' (geçen) şu âyet-i kerîmede beyân buyrulur (anlatılır). Ve cenâb-ı Şeyh (r.a.) âyet-i kerîmeyi tefsîren (açıklayarak) ityân buyururlar (delil gösterirle): "O kimse ki cehil (cahillik) ile ölü idi. Biz onu ilim ile ihyâ eyledik (dirilttik). Ve ona bir nûr icâd ettik (vücuda getirdik) ki, nâs (insanlar) içinde o nûr ile gezer. O nûr da hidâyettir (hak yoludur). O kimse acabâ  karanlıklarda olan kimseye benzer mi? O zulumât (karanlık) dahi dalâlettir (doğru yaldan sapmadır) ki, o kimse dalâletten (yanlış yoldan) ibâret olan o zulumâttan (karanlıklardan)  hâriç (dışarıda) değildir, ya'nî ebeden (hiçbir zaman) doğru yolu bulamaz." (En'âm, 6/122) Deniz vâsıtasıyla bakâ (bakilik, devamlılık) bulan hayât-ı hissiyye-i mûseviyye (Musevi hissi hayat (dünya yaşamı), "ilim" ile hâsıl olan (oluşan) hayât-ı akliyyeye (akli yaşama) teşbîh olunmuştur (benzetilmiştir). "Su"yun ilim sûreti olduğuna tenbîh olunur (dikkât çekilir). Zîrâ (çünkü) kendisinden her şey hayat bulan "su" ile ebdân (cisimler, bedenler), nasıl hayat bulursa, "ilim" ile dahi nüfûs-i beşeriyye (beşer nefisler) öylece hayât-ı ma'neviyye (manevi hayat) bulur ve dalâletten (yanlış yoldan) ibâret olan zulumâttan (karanlıktan)  kurtulur ve zulumâtta (karanlıkta) kalanlar ise ebeden (asla) doğru yolu bulamazlar.

Devam edecek

 

 
 
İzmir -13.11.2007
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com