Füsûs-ül Hikem

294. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE MÜNDEMİC "HİKMET-İ ULVİYYE" BEYÂNINDA OLAN FASTIR]

İşte Hak, âlemi (evreni) yine âlem (evren) ile tedbîr buyurduğu (iş gördürdüğü, yönettiği) için, (s.a.v.) Efendimiz Âdem (insan) hakkında    ان الله خلق آدم على  صورته    yâ'nî "Allah Teâlâ Âdem'i (İnsanı) kendi sûreti üzere halk eyledi (yarattı) " buyurdu. Zîrâ (çünkü) hazret-i İlâhiyye (İlahi mertebe) Zât ve sıfât (sıfatlar) ve ef’âlin (fiillerin) hey'et-i mecmûasını (bütün hepsini) câmi' olan (toplayan) bir hazrettir (mertebedir). Ve Âdem (İnsan) ise hazret-i İlâhiyyenin (İlahi mertebenin) bilcümle (bütün) nuûtunu (vasıflarını) câmi' olan (toplayan, cem eden) bir nümûnedir (örnektir).

Metn-i şerîf, ba'zı nüshalarda (baskılarda)    هو البرنامج    ve ba'zılarında    هو الاغوذج    sûretinde (şeklinde) vâkı'dir (olmuştur). "Bernâmec", "bernâme" kelime-i Fârisîsinden (Farsça kelimeden) muarrebdir (Arapçalaştırılmıştır). 'Bernâme" unvân-ı kitâb (kitabın başlığı) ma'nâsına gelir. Bu kitâbın unvânı (başlığı) o kitâbın câmi' (toplamış) olduğu bilcümle (bütün) efkâr (fikirler) ve maânînin (manaların) hülâsasıdır (özüdür). Ve âlem (evren) sûret-i İlâhiyye (İlahi suret) üzre mahlûktur (yaratılmıştır).  Ve Âdem (İnsan) ise, âlemin (evrenin) câmi' (toplamış) olduğu bilcümle (bütün) maâniyi (manaları) câmi' (toplayan) bir zübde (öz, özet) olduğundan kitâb-ı âlemin (evren kitabının) "bernâme"sidir (başlığıdır). Ve "enmûzec" dahi "nümûne" kelime-i Fârisîsinden (Farsça kelimeden) muarrebdir (Arapçalaştırılmıştır). Ve numûne (örnek, misal) mensûb (ait) olduğu küllün (bütünün) bilcümle (bütün) evsâfını (vasıflarını) câmi' (toplamış) bir cüz'dür (kısımdır, parçadır).  Binâenaleyh (bundan dolayı) "bernâmec" ile "enmûzec" kelimeleri­nin her ikisi de ma'nâ-yı maksûdu (arzu edilen manayı) ilhâm eder.

İşte Âdem (insan) hazret-i İlâhiyyenin (İlahi hazretin) bir "nümûne"si  (örneği, misali) olduğundan, onun sûreti hazret-i İlâhiyye (İlahi hazret) sûretinin gayri (başkası) değildir. Zîrâ (çünkü) vücûd-i Âdem (İnsan’ın vücudu), Zât ve sıfât (sıfatlar) ve ef’âlin (fiillerin) mecmû'una (hepsini) câmi'dir (kendinde toplamıştır, cem etmiştir). Demek ki Hak Teâlâ, insân-ı kâmilden (tam, olgun insandan) ibâret olan bu muhtasar-ı şerîfte (mübarek özette), cemî'-i esmâ-i İlâhiyyeyi (bütün İlahi isimleri) ve semâvât (gökler) ve arzın (yerin) hey'et-i mecmûasından (hepsinin tamamından) ibâret bulunan âlem-i kebîr-i münfasılda (bitişik olmayan büyük detay âlemde (evrende) vâkı' (mevcut) olup bu muhtasar-ı şerîfin (özetlenmiş şerefli, kutsal özün (insanı kâmilin) ) vücûdundan hâriç (varlığının dışında) kalan sûretlerin hakâyıkını (hakikâtlerini) îcâd eyledi (yarattı) ve o insân-ı kâmili (tam mükemmel insanı), âlemin (evrenin) rûhu ve zübdesi (özü) kıldı (yaptı). Ve insân-ı kâmil (tam mükemmel insan) âlemin (evrenin) rûhu olduğu ve onun sûretinde zikrolunan (anlatılan) kemâlât (olgunluklar, mükemmellikler) bulunduğu için, Hak Teâlâ ona, semâvât (gökler) ve ervâh-ı ulviyye (yüce, yüksek ruhlar) gibi avâlim-i ulviyyeyi (yüce âlemleri) ve arz (yerler) ve ervâh-ı süfliyye (alçak, aşağı olan ruhlar) gibi avâlim-i süfliyyeyi (aşağı âlemleri) teshîr (tasarruf) eyledi. Ve nasıl ki eczâ-yı âlemden (âlem parçacıklarından) Hakk'ı hamd ile tesbîh etmeyen bir şey yok ise, kezâlik (aynı biçimde) âlemde (evrende) insân-ı kâmilin taht-ı teshîrinde (teshiri altında (tasarrufu, idaresi altında) ) bulunmayan hiçbir şey yoktur. Zîrâ (çünkü) insân-ı kâmilin hakîkati olan "Allah" ism-i şerîfinin (mübarek isminin) muktezâsı (icap edeni) bu ismin taht-ı tasarrufunda (tasarrufu altında) bulunan bilcümle (bütün) eczâ-yı âlemin (âlem parçacıklarının) onun taht-ı teshîrinde (teshiri altında) bulunmasını îcâb eyler (gerektirir).  Ve her bir şeyin Hakk'ı hamd ile tesbîh etmesi hakkındaki izâhât (geniş açıklama) Fass-ı Muhammedî (Muhammedi bölümünün) nihâyetlerinde (sonlarında) gelecektir. İşte bu hakîkate mebnî (dayalı), Hak Teâlâ hazretleri Kur'ân-ı Kerîm'de    وَسَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعاً مِّنْهُ    (Câsiye, 45/13) buyurdu. Şu halde ulvî (yüksek) olsun, süflî (alçak) olsun, âlemde (evrende) olan şeylerin kâffesi, (bütün hepsi) insanın taht-ı teshîrindedir (teshiri altındadır, tasarrufundadır). Velâkin (fakat) bunun böyle olduğunu ancak insân-ı kâmil (tam olgun insan) bilir. İnsân-ı hayvân (hayvansı insan) ise ne kendinden ve ne de muhîtinden (çevresinden) haberdâr değildir. Nazar-ı fikrînin (fikri görüşün) îcâd-gerdesi (icadı) olan felsefe, insanı hayvâniyyetten (hayvanlıktan) kurtaramaz. Bunların efkâr (düşünceleri) ve ef’âli (işleri)  Âdemî ile Fass-ı İdrîsî' de (Adem ve İdris bölümünde) biraz îzâh edilmiş (anlatılmış) idi.

Devam edecek

 

 
 
İzmir -06.11.2007
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com