Füsûs-ül Hikem

275. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

BU FASS KELİME-İ LOKMÂNIYYE'DE VÂKI'

"HİKMET·İ İHSÂNİYYE" BEYÂNINDADIR

Ve Lokmân'ın  إِن تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ   (Lokmân, 31/16) kavline gelince, o habbe kendi için gıdâ olan kimseye mahsûstur. Halbuki o, Hak Teâlâ'nın  فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرا يَرَهُ {7} وَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرّاً يَرَهُ ً  (Zelzele, 99/7-8) kavlinde mezkûr olan zerrenin gayrı değildir. Binâenaleyh, o zerre mütegaddînin asgarıdır ve hardaldan bir habbe dahi gıdânın asgarıdır. Ve eğer  mütegaddî nev’inde zerreden daha küçük bir şey ola idi, Allah Teâlâ elbette onu getirir idi. Nitekim,  إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَضْرِبَ مَثَلاً مَّا بَعُوضَةً (Bakara, 2/26) kavlini getirdi. Ba’dehû, vücûdda sivrisinekten daha küçük bir şey olduğu ilm-i İlâhide sâbit oldukda فَمَا فَوْقَهَا    (Bakara, 2/26) dedi, ya'nî küçüklükte. Ve işte bu, Allâh'ın kavlidir ve sûre-i Zelzele'de olan dahi kezâ Allah’ın kavlidir. İmdi bunu bil! Böyle olunca muhakkak Allah Teâlâ vücûdda ondan asgar bir şey olduğu halde zerrenin vezni üzere iktisâr etmediğini biz biliriz. Zîrâ muhakkak zerreyi mübâlağa üzere getirdi. Halbuki, Allah Teâlâ a'lemdir (15)

Yâ'nî Hz. Lokmân’ın "Eğer hardaldan bir habbe (tane) miskâli (ağırlığında) olsa" kavlinde (sözlerinde) zikrolunan (anlatılan) habbe (tohum, tane) kendisi için gıdâ olan kimseye mahsûstur (aittir). Ya'ni hardaldan bir habbe (tane) miskâli (ağırlığı) gâyet küçük bir şeydir. Binâenaleyh (bundan dolayı), gâyet küçük olan bir gıdâ, küçük olan mütegaddîye (gıdalanana) mahsûstur (aittir). Ve bu gâyet küçük olan mütegaddî (gıdalanan) dahi, zerreden başka bir şey olamaz. Nitekim, Hak Teâlâ'nın   فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَال   َ ذَرَّةٍ خَيْراً يَرَهُ {7} وَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرّاً يَرَهُ  (Zelzele, 99/7-8) kavlinde (sözlerinde) zerrenin gâyet küçük bir ­şey olduğu zikrolunur (anlatılır). Binâenaleyh (bundan dolayı), zerre mütegaddînin (gıdalananın) en küçüğüdür ve hardaldan bir habbe (tane) dahi o küçük mütegaddînin (gıdalananın) gıdâsıdır.

Ma'lûm olsun (bilinsin) ki zerre, ale'l-âde (basbayağı) göz ile görülemeyecek derecede küçüktür. Bu zerre lisân-ı frengîde (Avrupalıların) "atom" ta'bir ettikleri (dedikleri) şey değildir. Zîrâ (çünkü) "atom" henüz âlet vâsıtasıyla da görülemez. Burada “zerre” gözle görülebilen şeyler ma'nâsınadır. Ve her bir atom müteaddid (birçok) elektrondan terekküb eder (birleşiminden meydana gelir) ve her bir elektronun vezni, (ağırlığı) bir miligramın milyonda birinin milyarda birinin milyarda biri veznindedir (ağırlığındadır). Hayret-efzâ olan (hayret veren, şaşırtan) bu  asgariyyetin ne ale'-âde (alelade, sıradan) göz ile ve de âlet vâsıtasıyla müşâhedesi (görülmesi) mümkün olmayıp eserden istidlâl edilmiş (netice çıkarılmış) bir nazariyye (teori) olduğu zâhirdir (açıktır). İmdi bu merâtib-i asgariyyette (en küçük mertebede) keyfîyyet-i tegaddî (gıdalanma hususu) olmayıp onların büyümeleri tegaddînin (gıdalanmanın) gayrı (başka) bir sûretle (şekilde) vâki' olduğu (gerçekleştiği) ve tegaddî (gıdalanma) ancak mikrop derecesindeki zerrelerden başladığı anlaşılır. Nitekim, keşfen (keşif yoluyla) vâki' olan (gerçekleşen) müşâhedeleri (görüşleri) üzerine Hz. Mevlânâ Celâleddin Rûmî (r.a.) efendimiz Mesnevî-i Şerif’lerinde böyle buyururlar:

  ذرها   ديدم   دها نشان   جمله   باز          كر   بكوبم   خورد شان   كرد د   د را ز                

Tercüme: "Cümlesinin ağızları açık zerreler gördüm. Eğer onların taâmlarını (yiyeceklerini) veyâ küçüklüklerini  söylersem uzun olur."

Bu zerreler dahi vücûdları ale'l-âde (sıradan bir) göz ile değil, belki hurdebîn (mikroskop) vâsıtasıyla müşâhede olunan (görünen) verem, vebâ ve tifo ilh… gibi basillerden başka şeyler değildir. Fennen sâbittir ki, bu hayvânât-ı sağîre (küçük hayvanlar) kendilerinden küçük habbeler (tanecikler) ile tegaddî ederler (beslenirler). Şu halde, bu habbecikler (tanecikler) o zerrelerden ibâret olan hayvancıkların gıdâsı olurlar ve eğer mütegaddî (gıdalanan) nev'inde (cinsinden) zerreden daha küçük bir şey mevcûd olaydı, elbette Allah Teâlâ onu zikreder idi (anlatırdı).  Nitekim, Allah Teâlâ:  إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَضْرِبَ مَثَلاً مَّا بَعُوضَةً   (Bakara, 2/26) âyet-i kerîmesinde sivrisineği misâl getirdi; ondan sonra da   فَمَا  فَوْ قََهَا    buyurdu. Ya'ni küçüklükte sivrisineğin mâ-fevkı (daha üstü) demektir.

Şu halde Allah Teâlâ'nın ilminde, vücûdda (varlıkta) sivrisinekten daha küçük bir şey bulunduğu sâbit (mevcut) olduğu için, böyle buyurdu. Ve fi’l-hakîkada (esasında) küçüklükte sivrisineğin fevkınde (üstünde), bâlâda (yukarıda) izâh olunduğu (anlatıldığı) üzere, mikroplara kadar müteselsilen (birbirlerine bağlı zincirleme giden) birçok nevi (cins) hayvânât-ı sağîre (küçük hayvanlar) ve onların gıdâsı olmağa sâlih (elverişli, uygun) bulunan elektronlardan mürekkeb (bileşik) atomlar mevcûddur. İşte bu   إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَضْرِبَ مَثَلاً مَّا بَعُوضَةً    (Bakara, 2/26) âyet-i kerîmesi ile, sûre-i Zelzele'de (zelzele suresinde) vâkı' (olmuş) olan   وَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ    (Zelzele, 99/7) âyet-i kerîmesi Allah Teâlâ'nın kavlidir (sözleridir). Halbuki Allah Teâlâ merâtib-i muhtelifedeki (çeşitli mertebelerdeki) tecelliyâtını (tecellilerini) bildiği cihetle (yönüyle) kelâmında (sözünde) hakîkat-ı hâll (gerçek durumu) beyân buyurur (bildirir).  Binâanaleyh (bundan dolayı) sen dahi bunun böyle olduğunu hakîkatı üzere bil! Ve muhakkaktır ki, Allah Teâlâ vücûdda (varlıkta) zerreden daha küçük bir şey mevcûd olduğu halde, zerreyi intihâb etti (seçti). Zîrâ (çünkü) onun fevkindeki (üstündeki) küçüklüğü basar-ı hissî (beden gözü), âlet ile bile idrâk edemez. Böyle olmakla berâber küçüklüğü, vezn (ölçmek) için, bu zerre üzerine iktisâr etmedi (sözü fazla uzatmadı). Zîrâ (çünkü) biz biliriz ki, vücûdda (varlıkta) zerreden daha küçük olarak, göz ile görülebilen bir şey yoktur. Gerek âletsiz ve gerek âlet ile gözün göremediği atomlar ile bu atomları terkîb eden (bileşiminden meydana getiren) elektronlar ise, ancak mertebe-i akılda (akıl mertebesinde) mevcûddur. Allah Teâlâ basar-ı hissî (beden gözü) ile görülebilecek, zerreden daha küçük bir şey olmadığını bildiği için, zerreyi küçüklükte mübâlağa üzerine (aşırı ileri giderek (üstünde fazla durarak) ) beyân buyurdu (anlattı).

Keşfiyyât-ı fenniyyeden (fenni buluşlardan) başkasına kulak asmayan ve ihbârât-ı enbiyâ (nebilerin (peygamberlerin) bildirdiklerine) ve evliyâyı (velileri) istihfâf eden (ehemmiyet vermeyen, küçük gören) mahdûdu'l-akl (sınırlı akıl sahipleri) dinsizlerde zerre kadar insâf varsa, merâtib-i asgariyyetin (en küçük mertebelerin) keşfiyyât-ı fenniyyeden (fenni keşiflerden) mukaddem (önce), enbiyâ (nebiler) ve evliyâ (veliler) hazerâtı (hazretleri) tarafından ihbâr buyurulmuş (haber verilmiş) olduğunu kabul etmeleri lâzım gelir. Fakat bu insâf nerede!

Devam edecek

 

 
 
İzmir -26.06.2007
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com