Füsûs-ül Hikem

245. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

{KELİME-İ ZEKERÂVİYYE'DE MÛNDEMİC "NIKMET-İ MÂLİKİYYE"     BEYÂNINDA OLAN FASTIR}

Ve tarik-i âhar, ki bu rahmete onunla nâil olunur; tarik-ı imtinân-ı İlahidir ki, bir amel ona mukterin değildir. O da Hak Teâlâ'nın وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ وَرَحْمَتِي  (A'râf, 7/156) kavlidir. Ve  وَمَا تَأَخَّرَ مِن ذَنبِكَ لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ  (Feth, 48/2) denilmesi ondandır, Hak Teâlâ'nın  !عمل ما شنت فقد غفرت لك  kavli dahi ondandır. İmdi bunu bil! (21)

Ya'nî rahmete nâil olunan (ulaşılan) iki tarîktan (yoldan) ikincisi, tarîk-ı imtinân-ı İlahidir. (İlahi ihsan yoludur, bir amel karşılığı olmadan verilen ihsan)  Rahmet-i imtinân Fass-ı süleymânî'de (Süleyman bölümünde) îzâh olunduğu (anlatıldığı) üzere, zât-ı ahadiyyede (Allah’ın zatında) mündemic olan (bulunan) bilcümle esmâ-yı (bütün esmayı) Hakk'ın kendi zâtında, kendi zâtına, kendi zâtıyla olan tecellisi (belirmesi, görünmesi) ile ilminde peydâ kılmasıdır (meydana çıkarmasıdır). Hakâyık-ı eşyâ (varlıkların hakikati) olan bu suver-i ilmiyyenin (ilmi suretlerin) bu sûretle sübûtu (sabitleşmesi, meydana çıkması) için, onların hiçbir amel ve hizmetleri sebk etmiş (geçmiş) değildir. Belki zât-ı Hakk'ın (Hakk’ın zatının) mahz-ı ihsânıdır (tam ihsanıdır) ve bu rahmet-i imtinânın delîli (kanıtı) Hak Teâlâ hazretlerinin  وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ وَرَحْمَتِي  (A'râf, 7/156) kavl-i kerîmidir (ayetindeki sözleridir). Binâenaleyh (bundan dolayı) bu rahmet, vücûdun kaffesine (varlığın hepsini) şâmildir (kaplamış, içine almıştır) ve hiçbir şey bu rahmetten hâli (boş, kayıtsız) değildir. Hattâ Hakk'ın esmâsı, mertebe-i ahadiyyette, (zat mertebesinde) zâtının aynı olduğu cihetle (yönüyle), zât-ı Hakk'a da şâmildir (Hakk’ın zatını da kaplamıştır). Zîrâ (çünkü) hakikatte rahmet, Râhim'in nisbetleri (sıfatları) cümlesinden (bütününden) bir nisbet (sıfat, özellik) olduğundan, Râhim olan Hakk'ın aynıdır. İşte bu rahmet, hiçbir amel (çalışma,  fiil) mukabilinde (karşılığından) vâkı' olmayıp (gerçekleşmeyip) belki zâtın muktezâsı (gereklerinden) bulunduğu için "rahmet-i imtinân" nâmiyle (adıyla) tevsîm olundu (isimlendirildi). Ve sûre-i Fetih'de (Fetih suresinde) Hak Celle ve Alâ hazretleri cânibinden (tarafından) (S.a.v.) Efendimiz'e hitâben “Tâ ki Allah Teâlâ senin geçmiş ve gelecek günâhlarını mağfîret ede...(bağışlaya) " (Feth, 48/2) buyrulması dahi bu tarîk-ı imtinândandır (itminan, ihsan yolundandır). Ve kezâ (böylece) Hak Teâlâ'nın "Ne istersen yap, muhakkak ben senin zünûbunu (günahlarını) mağfiret ettim (bağışladım)" kavli (sözü) dahi rahmet-i imtinân kabîlindendir (türündendir).Zîrâ (çünkü) Hak Teâlâ hazretlerinin inâyet-i ezeliyyesine (ezeli lutfuna) mazhariyyet (nail olmak), hiçbir amel (çalışma) mukâbilinde (karşılığında) değildir. Ve bu rahmet her ne kadar rahmet-i hâssa (özel rahmeti) ise de, bâlâda (yukarda) îzâh olunduğu (açıklandığı) üzere, rahmet-i imtinândır (rahmanın rahmetidir). Zîrâ (çünkü) hükmü hâss (özel) olan Rahim ismi, dühûl-i tazammun ile (içinde bulunmak dolayısıyla) hükmû âmm (genel) olan Rahmân isminin tahtına (hükmü altına) dâhil olur (girer).  Ve bu rahmet, hubb-i ezeli (ezeli sevgisinin) eseridir ve bu rahmetle muhatab olan (karşılaşan) zevât-ı saâdet-simât (saadetli kişiler) hakkında iki vecih (şekil) vârid olur (akla gelir):

Birinci vecih (birinci yanı) budur ki: Bu zât/ fenâ-fillâh (Allah’ta fani olma) ve bakâ-billâh (Allah’la baki olma) makamında kâim (mevcut) olup sıfât-ı beşeriyyeden (beşeri sıfatlardan) taarrî eder (temizlenir, ari olur) ve artık onun için bu sıfâta rûcû' (geri dönmek) mümkin olmaz. Binâenaleyh (bundan dolayı) onun fîili, Hakk'ın fiili olduğu cihetle (yönüyle), Hızır (a.s.)’ın gulâmı (genç oğlanı) katletmesi (öldürmesi) ve gemiyi delmesi gibi suret-i zâhirede (görünüşte) şer'a muhâlif (şeriate aykırı) görünen a'mâlinden (işlerinden) muâheze olunmaz (tenkid edilmez, azarlanmaz).Ne yaparsa yapsın ma'zûr (özürlü) ve me'mûrdur (vazifelidir).

İkinci vecih (tarafı) budur ki: Abd (kul) henûz sıfât-ı beşeriyyesinden (beşeri sıfatlardan) fâni olmamış (yok olmamış, arınmamış) bulunduğu halde ondan sâika-i nefs (nefsin sürüklemesi) ile ba'zı muhâlefet (zıtlıklar) sudûr eder (çıkar); bunlar ise zûnûb-i sarîhtir (belli, açık günahlardır).Fakat, hakkında inâyet-i ezeliyye (rahimin rahmeti) sebk ettiği (vaki olduğu, gerçekleştiği) ve kendisi Gaffâr isminin mazharı  düştüğü (göründüğü yer olduğu) için, Hak Teâlâ hazretleri hubb-i ezelîsi (ezeli sevgisinin) eseri olmak üzere onun zünûbunu (günahlarını) setr (örter) ve mağfiret eder (bağışlar).Nitekim, hadis-i şerîfte buyrulur: لولا  ا نكم   تذ نبون   لذهب  الله   بكم   وجاء   بقوم   يذ نبون   فيستغفرون      الله    فيغفر   لهم     ya'ni "Eğer siz günah işlememiş olsanız Allah Teâlâ sizi giderir ve bir kavim getirir ki, onlar günah işleyip Allah'a istiğfâr (Allah’tan günahlarının bağışlanmasını isterler, tövbe) ederler ve Hak dahi onları mağfîret eder (bağışlar)." İşte sırr-ı mağfîret (mağfiret sırrı) budur. Cenâb-ı Mevlânâ Celâled­din Rûmi (r.a.) efendimiz bu inâyeti (lutfu, ihsanı) Fîhî Mâfîh nâmındaki (adındaki) kitâb-ı müniflerinde (değerli kitaplarında) böyle beyân buyururlar (anlatırlar):

         اصل  آن  عنا يتست  . تو  اميري   د و  غلا مت   باشد  . يكي خدا متهاي   بسيار  كرد    وبراي   تو   سفرهاي    بسيار   كرد    وا ن د يكر   كا هلست    د ر    بند كي   . آخر  مي   بينم   كه  محبتت   هست   بآن   كاهل   بيش   او  آن    بندهء   خد متكار آن   بندهء    خدمتكار   را   ضا يع غي  كناري ؛   اما  چنين     مي   افتد .  بر  عنايت    حكم    نتوا ن    كرد ن  .  ا ين    جشم   را ست  و  چشم    چب       هر   د و   ا ز  ظاهر    يكيست  ؛  عجب   آ ن     چشم      را ست    چه      خد مت   كرد   كه   چشم    چب   نگرد  ؟      وهمچنين   جمعه    بر    با قي    ا يام    فضيلت   يا فت   كه    ( ا ن   لله    ا رزا ق   غير  ا رزا ق    كتب   له    في   اللوح    فليطلبها   يوم    ا لجعة ) ا كنون   ا ين    جمعه  چه       خد مت   كرد كه   روزهاي   د يكر   نگردند    ا ما    عنايت    باوگرد     وا ين   تشريف    مخصوص .

Ya'nî "Asl (gerçek) olan inâyettir (lutuftur, ihsandır): Sen bir emîrsin (beysin), iki kölen vardır: Birisi çok hizmet edip senin için birçok seferler kılar (savaşlar yapar);  diğeri ise kölelik husûsunda tenbeldir. Sonunda görüyorum ki senin tenbel köleye, o bende-i hizmetkârdan (köle olan hizmetkarından) ziyâde (daha fazla) muhabbetin (sevgin) vardır. O bende-i hizmetkârı da (köle olan hizmetçini de) metrûk bırakmazsın (terk etmezsin);  velâkin (ama) böyle vâkı' (olmuş) olur. İnâyete (ihsana, lutfa) hükmetmek mümkün değildir. Bu sağ göz ve sol gözün zâhirde (görünüşte) her ikisi de birdir. Acabâ o sağ göz ne hizmet etti ki sol göz olmadı? Yevm-i cum'a (cuma günü) dahi böylece eyyâm-ı mütebâkıyeden (diğer günlerden) efdal (faziletli, üstün) oldu. Nitekim buyrulmuştur: "Allah Teâlâ hazretlerinin rızıklardan başka rızıkları olduğu levhda (levhada) muharrerdir (yazılmıştır); imdi o rızıkları cuma günü taleb et! (iste)"  Şimdi bu cuma eyyâm-ı sâirenin (diğer günlerin) etmediği ne hizmetleri etti? Velâkin (ama) Hak Teâlâ, inâyeti (ihsanı) ve teşrîf-i mahsûsu ona etti (özel olarak saygınlığı, üstünlüğü ona verdi )."

İmdi bu inâyet (ihsan) erbâbı (sahipleri) mestûrdur (gizlidir).  Hakk'ın kimi mağfîret edeceği (affedeceği) ve kimi etmeyeceği bilinmez. Binâenaleyh (bundan dolayı) ibâda (kullara) lâzım olan terk-i  maâsi (günah işlemeyi terk etmekle) ve iştigâl (meşgul olmak) bi't tâattır (ibadettir). Bi-hasebi'l-beşeriyye (beşeriyetinden dolayı) ma'siyet (isyankarlık, itaatsizlik) sudûrunda (meydana geldiğinde) âh u enin (inleme sızlanma) ile istigfâr (tövbe etmek) lâzımdır. Âh u enin (inleme sızlanma) ise kalbde nedâmet  (pişmanlık) husûlüyle (oluşmasıyla) olur. Nedâmet-i kalbiyye (kalbin pişmanlığı) olmaksızın lisânen (dille) istigfâr (tövbe etmek) müsmir (faydalı, verimli) değildir. Ve Hak Teâlâ hazretleri Gaffâru'z-zünûbdur, (günahları bağışlayıcıdır) deyip ma’sıyetin (günahların) birini icrâ (yapmak) ve diğerine de niyyet  etmek alâmet-i inâyet (iyiliğe işaret) değil, neûzü billâh (Allah’a sığınırız) alâmet-i bu'd (uzaklık işareti) ve şekâvettir (mutsuzluktur). İşte sırr-ı mağfîret (mağfiret sırrı),  ezelde (önceden, başlangıcı olmayan geçmiş zamanda) sebk etmiş (gerçekleşmiş, olmuş) olan muhabbet-i İlahiyyeden (İlahi sevgiden) ibârettir. Ve bu dahi rahmet-i imtinân (rahmanın rahmeti, ezelde ihsan edilen rahmet) kabilindendir (türündendir) zîrâ (çünkü) bi-illet (sebepsiz, nedensiz) olan inâyet-i İlahiyyenin (İlahi  lutfun) o kimseye taallukudur: (ilişgisidir, bağlantısıdır) Binâenaleyh (bundan dolayı) bunun böyle olduğunu bil! Beyt:

            الحمد  لله  الذي   سلطانه   نعت   الازل         الواحد   الفرد   الذي   غفرانه    ميحو  الزلل

İntihâ: 30 Haziran 333 ve 10 Ramazan 335: yevm-î cumartesi saat 5.

 

 
 
İzmir - 14.11.2006
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com