Füsûs-ül Hikem

242. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

{KELİME-İ ZEKERÂVİYYE'DE MÛNDEMİC "NIKMET-İ

MÂLİKİYYE"     BEYÂNINDA OLAN FASTIR

Vâkıa rahmet câmi'dir. Binâenaleyh, rahmet her bir ism-i ilâhîye nisbetle muhteliftir. İşte bunun için, Hak Sübhânehû'nun rahmet etmesi, her bir ism-i ilâhi ile suâl olunur. Böyle olunca Allah ona rahmet eder ve kinâye, her şeye vâsi' olan rahmettir. Ba'dehû bu rahmetin şuab-i kesîresi vardır ki, esmâ-i ilâhiyyenin taaddüdü ile müteaddid olur.  İmdi sâilin   يا رب ارحم    kavlinde olan bu ism-i hâssa nisbetle âmm olmaz; ve esmâdan bunun gayrı, hattâ Müntakım ismi ile, onun içinيا منتقم  ارحمني   demeklik vardır ( 16).

Ya'ni rahmet-i zâtiyye (zati rahmet) her ne kadar envâ'-ı rahmetin kâffesini (rametin bütün çeşitlerinin hepsini) câmi' (kendinde toplamış) ise de, esmâ-i muhtelifeye (esmanın çeşitlerine) nisbetle (göre) muhtelif (çeşitli) olur. Çünkü her bir isim, kendi mazharına (göründüğü mahale) ve dâisine (dua ettiğine), kendi hakîkatinin ettiği rahmetle rahmet eder. İşte bu ihtilâftan (uyumsuzluktan, ayrı, aykırı oluştan) dolayı, esmâsından her bir ismi ile rahmet etmesi Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretlerinden suâl olunur (dua edilir, talepte bulunulur). Binâenaleyh (bundan dolayı) sâil (dua eden kişi) Hakk'ın hangi isim ile rahmet taleb etmiş (istemiş) ise. Allahu Zül-Celâl hazretleri ona o isim ile rahmet eder. Meselâ hasta olan kimse "Yâ Şâfî, irhamni" (“ya şafi” bana merhamet et, bana rahmet et) ve karnı aç olan kimse "Yâ Rezzâk, irhamnî" ve fâkir olan kimse "Yâ Ganiyyü, irhamni" ve müznib (suç işleyen, günahkar) olan kimse dahi "Yâ Gaffâru, irhamni" diye duâ eder. Hak Teâlâ dahi Şâfî, Rezzâk, Ganiyy ve Gaffûr isimlerinin iktizâsına (gereklerine) göre tecelli buyurup (görünüp) ona rahmet eyler. Ve  شَيْءٍ  وَسِعَتْ كُلَّ وَرَحْمَتِي  (A'râf, 7/156) âyet-i kerîmesinde mütekellimden (söyleyenden)  kinâye olan (dolayısıyle anlatan) zamire muzâf (bağlı) rahmet, vücûden (vücut olarak) ve hükmen (hüküm olarak) kâffe-i eşyâya (bütün varlıklara) vâsi' olan (geniş, her şeyi kaplayan) rahmettir. İşte kinâye olan (dolayısıyle anlatılan) zamir-i mütekellim (söyleyeni işaret eden zamir) her şeye vâsi' (geniş) olan rahmete ve zâta delâlet (işaret) eder. Çünkü Hakk'ın rahmeti zâtının aynıdır.

Rahmetin her şey hakkında âmm (umumi, genel, her şeyi kaplamış) olduğu bilindikten sonra bu da ma'lûm olsun (bilinsin) ki, bu rahmetin birçok şu'beleri (kısımları, bölükleri) vardır ki, bu şu’beler (kısımlar), esmâ-i ilâhiyyenin (ilahi esmanın) taaddüdü (çoğalması) ile müteaddid (çoğalmış) olur. Binâenaleyh (bundan dolayı) "Yâ Rabb, irham!" (bana rahmet et, merhamet et) dediğimiz vakitte Hak'tan kemâlât (bilgi ve ahlak güzelliği bakımından mükemmellik, olgunluk) ile mevsûf kılınmağı  (vasıflanmayı) murâd ettiğimiz için, bu taleb-i rahmet (rahmet isteği) ism-i hâssa (has, özel isme) nisbetle (göre) umûmi (genel) değildir; belki husûsi (özel) bir rahmet olur; zirâ (çünkü) bir ism-i hâss-ı ilâhinin (Allah’ın bir özel isminin) hazinesindeki kemâlâtı taleb etmiş (istemiş) olduk. Ve esmâ-i ilâhiyyeden (ilahi esmadan) bu ismin gayrisiyle (başkasıyle) vâki' olan (gerçekleşen) suâllerimiz (dualarımız, isteklerimiz) de böyledir. Meselâ "Yâ Settâru irhamnî" (bana rahmet et) dediğimiz vakitte "Settâr" isminin hazinesindeki ahvâli (halleri, oluşları) istemiş oluruz. Bu ise husûsi (özel) bir rahmettir. Hattâ esmâdan Müntakım ismiyle "Yâ Müntakım, irhamnî" demek vardır ve sâil (dua eden kişi) bu duâsıyla kendisine zulmeden zâlimden ahz-i intikâmı (öçünü alması) ve bu sûretle (şekilde) azâbın (acısını) tahaffüfünü (hafifletmeyi) murâd eder (arzular). Bu da kezâlik (aynı şekilde) bir rahmet-i hâssadır (özel rahmettir).

İşte bu budur. Zirâ muhakkak bu esmâ-i ilâhiyye zât-ı müsemmâya delâlet eder ve esmâ dahi hakayıkıyla muhtelif ma'nâlara delâlet eder. İmdi o dâî rahmet hakkında, gayrı haysiyyetiyle ve onunla gayrisinden münfasıl ve mütemeyyiz olan bir ismin medlûlünün i'tâ ettiği şeyle değil, esmânın bu isimle müsemmâ olan zâta delâleti haysiyyetinden o isimlerle duâ eder. Zîrâ o isim, onun indinde zâtın delîli olduğu halde, kendisinin gayrından mütemeyyiz olmaz ve ancak zâtından dolapı kendi nefsiyle gayrdan mütemeyiz olur (17)

Ya'ni sâilin (dua eden kişinin) bir ism-i husûsi ile (özel isme) suâlinde (dua ettiğinde) rahmetin umûmî (genel, her şeye) olması bu vechiledir (yönüyledir). Zîrâ (çünkü) sâilin (dua eden kişi) rahmet taleb ettiği (istediği) esmâ-i hüsnâ müsemmânın (isimlenenin) zâtına delâet (işaret) eder ve bu esmâ dahi yekdîğerinden (biri diğerinden) başka olan hakîkatleri (zatları)  iktizâsınca (gereğince), muhtelif (çeşitli) ma'nâlara delâlet (işaret) eder.

Meselâ Rezzâk, Şâfî, Muhyi isimleri, zât-ı Hakk'ın (Hakk’ın zatının) isimleri olduğu için bu isimleri işittiğimiz vakit, müsemmâ (isimlenen) olan Hakk'ın zâtına intikâl ederiz (geçeriz). Fakat bu isimlerin zâtları ve hakîkatleri birbirinden ayrıdır ve hizmetleri başka başkadır. Rezzâk'tan şifâ i'tâsı (vermesi) sûretiyle rahmet taleb olunmaz (istenmez).  Diğerleri de böyledir. İşte bu esmânın, hakîkatlerinin  iktizâ ettiği (gerektirdiği) muhtelif (çeşitli) ma'nâlara delâleti (işaret etmesi) budur. Binâenaleyh (bundan dolayı) "Yâ Rezzâku, irhamnî" (bana rahmet et) ve "Yâ şâfî, irhamnî" gibi bir isimlerle rahmet taleb eden (isteyen) dâi (dua eden kişi), bu isimlerle müsemmâ olan (isimlenen) zâta delâleti (işaret etmesi) cihetinden (yönünden) mezkûr (adı geçen) isimlerle duâ eder; başka cihetten (yönden), ya’nî ismin zâta delâletinden (işaret etmesinden) gayrı (başka) olan delâleti (işareti) cihetinden (yönünden) ve sâir (diğer) isimlerden ayrılmış olan o ismin medlûlünün (delalet olunanın, işaret olunan şeyin) verdiği bir ma'nâ-yı husûsî (özel bir mana) ile duâ etmez. Sebebi budur ki, duâ eden kimsenin indinde (düşüncesinde), zikrettiği (andığı) isim zâtın delîli olmak (zata işaret etmesi) i'tibâriyle (bakımından) başka isimlerden ayrı değildir. Ne kadar esmâ varsa zâta delâlet (işaret etme) husûsunda hepsi müttehiddir (birdir). Fakat kendi ma'nâ-yı husûsilerine (özel manalarına, özelliklerine) ve hakîkatlerine (zatlarına) delâlette (işaret etmekte)   müttehid (bir) değildirler.  Şu halde, her bir ismin iki medlûlü (işaret ettiği şey) olmuş olur: Birisi zât, diğer sâir, (diğer) esmâdan infisâl (ayrıldığı) ve temeyyûz eylediği (farklı olduğu) ma’nâ-yı hâstır (has manasıdır, kendi özelliğidir).

 

 
 
İzmir - 31.10.2006
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com