Geni Yenemezsin

(Bu yazı, Popüler Bilim Dergisi'nin Eylül 2000 sayısında yayınlanmıştır)

Bu yazı oldukça ünlü birisinin ailesi ve çocukluğu hakkında. Amacım büyürken onun yerinde olmanın nasıl bir şey olabileceğini ve bunun getirdiği duyguları okura biraz olsun hissettirebilmek. Bu kişinin kimliğini açıklamayı en sona bırakacağım ki kişisel önyargılar ve tahminler onun tecrübelerine hükümsüz bir şekilde bakmaya engel olmasın. Ayrıca biyolojik ve sosyal faktörlerin kişilik üzerindeki etkisini gözlemlemek açısından ilginç bir yaşam öyküsü olduğu için okurlarla paylaşmak istedim.

Annesi bir hemşirelik öğrencisiydi. Güzel değildi ama abartılı makyajı ve açık kıyafetleri ile tüm dikkatleri üzerine çekmeyi çok iyi biliyordu. Oldukça seksi, cilveli, flört etmeyi seven, dansa ve içkiye düşkün biriydi. Babası ise gezici satış elemanlığı yapmaktaydı. Çekici bir adamdı. Değişik kentlerde kimisini hamile, kimisini bebekli olarak terkettiği pek çok sevgilisi ve karısı vardı. Hakkında bazı bilgilerini gizli tutar, nereli olduğunu ve doğum tarihi ile ilgili konularda da yalan söylerdi. Bir gün bir kızarkadaşını hemşirelik öğrencisinin çalıştığı hastaneye getirmişti. İlk kez orada karşılaştılar. İlk görüşte aşktı bu; 2 ay sonra evlendiler. Ancak adam başka biriyle halen evliydi ki bu evliliklerini yasal kılmıyordu. Önceki evliliğinin boşanma ile sonlanması bir sonraki yıl gerçekleşecekti. Tabi bunlardan kimsenin haberi yoktu. Düğünden bir kaç hafta sonra orduya çağrıldı ve 2. Dünya Savaşı’na katıldı. O askerken genç gelin kendi anne ve babasıyla kaldı ve eğlencelere katılıp dans etmekten de hiç geri kalmadı.

Askerden dönüşte kocası ancak başka bir şehirde iş bulabildi, o orada çalışırken gelin yine ailesiyle kalmaya devam etti. Gelecekleri parlak görünüyordu; bir bebekleri olacaktı ve adam bir ev almaya çalışıyordu. Sonunda kendi evlerine taşınabileceklerdi. Böylece adam karısını yeni evlerine götürmek için yola çıktı. Ancak o gün kadın hayatının en kötü haberini aldı. Hızlı ve pervasız araba kullandığı bilinen kocası bir kazada hayatını kaybetmişti. Genç kadının bütün hayalleri yıkılmıştı. Bir kaç ay sonra ölen kocasının adını verdiği bir oğlu oldu.

Bir yetim olarak doğmuştu ve daha bebekken annesi onu anneannesi ve dedesi ile bırakıp okulunu bitirmeye başka bir kente gitti. Anneannelerin evinde hayat zordu. Anneannesinin seksi tavırları tıpkı annesi gibiydi. Ayrıca, sık sık çığlık çığlığa bağrıp küfürler ettiği, eşyaları kırıp döktüğü öfke krizleri tutardı. Dedesi ise alkole sığınarak tüm bunlara katlanan sessiz bir adamdı. Bu ortam bebek için dengesiz, güvensiz ve korku doluydu.

Çocuk üç yaşına geldiğinde annesi hemşirelik okulunu bitirip eve döndü. Aynı yıl frapan tarzı ve kadın avcısı kişiliği ile ilk kocasına benzeyen bir adamla evlendi. Adam içki içiyor, kumar oynuyor ve sarhoşken karısına ve üvey oğluna terör yaşatıyordu. Kaderi, çocuğu husumet dolu bir evden almış daha kötüsüne sürüklemişti. Aile kısa bir süre sonra genelevleri, kumarhaneleri, rüşvet yiyen yozlaşmış politikacılarıyla ünlü, bir zamanlar gangsterlerin popüler yeri olan bir kasabaya taşında. Kasabanın havası evdeki problemlere gaz verdi. Anne artık sadece eğlencelere gidip içki içmekle kalmıyor bir de kumar oynuyordu. Büyük ihtimalle karısına ihanet etmekte olan üvey baba ise onu sadakatsizlikle suçluyor böylece her gece çığlık çığlığa kavgalar ediliyordu.

Dışardan bakıldığında şirin bir aile görünümü veriyorlardı: İş adamı bir baba, çalışan bir anne, akıllı ve başarılı bir çocuk. Çocuk daha on yaşında ailesinin adını korumak için dışarda mutlu bir yüz takınmayı öğrenmişti. Evde anne-baba anlaşmazlığı gibi bir sorun olduğunda çocuklar kendilerini suçlarlar. Yani küçük çocuk kendisinin tüm bu kargaşanın kaynağı olduğuna inanıyor, onun için de herkesi memnun etmek için elinden gelen herşeyi yapıyordu; Uslu bir çocuk ve iyi bir öğrenci oldu. Bu herşeyden sorumlu olduğu duygusu onu bir mükemmeliyetçi olmaya itti. Başarılı olmak için duyduğu baskı korkunçtu. Her başarısızlık ise dünyanın sonu gibiydi.

Ona babalık yapan ve onu koruyup gözeten biri hiç olmamıştı, ama o dokuz yaşındayken doğan küçük kardeşi için bir baba figürüydü. 14 yaşına geldiğinde üvey babası annesini dövmeye başlamıştı. 16 yaşında iken bir keresinde sarhoş adam annesine makasla saldırmıştı, delikanlı annesini üvey babanın elinden kurtarıp ona “Eğer onları istiyorsan, önce beni geçmelisin” dedi. Adam makası bırakıp delikanlıyı dövmek için kemerini çıkarırken, o annesini ve kardeşini oturma odasına çekip kapıyı adamın suratına kapattı.

Annesi adamı boşayıp aynı yıl onunla tekrar evlendi. Delikanlı buna çok kızmıştı. Annesini bu adamı neden geri aldığını bir türlü anlamıyordu. Kısa bir süre sonra adam ölümcül bir hastalığa yakalandı. Artık evde, kendine acıyan zavallı bir figürden başka bir şey değildi. Beş yıl sonraki ölümüne kadar karısı hep yanındaydı.

Gencin hiçbir arkadaşı ya da öğretmeni evde tüm bunların olup bittiğinden şüphe bile etmiyordu. Programının izin verdiği kadar çok aktiviteye katılan hep aynı sosyal, başarılı öğrenciydi. Liseden ilk on arasından mezun oldu ve üniversite okumaya başka bir şehre gitti. Okul harcı ve yeme-içme masraflarını karşılamak için aynı zamanda yarım gün çalışıyordu. Oxford Üniversitesi’nde okumasını sağlayan bir burs kazanacak kadar iyi bir derece ile mezun oldu. Oxford’ dan döndüğünde Yale Hukuk Okulu’na gitti, orada gelecekteki eşi Hillary Rodham’ la tanıştı. 32 yaşında Arkansan Valisi aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri’nin en genç valisi oldu. 1992’de Bill Clinton başkan seçilmişti.

Onun hikayesi insanın gücünü kanıtlıyor, bununla birlikte genetiğin, yetiştirilme tarzının ve çevrenin kişilik ve davranışlar üzerindeki etkisini gösteriyor.

Ahmet F. Yüksel
& Ömer Özder

Kaynakça:

1. Jerome D. Levine, “The Clinton Syndrome”

2. Roger Clinton, “Growing Up Clinton”

3. Meredith L. Oakley, “On the Make, The Rise of Bill Clinton”

Elaine Landau, “Bill Clinton and His Presidency”