Astroloji Gerçeği

Bu yazı dizimizde sizlere bazı evrensel gerçeklerden,sonsuz, sınırsız Evren içerisinde milyarlarca galaksiden sadece biri olan Samanyolu Galaksisinin milyarlarca güneşinden biri olan güneşimizin ve onun çevresinde meydana gelen Dünya ile diğer gezegenlerin oluşturduğu sistemden, bu sistemdeki kosmos’dan yani düzenden bahsetmeye çalışacağım.

Olaya hangi boyuttan bakarsanız bakın, ister makro-galaktik boyuttan, isterseniz mikro-atom boyutundan, hepsinde de işleyen bir sistem ve düzenin varlığını görürsünüz. Zaten bu konularla bizzat uğraşan bilim adamları, öyle bir noktaya gelmektedirler ki, o noktada düzeni ve sistemi meydana getiren bir Bilinç’in var olduğunu tartışmasız kabul edip, bu ilahi sistem ve düzen karşısında mistik bir şaşkınlığa düştüklerini ifade etmişlerdir. Albert Einstein bir yazısında “Allah hiçbir şeyi tesadüfe bağlamaz, çünkü Allah zar atmaz.” demiştir.

Yani var olan her şey belli bir sistem, nizam ve düzen içerisinde cereyan etmektedir. Yaşadığınız boyutu şöyle bir değerlendirin, bakın. İsterseniz, siz buna ‘doğa kanunu’ deyin...Doğa kanunu diye bildiğimiz her şey gerçekte Allah sisteminin bir göstergesidir. Güneş sistemi içerisinde ve yeryüzünde meydana gelen pek çok oluşlar var. İşte bu oluşlar, ‘Burçlar’ dediğimiz mekanizmanın işleyişi ile meydana gelmektedir. Astroloji de bu mekanizmanın işleyiş tarzını anlatır.

Astroloji nedir, ne değildir? Bu kelime hepimizin kafasında bir takım şeyler uyandırır. Kimisi “fal” der, kimisi kulaktan duyma bilgilerle “benim burcum falanca burç, özelliklerim nelerdir ?” diye sorar, bazıları da“saçma ve safsata bulduğunu, ayağı yere basan konularla ilgilendiğini” söyler. Biz bütün bunları bir kenara bırakarak, önyargısız ve şartlanmasız şekilde bu ilmin ne olduğunu ve dinle olan bağlantısını araştırmaya çalıştık bugüne kadar. Elde edilen neticeler gösterdi ki, Astroloji hiç de herkesin düşündüğü gibi değil; hatta astrolog olarak bu ilimle uğraşan ve bunu meslek edinen kişilerin anlayış tarzından bile çok uzakta..

Araştırmalarımızın kökeni, her zamanki gibi Kur’an ve Hadislere dayanıyor. Bunun yanı sıra zamanında çok üstün mertebeler elde etmiş, Allah’a yakin kazanmış bazı tasavvuf ehlinin görüşleri de konumuza ışık tutmakta..

Astroloji’nin temeli çok uzun yıllar öncesine dayanmaktadır. Ta İdris Aleyhisselam zamanına..İdris  Aleyhisselam bilindiği üzere, Adem ve Şit Aleyhisselam’dan sonra gelmiş üçüncü Nebidir. Kendisine otuz suhuf inmiştir. İlk yazı yazan O’dur. Terzilik sanatını O bulmuştur. Cihad için çeşitli harb aletleri keşfetmiştir. Babasının ve dedesinin kitaplarını çok okuduğu rivâyet edilmektedir. Yıldız ilmini geliştiren O’dur. İdris Aleyhisselam,kendisine Nebilik gelmeden önce de burçlar dediğimiz takım yıldızlardan gelen ışınların insanlar ve yeryüzündeki varlıklar üzerindeki etkilerini,bunlardaki nizamı, düzeni görüyor, bütün bunların bir yaratıcısı olduğunu yakin üzere biliyordu. Buyurmuştur ki, “Otuz yıl semavatı dolaştım, göklerde bulunan her şeyi gördüm ve anladım.” Daha sonra Nübüvvvet görevini ifâ etmeye başlamasıyla birlikte, sistemin işleyiş tarzını insanlığa tebliğ etmeye çalışır.

Ancak, o günkü insanların anlayış kapasitesi bu ilmi değerlendirmekten oldukça uzak olduğu için, saptırılır. Halk, Nebi’nin bildirdiği bu müşahedeler neticesinde bakar ki Güneşin, Ayın ve diğer gezegenlerin tesirleri gerçekten açığa çıkıyor, bu kez başlarlar bunlara tapınmaya...

Mitoloji’deki   tanrıları hemen herkes duymuştur. Sevgi, güzellik, iyilik, savaş tanrıçası vb. gibi... Venüs’ün yapmış olduğu birtakım transitler ve açılarla iyiliklerin, güzelliklerin meydana geldiğini, Mars’ın transitleriyle savaşların açığa çıktığını, Jüpiter transitlerinde bollukların, Satürn transitlerinde ise darlıkların, kıtlıkların meydana geldiğini bizzat gören insanlar, Öz’lerindeki ilâhi güçten, irâdeden perdelenerek oluşumların direkt olarak bu gezegenlerden meydana geldiğini düşünmeye, yaşamlarına ona göre yön vermeye başlıyorlar. Tabii ki yeryüzündeki tek din olan İslam’da tanrılık kavramı olamayacağına göre, bu ilim gittikçe örtülüyor. Çünkü, ortaya çıkması hâlinde, yıldızlara tapınılması söz konusu...

Zaman içerisinde, Muhyiddin-i Arâbi, Aziz Nesefi, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî ve yakın dönemlerde yaşamış olan Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi Evliyâullah’tan bazı Zâtlar, bu ilmi açığa çıkarmaya çalışmışlar epey bilgi aktarmışlardır...

Ama buna rağmen, İslamiyette Burçlar ilmi gizlenip kapalı kalırken, batı dünyasında Astroloji adı altında yeniden gelişmeye başlamış, gerçekliği saptandığından konuya oldukça önem verilmiştir.Bugün özellikle Amerika ve İngiltere’de Astroloji ile ilgili üniversiteler kurulmuştur. Uzun yıllardan beri de tamamiyle gözlemlere, tecrübelere ve istatistiki verilere dayanan bir bilim dalı olarak geçerliliğini sürdürmektedir.

Ancak günümüzde dinden apayrı bir ilim gibi görülmekte... ilim olarak kabul etmeyenler de cabası. Biz zaten onları, hâlen maddecilik görüşü içindeki dar düşünce sahiplerini konu dışında tutuyoruz. Bırakın yüzyıllar öncesini, günümüz insanına bile yılların getirmiş olduğu şartlanmalardan dolayı bu ilmin içyüzünü anlatabilmek hayli güç. Çünkü çoğunluğumuz maalesef önyargısız bir şekilde olaya bakabilmekten, değerlendirebilmekten uzağız. Yakın geçmişe kadar eski topluluklardan İngiltere, Galler, Mısır ve İrlanda topraklarında yaşayan kavimlerin ilahları Güneş’ti. Daha II.Dünya Savaşı sonuna kadar Japonlar imparatorlarına Güneş Tanrısının yeryüzündeki temsilcisi gözüyle bakıyorlardı..

“Astroloji bir bilim mi, değil mi?” hiç bunun tartışmasına girmeyeceğiz. Çünkü batıda pek çok ülkede, bu işin ilmini almak üzere fakülteler açılıp yılın belli zamanlarında bazı kurumlarca astroloji seminerleri düzenlenirken, işe alınacakların yapacakları işe uygun olabilmesi için astrolojik haritalarının çıkartılıp tetkik edilmesiyle ilgili pek çok örnekler varken, günlük yaşamın bir parçası haline gelmişken, bizim burada bilim olup olmadığını tartışmaya kalkmamız, kendi cahilliğimizi ortaya koymaktan başka bir işe yaramaz.

Bu Astroloji okullarındaki veriler, binlerce yıllık geçmişe dayanan gözlemler, incelemeler ve istatistiki bilgilerdir. Bilim sebep-sonuç ilişkisine dayanır. Astroloji de birtakım sonuçları belli sebeplere  dayandırır. Rastgele, uzaylıların verdikleri ilhamlarla yorumlanacak bir olay değildir. Fakat işin yüzeyselliğini görmekte olan, içyüzünü araştırmayan halkımız için hemen inkâr yoluna gitmek çok kolay...

Düşünen insan, araştıran insandır. Araştıran insan da, henüz tetkikine girmediği bir konu üzerinde kesin yargılarda bulunmaz.

Astroloji, en kısa tanımıyla içinde yaşamakta olduğumuz, algıladığımız ve algılayamadığımız Allah’ın sistemini, düzenini, onun işleyiş tarzını anlatan bir bilimdir.

Astrolojik tesirler, şu içinde bulunduğumuz boyutu, dünya yaşamını, maddi alemi etkilediği gibi, ölüm ötesi dediğimiz, beş duyuyla algılayamadığımız soyut alemde de geçerliliğini sürdürmektedir. Çünkü ölüm ötesine geçen, ışınsal ruh bedenle yeni bir yaşam türüne başlayan insan, dünyanın bir nevi ikizi de diyebileceğimiz ışınsal boyuta geçmektedir. Dolayısıyla Astroloji, hükmünü sadece bu dünyada değil, ölüm ötesinde de sürdürmekte. Şimdi bunun işleyişi nasıl oluyor, kısaca izahına geçelim;

Öncelikle Burç ne demektir? Burç adını verdiğimiz sistem, Samanyolu Galaksisi içinde bulunan, dairevi olarak dizilmiş on iki adet takım yıldızdan oluşmaktadır. Esasında bunların sayısı 14 olmakla birlikte iki tanesi diğer ikisinin arkasında kaldığı için (Akrep ile Yay burçlarının) kesişmektedir. Bu takım yıldızlar farklı sayılarda yıldızları ihtiva etmektedir. Kimisi 1 milyar, kimisi 400 ya da 600 milyon yıldızdan oluşmuştur.

Kur’an’da Büruc adında bir Sûre vardır. (Büruc, burç kelimesinin çoğuludur.) Bu Sûrenin birinci Âyeti, meâlen şöyledir;

“Burçlar sâhibi gökyüzüne...”

Ruhul Beyân tefsirinde, ünlü mutasavvıf İsmail Hakkı Bursevi yukarıdaki Âyeti şöyle açıklamaktadır; “Burçlardan maksat, en yüksek felekte bulunan on iki burçtur. Bu yıldızlara burç denmesi, köşklere benzemesinden ötürüdür. Zira, Ay oralarda konaklamaktadır. Ayrıca Araplara çölde gözükmelerinden dolayı da burç denmiştir. Çünkü burç, bir şeyin güzellikleriyle ortaya çıkmasını ifâde eder. Kadın teberrüc etti, dendiğinde güzelliklerini ortaya koymada burç gibi oldu denmiş olur. Fakat bu burcların çıplak gözle herkese gözükmesi mümkün değildir, Güneş, her sene, gökyüzünün yirmi sekiz yerine taksim edilmiş olan bu on  iki burcun tamamından geçer, Ay ise her ay uğrar. Bu burçlarda pek çok faydalar ve insanlar için nice yararlar vardır...”

Çeşitli takım yıldızlardan gelen ışınların insanı ve diğer varlıkları etkilediği bugün çağdaş bilimin ispatladığı bir gerçektir. Yıldızlardan gelen ışınsal yayın insan beyinlerine ulaşarak değerlendirmeye tâbi tutulmaktadır. Böylece,insan beyinlerindeki ve diğer varlıkların hücrelerinin DNA ve RNA dizinlerini etkileyerek mutasyona neden olmaktadır. Ve bugüne kadar yeryüzünde meydana gelen mutasyon olaylarının temelinde, bu kozmik ışınımınlar bulunmaktadır .Yalnız, burada şunu vurgulamakta yarar var; kozmik ışınlar dediğimizde uzaydan gelen ve bilimsel olarak da tespitini yapageldiğimiz ışınlar değil, uzayın boyutsal katmanlarına ait olan varlıkların, yani eski tabiriyle meleklerin yaymış olduğu dalgalar anlamını   kastetmekteyiz. Kozmik ışınlara eskiden melek denilmiştir. Çünkü melek kelimesinin kökü ‘melk’ olup, o da ‘güç, kuvvet’ yani görünmez enerji, ışın anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, biz bu gelen tesirlere, ister ‘kozmik ışınım’ diyelim, ister ‘melek’ diyelim aynı şeye işâret etmiş oluruz. Bu demektir ki, kozmik ışınlar yani melekler, yapısı itibariyle belli mânâları ihtiva etmektedir ki, o mânâlar da Esmâ-ül Hüsnâ olarak bildiğimiz Allah’ın isimleridir.

Dünyamız, Güneş’ten gelen enerjinin sadece milyarda birini almakta.. Dünyanın en büyük teleskopları olan radyo teleskoplarıyla çok uzaklardaki titrek ve solgun yıldızlardan da radyo dalgaları gelmektedir. Radyo teleskoplarıyla gökyüzünü dinleyen uzmanlar, Güneş’imizin yanında hiç kaldığı, muazzam yayın yapan yıldızları keşfettiler. Bu yıldızların birçoğu da Samanyolu Galaksisi içerisinde yer almakta. Bize en yakın galaksi olan Andromedeo Galaksisi de oldukça kuvvetli ışınlar göndermekte...Astrofizikçilerin belirttiklerine göre, her cisim kendi sıcaklığı ile orantılı olarak bir ışın enerjisi yayıyor. Her yıldız bir güneştir. Gezegenler ise yıldız değil, yansıtıcı olarak rol oynayan gök cisimleridir.

Peki, bizden bu kadar uzakta olan yıldızlar nasıl oluyor da bizleri etkileyebiliyor? Bunlar işe yaramaz, sadece gökyüzünün birer süsü gibi kendi hallerinde varlıklar değil mi? Evet çoğunluğumuzun düşündüğü bu... Belki pek çoğunun aklında bu soru bile oluşmamış olabilir. Ama, durum sanıldığı gibi görünmüyor... Şimdi anlatacaklarımı batı Astrolojisi bile henüz saptayabilmiş değil... 

Bugün bilimsel olarak tespitini yapabildiğimiz uçsuz bucaksız Evren, Mutlak Evrenin sadece bir noktadaki açılımından ibârettir; Mutlak Evreni 1 km lik bir uzunlukta farz edersek, onun belki 1 mm lik kısmındaki açılımıdır bugün bizim kavrayabildiğimiz Evren.. Dolayısıyla Evren deyince insanın Evrenini anlamalıyız, Mutlak mânâdaki Evreni değil. Bizim tespitini yapabildiğimiz Evrenin çeşitli boyut ve katmanlarında nice Evrenler var. Hatta, bugünkü incelemeler, tam kesinlik kazanmasa da, Paralel Evrenlerin varlığından bahsetmekte...

Yeryüzünde ve gökyüzünde beş duyu verilerimizle algılayabildiğimiz ya da algılayamadığımız tüm varlıklar mevcudiyetlerini Allah’ın Esmâ-ül Hüsnâ’sından alır. İstisnasız her birim, Allah isimlerinin mânâlarının belli terkipler hâlindeki görüntüsünden başka bir şey değildir. Kur’an’da da belirtilen üç ana sınıf olan insan, cin ve melek dediğimiz yapılar, Allah isimlerinin belli oranlardaki bileşimlerinden oluşmuş kombizasyonlardır. İşte bu takım yıldızların da ihtiva ettiği mânâlar söz konusudur. Bunlardan kimisi yirmi beş ismin terkibi iken, kimisi yirmi, bir diğeri ise on beş ismin bileşiminden meydana gelmiştir. Bu toplu halde bulunan yıldız kümeleri (burçlar), benzer frekansta yayın yapmaktadırlar. Yalnız burçların içerdikleri mânâlar terkip halindedir. Salt bir ismin mânâsını içermez. Arş’ın altı olarak bahsedilen, çokluk sınırının başladığı noktadan itibâren terkipsellik söz konusudur.

Burada şunları da ilâve edelim; çevremizde sonsuz sayıda ve dalga boyunda ışınlar dolaşıyor. Radyo, TV ve radar dalgaları, uzayın derinliklerinden gelen kozmik ışınlar, x ışınları, gama ışınları gibi...Fakat biz bunların hiçbirini göremiyoruz. Daha da önemlisi, insan beyinlerinden çıkan, çeşitli düşünceleri ihtiva eden dalgalar var ve bunların hiçbiri gözümüzün ağ tabakasındaki sinir hücreleri tarafından tanınmıyor. Ancak aynı frekansı tutturan kişiler, telepati yoluyla birbirlerine mesaj iletebilmekte. Bunlardan başka ağaçların, taşların, arabaların bile kendi sıcaklık dereceleri ile ilgili olarak yaymış oldukları bir radyasyon var. Bu yayılan radyasyon ise, negatif ya da pozitif bir biçimde bazı gelişmiş beyinler tarafından algılanabilmekte. Diğer kesim ise, bu olayın farkında değil...

Bu burçlar, yani 400 ya da 600 milyon yıldızdan oluşmuş takım yıldızların her biri birer birimdir. Ruhları da mevcuttur. Burçların ana ruhu olan meleklere din terminolojisinde Müheymin Melekler denilmiştir. Yani Kova burcu bir melektir, Balık burcu bir melektir, bunlar ana birimdir.

Esasında gerek insan ve beyin, gerekse varolan her şey meleklerden meydana gelmiştir. Meleğin aslı nurdur. Biz buna enerji de diyebiliriz. Tabii buradaki enerji kelimesiyle, varlığın özündeki salt enerjiyi kastediyoruz. Bugün algıladıklarımız ve çevremizde gördüklerimiz, algılama araçlarımıza göre o enerjinin yoğunlaşmasıyla meydana gelmiş ve çeşitli birimleri oluşturmuştur. İnsanın özü de, cin dediğimiz ışınsal yapılı varlıkların özü de melektir, yani enerjidir. Bu genel anlamda böyle... Fakat ifa ettikleri görevler, yani varoluş gayeleri açısından ayrı birimlerdir. Az önce bahsettiğimiz burçların ana ruhu olan salt birimsel melekler olduğu gibi, bu burçlardan gelen tesirler (mânâlar) dahi birer melektir ve her biri Allah isimlerinin mânâlarını ihtiva eder bir biçimde programlarının gereğini yerine getirirler. Bunlar sadece tek bir Allah isminin mânâsını içermez. Fakat terkibi yapısında bir ismin mânâsının ağırlıklı olarak çıkması, meleğin o isimle anılmasına sebep olmuştur. Örneğin, Kuddüs isimli melek, Mümit isimli melek vs...

Bu takım yıldızlardan gelen ışınımların gerçekte Allah isimlerinin mânâlarını ihtiva eden meleki tesirler olduğunu anladıktan sonra, gelelim insan beyinlerine...

İnsan beyninin aldığı iki türlü tesir vardır. Bunlardan birincisi, anne karnında iken, ikincisi de rahimden başını çıkardığı anda almış olduğu tesirlerdir. Bir kısım ışınlar anne karnında iken bebeğin beynini etkisini gösterirken, bazıları da rahimden çıkınca etkilemekte... Bunun nedeni, insanın aura dediğimiz koruyucu bir manyetik alanı olmasıdır. O manyetik alandan geçemeyen ışınlar, bebek başını çıkardığı anda etkiler ve beyin ikinci kez bu tesirlere maruz kalır, son programını alır. Artık bundan sonra, beyin dışarıdan başka tesirler alarak yeni açılımlar oluşturmaz.

Bu program artık kişinin bireysel kaderidir ve ölümü tadıncaya kadar onun gereklerini yerine getirir.  Kader dediğimiz mekanizma, yani alın yazısı, hep beynin aldığı  programla ilgilidir. Bu oluş Kur’an’da şöyle anlatılır:

“Yürür hiç bir mahluk hariç olmamak üzere, hepsini alnında çekip götüren O’dur.” (57/23)

Kaderimiz, gerek dünya, gerekse ölüm ötesinde sonsuza dek ne olacağımız Allah tarafından takdir edilmiştir. Kozmik ışınları yayan yıldızlar, tamamiyle Hak’kın emri, iradesi ve dileğiyle bütün bunları meydana getirmektedir. İşte Allah’ın takdirinin meydana gelmesi, zuhur etmesi de bir sistem ve mekanizma içerisinde olur. Yani yıldızlar, sadece Hak’kın iradesinin açığa çıkmasında bir sebep ve vesile olmaktadır. Çünkü hiçbir şey rastgele oluşmaz. Allah’ın sisteminde tesadüflere asla yer yoktur. Yeryüzündeki her olay, bir şeyin başka bir şeye vesile olmasıyla meydana gelmektedir. Böylece, Allah’ın takdirinin sistem içerisinde  nasıl ve ne şekilde oluştuğunun daha iyi anlaşılabilmesi de, ‘Burçlar ilmi’ dediğimiz, bugünkü ifadeyle Astroloji ile mümkün olmaktadır. Aksi taktirde, sistemi kavramaktan uzak bir düşünce tarzı, insanı şirke götüren ve bütün bu oluşların ötesinde de varolan bir Tanrı’nın varlığını gerektirir.

Bu ilmi bilmenin, öğrenmenin bize ne gibi faydası var? Yeryüzünde meydana gelen birtakım oluşumların negatif tesirlerinden kendimizi  azami derecede koruyabilmede sistemi “oku”mak ne kadar önem arz ediyorsa, sistemi daha rahat bir şekilde “oku”yup değerlendirebilmek için de Astrolojinin bilinmesi o kadar önem arzetmektedir. Siz derseniz ki, “benim Kur’an ‘da bildirilen bazı çalışmaları yapmam için sistemi Astrolojik olarak okumama gerek yok, ben ne emredildiyse onu yaparım..” Söyleyecek zaten fazla bir şey yok. Siz elinizden geldiğince, gerekeni yapıyorsunuz. Ama bazı düşünen beyinler de var ki, onlar kendini tanıma yolunda bazı çalışmaları yapabilmek için pek çok hususu sebepleriyle sorguluyorlar. Bizim hitabımız bu kişileredir zaten. Sizlere nasıl anlayışla yaklaşıyorsak, onların sorularına yanıt verebilmek de oldukça önemli...

Kısaca bir iki örnek verelim; Rasulullah  Efendimiz’in, Ay’ın (gökteki Ay’ın) 13, 14 ve 15. günlerinde oruç tutmayı tavsiye etmesi, dargınlıkların üç günden fazla sürdürülmemesi gerektiğine dair sözleri, güneş ve ay tutulmaları esnasında namaz kılmayı tavsiye etmeleri, divan toplantılarının on dördünü on beşine bağlayan gecede yapılması ve benzeri Hadisler hep Ay’ın, özellikle dolunay pozisyonunun yeryüzüne göndermiş olduğu radyasyonla ilgilidir. Sizin Astroloji ile uzaktan yakından bir ilginiz yoksa, bu ve buna benzer Hadisleri anlamaktan ve gereğini tatbik etmekten uzak kalırsınız. Hatta ayın 13, 14 ve 15. günleri derken, siz tutup miladi takvim günlerini dikkate alır, yaptığınız işin amacına yönelik olmasından uzak düşersiniz...

Peki; Ay, Güneş ve diğer gezegenlerin yansıtmış olduğu mânâların, günün saatleri üzerinde de etkili olduklarını biliyor muydunuz? Arzu edenler,gereken bilgileri Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın tam metin tercümesi olan Marifetname isimli eserinde bulabilirler. Bu bilgileri yaşamınıza tatbik edebildiğiniz oranda her şeyin ne kadar olurunda gittiğini bizzat kendiniz tespit edebilirsiniz. Ayrıca Ay’ın burçlarda dolandığı 2,5 günlük süre içerisinde, hangi burçta iken neler yapılması gerektiği de özet olarak aynı eserden bulunabilir.

İnsan beyni, dünyanın hangi yöresinde ise ve o sırada dönüşü itibariyle hangi burçların tesirini güçlü olarak alıyorsa, o dalga karakteristiğinde programlanır. Beyin organik bir mekanizmadır. Bu mekanizma bedenin ürettiği bioelektrik enerjiyi değerlendirmek suretiyle belli yorumlara gider. Fakat değerlendirme programı, dışarıdan gelen kozmik ışınlar tarafından programlanır. Ana oluşum devresinde sadece burçlardan değil, Güneş Sistemindeki planetlerden  de gelen dalgalar söz konusudur. Yansıtıcı görevi yapan bu planetler, bulundukları burçlardan gelen mânâları yansıtırlar.

Burçlar adını verdiğimiz takım yıldızların Allah’ın belli isimlerine haiz yapılar olduğundan bahsetmiştik. Esasında maddenin öz boyutuna indiğimiz zaman, salt enerji kütlesiyle karşılaşırız. Yani varolan her şey enerjiden meydana gelmiştir. Enerjinin de özü olan mânâlar da belli frekanstaki dalga boylarıdır. Bu enerjinin yoğunlaşmasıyla, belli mânâları ihtiva eden yıldız toplulukları yani burçlar, daha sonra da, ağırlıklı olarak bir burçtaki karakteristik mânâların etkisiyle programlanmış planetler meydana gelmiştir. Böylece her planet bir burçtaki mânâlarla ağırlıklı olarak programlandığı için,o burcun yönetici gezegeni olma vasfını kazanmıştır. Bu planetler de ileride daha kapsamlı olarak açıklandığı üzere, insandaki bazı özelliklerin açığa çıkmasına sebep teşkil etmektedirler.

Böylece gerek yıldızlardan gerekse planetlerden gelen tesirleri alan beyin istidadını eldee der. Fakat bu istidadın yani yönelimin hangi konular üzerinde olacağını belirleyen,o kişideki genetik verilerdir. Yani anne-baba ve atalardan gelen genetik veriler, ancak uygun frekanslardaki kozmik tesirler yoluyla açılım alabilirler. Bu veriler eğer uygun açılım alamazlarsa,  sonraki nesillerde uygun bir beyin bulana kadar kapalı kalırlar, açığa çıkamazlar.

Genetik bilgilerdeki istidat,  burçlardan gelen tesirlerle programlandıktan sonra, bir de o istidadı açığa çıkarabilecek kabiliyetin oluşumu söz konusudur. Bu da tam doğum anında, annenin manyetik koruyucu alanından başını dışarıya çıkaran bebeğin, o anda doğu ufkundan yükselmekte olan burçtan gelen tesirleri çok güçlü olarak almasıyla meydana gelir. Yükselen burç olarak tabir ettiğimiz bu oluşla kişi son programını alır ve kendisinde açığa çıkabilecek kabiliyet böylece programlanmış olur.

Farklı genetik bilgi, farklı istidat ve kabiliyet üçlüsünün açığa çıkarttığı öylesine geniş kompozisyonlar söz konusudur ki, yeryüzünde aynı programlanmaya maruz kalmış iki birim bile mevcut değildir. İstidadı vardır, kabiliyeti yoktur ya da kabiliyeti vardır, istidadı olmayabilir. Her ikisi de vardır ya da her ikisi de yoktur. Genetik bilgileri müsaittir veya müsait değildir vs...Aynı anda, kısa sürelerle doğan ikizlerde bile farklılıklar söz konusudur. Mesela, hızlı hareket etmekte olan ay, ikinci bebeğin doğduğu anda burç değiştirmiş olabilir. Bununla birlikte genetik bilgilerin açığa çıkışı da farklılıklar arz  edecektir.     

Muhyiddin Arabi her bir burçta otuz ilim hazinesinin olduğundan bahseder. İşte hızlı hareket etmekte olan planetlerin aynı burcun farklı derecelerinde yer alması bile, yakın zamanlar içerisinde doğmuş olan ikizlerde çok bariz farklılıkların meydana gelmesine neden olabilir.

Böylece kişinin programlanmış beyin haritası ortaya çıkmış olur. Beyninde belli bir sistem ve mekanizma kurulmuş olur. Artık bundan sonra onun için programın gereğini oluşturacak bir yaşam geçerlidir. Yani birimin bireysel kaderi böyle yazılmış olur. İşte böyle bir mekanizma ve sistem içerisinde bütün varlığa eşit olarak gelen tesirler, ilk programlanma aşamasında birimlerin var oluş gayesi istikametinde değerlendirilerek yürürlüğe konuluyor. Kimin şansına, kısmetine ne düşmüşse o şekilde bir programlanmaya maruz kalıyor. Yani birimin kaderi yukarıdaki bir Tanrı tarafından oluşturulmuyor...

“Allah bütün mahlukatı karanlıktazulmet içinde halk etti, sonra nurundan saçtı. O nur kime isabet ettiyse hidayet buldu.” diyor Hadisi Şerif..                                         

***

Aynı gün, yıl ve saatte dünyanın farklı yerlerinde doğan kimseler, nispeten birbirlerine benzeyebilirler. Ancak, yine de pek çok ayrıcalıklar söz konusudur. Bunlar doğum yerinin farklı olması ile birlikte yetişilen ortam ve aileden gelen genetik özelliklerdir. Daha sonraki aşamalarda kişiler, içinde bulundukları toplumun şartlanmaları ve değer yargıları ile bürünüp farklı kalıplara girerler.

Müh. Gül Özbek

KONU İLE İLGİLİ ÂYETLER

1- Yıldız ile hidayete ererler!.. (16/16)
2- Bütün yıldızlar emriyle faaliyettedirler.. (16/12)
3- Emri semadan arza nazil olarak, tedbir eder...(32/5)
4- Allah yedi kat göğü ve yerden de onların bir mislini yaratmış; emri aralarından nazil olmaktadır. (65/12)
5- Allah sizi yarattı ve düzenledi, biçimlendirdi...Dilediğince terkip etti...(82/7-8)
6- Hepsi de programlandıkları doğrultuda fiiller yaparlar. (17/84)
7- Kürsüsü, semaları ve yeri içine almıştır. Onların muhafazası, O’na ağır gelmez. (2/255)
8- Ve onlarla hidayete ulaşırsınız diye yıldızları var kıldı. (6/97)
9- Arş’a istiva eden... güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah’tır. (7/54)

10- Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, Arş’ı istiva eden, emri tedbir eden Allah’tır. (10/3)

11- Semada burçları meydana getiren yücedir. (25/61)
12- Hiçbir canlı yoktur ki, Rabbim alnında çekip götürmesin...(11/56)
13- Her ecel ve vade yazılıdır. (13/38)
14- Yemin olsun ki, semada burçlar var kıldık. (15/16)

15- De ki, tümü de programları doğrultusunda fiiller yaparlar. (17/84)