Topluluk Anlayışı ve Ferdin Asliyeti

Topluluk ve cemaat gibi kavramlar, sosyolojik birer olgu olmaları nedeniyle sosyal birer gerçekliktirler. İnsanlar geçmiş dönemlerde olduğu gibi günümüzde ve de gelecekte bu tarz topluluklar oluşturacaklardır. Karşılıklı bilgilenme, dayanışma ve yakınlaşmaya vesile olan bir cemiyet ya da topluluğun insanlara belirli kazanımlar sağlayacağı açıktır.

Bununla birlikte psikologlar ve sosyologlar, kişilerin ve toplulukların güdü kaynaklı birtakım davranışlar ortaya koyduklarını tespit etmişlerdir. Çünki toplu halde yaşarken:

1-Dış tehlikelere karşı birlikten doğan bir kuvvet ortaya koyarak, kendilerini emniyette hissediyorlar.
2- Birtakım temel (hayatî) ihtiyaçlarını kalabalıkta daha kolay yollu temin edebiliyorlar..

Hatta ilk yerleşik düzene geçilmesinin altında yatan neden de bu güdülerimizmiş. Bunun da ötesinde aile olmak, iş güç sahibi olmak, mevki ve kariyer edinmek, saygınlığın devamı yolunda çabalamak, bir topluluğa ait olmak ve onaylanmak gibi isteklerinin ardında da yine hep bu korkularımız ve isteklerimiz yatıyormuş. Özellikle âidiyet güdüsünü tatmin etmek ve onaylanmak için, güdüsel olarak akla hayâle gelmedik işler yapıyormuşuz. Meselâ; dernek veya gruplara dahil olmak, siyasete hiç ilgi duymadığı halde bir partiye üye olmak ve hattâ bazı durumlarda tarikatlara girmek, cemaatlere dahil olmak gibi isteklerin ardında da yine korku ve beklentiler, yani bunları oluşturan temel güdüler yatıyormuş. Birçoğumuz özgürlükten dem vururuz, ama toplum içinde yaşarken özgür olmanın neredeyse imkânsız olduğunu görmek istemeyiz, göremeyiz. Çok nâdir kişiler, toplum içinde yaşamasına rağmen, tüm bu korku ve vehimlerden kendini sıyırabilmiş, düşünce bazında özgürlüğü yakalamış ve içinde yaşadığı toplumun yönettiği insan olmaktan kendini kurtarabilmiştir.

Hakikat konusunda birtakım bilgileri paylaşmak için farkında olmadan gruplaşıyoruz, cemaatler oluşturuyoruz. Bunun sonucunda da her topluluk yaşamında olduğu gibi, genlerimizde taşıdığımız bazı temel güdüler harekete geçiyor ve yavaş yavaş bizi ele geçirmeye başlıyor. Topluluklar bu tohumun yeşermesi ve filizlenmesi için çok elverişli bir ortamdır

Toplulukların ilk oluşum aşamalarından olan küçük gruplara baktığımızda, grupta yer alan bireylerde belirli özelliklerin geliştiğini gözlemleriz. Bunları sıralarsak öncelikle gruba ait olma hissi kişide belirmektedir. Kişi, hazır davranış kalıpları sunar. Belirli bir amaca yönelik davranışlar sergilenir. Grup üyeleri birbirlerini ortak amaç bakımından tanırlar. Grubun değer yargıları, mensupları tarafından paylaşılır.Burada kişi, içinde barınmaya çalıştığı toplulukta yalnız kalmamak ve dışlanmamak için belirli bir gayretin içerisine girecektir. İçinde yer aldığı topluluğun kendisi için bazı avantajlar sağlayacağını düşünecektir. Ne zaman ki ilgili topluluğun değer yargıları ve davranış kuralları, ortaya çıkan yeni koşulların gereğini karşılayamazsa o zaman bireylerde davranış sapmaları oluşacaktır.

Grup Dinamiği kavramını ortaya atan ve geliştiren Kurt Lewin’e göre, grup ya da topluluklarda yer alan bireylerin, değişikliklere karşı koymalarının temelinde bireyin, grubun değer yargılarına ve kurallarına ters düşme korkusu yatar. Şu da bir gerçek ki kişi, aidiyet duygusundan arınamadığı müddetçe bir şekilde bir grubun ya da cemaatin içinde yerini alacaktır.

Özellikle dini tarikat ya da cemaat oluşumlarına baktığımızda, ilgili kişilerde de benzer özellikleri gözlemleyebiliriz.Şekle dayalı rutin davranış kalıpları benimsenir ve uygulanır. Belirli düşünce kalıplarının dışına kolay kolay çıkılamaz.Sorgulama ve araştırma kuvvesi bir şekilde devre dışı bırakılır.Dar bir düşünce perspektifine bakış açısına sahiplerdir. Ferdi bilinçlenmenin önemli ve öncelikli olduğunun farkındalığını yaşamadıkları için mensup oldukları toplulukların şartlandırmaları doğrultusunda yaşamlarını düzenlerler. Oysa ki, insana yakışan davranışların kökeninde düşünce ve idrak yatmalıdır. Şartlanmalar ve etraf değil. Allah insanı yeryüzünde Halifelik bilincinde yaratmıştır.Kendisinde yaratıcının sayısız isimlerinin özellikleri açığa çıkabilmektedir. Adeta evren kadar genişleyebilecek potansiyele sahip kılınmıştır. Her ne kadar toplumdan soyutlanamasa da insan, adeta toplum içerisinde bile ferdiyet özelliği sergileyebilmektedir. Başka bir deyişle çokluk içinde teklik sırrını taşıyabilmekte ve yaşayabilmektedir. Fert, toplumun yapı taşı ve oluşturucusu olması nedeniyle de çekirdek görevi görmektedir. Dolayısıyla aslolan, bizatihi ferttir. Fert, dinin de bizzat muhatabıdır. Ferdin asliyeti esastır ve asıldır. Düşünelim ki nihai süreç olan kıyamet dahi kimsenin kimseye fayda vermeyeceği zorlu bir süreçtir. Bu noktada insanın ferdi planda yalnızlığı değişmez kaderidir ve yaşam sisteminin realitesidir. Düşünür Muhammed İkbal, mürşidi Mevlana’nın yalnızlık sızısını aynen duymuş, yaşamış ve dile getirmiştir.

Kalabalık=Karanlık denklemi toplu kitlelerin tavrını ve seçimini anlatmada en uygun denklemdir. Gönül insanlarından Hallacı Mansur bile yaşadığı dönemde sürü mantığının insanı sürüklediği batağın farkına varmıştır. Kalabalığı batıda en iyi anlayanlardan biri de Alman düşünür Nietzche’dir. Nietzche, kalabalık denilen tipik sürünün nasıl bir kene olduğunu çok çarpıcı ifadelerle dile getirmiştir. Her şeyden önce kalabalık toplulukların, güzelliğin sesini anlayacak yapıya ulaşamayacağına dikkat çekmiştir.  ”Güzelliğin sesi yavaş konuşur. O ses ancak uyanık ruhlara sokulur” demiştir. Uyanık ruhlara sokulan bu ses, kalabalığın uyumayı yaşamak sanan uyuşuk kalıplarına rahatsızlık verecektir. Onlar, kendi kalıplarının yapısına uygun gürültülerden hoşlanırlar.Yaratıcı benlikler ise ateştedirler. Çünki onlar sürü topluluklarının uykusunu kaçırırlar. Sürü toplulukları, kendilerini ileri, çok ileri bakmaya zorlayarak gözlerini yoranları sevmezler. İstedikleri olmadığından, ferdin yaratıcı özüyle buluşarak istediği menzillere ulaşmalarına tahammül edemezler. Bu diş bileme, sürünün yetersizliğini bastırmak için işlettiği bir tatmin mekanizmasıdır.

Sürü psikolojisi hep tevazu ister. Çünki, vakarını koruyacağı hemen hiçbir şey üretemez.Tevazu sloganları atarak, yaratıcı ruhu cendereye sıkıştırıp ürettiği değerlere sahip çıkamaz hale getirmek ister. Mütevazı ve uysal koyun yapan her şey onlarca makbuldür ki koyunları istedikleri gibi güdebilsinler. Kısacası yaratıcı ruh dediğimiz fertler üretirler. Topluluklar ise hazırcıdırlar. Yer ve tüketirler.Yüzeysel oldukları için derinliğe sahip değillerdir. Toplulukların ferdiyet sahibi büyük ruhlara yaptıklarını anlatmak için ciltlerle kitap yazmak lazımdır. Biz bu kadarıyla iktifa edelim.

Velhasıl yeni milenyum çağında her insan kendi hareketlerinden bizzat sorumlu olacaktır. Bu, vicdanlı yaşamak, vicdan realitesini uygulamak demektir. Yani şartlandırmaya bağlı olarak yaşama devri yavaş yavaş kapanmaktadır. Bizi şartlandıran her şeyin sona ermek üzere olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Geleceğin insanlığının insan gibi davranmayı öğreneceği ve uygulayacağı bir insanlık olmasını ümid ediyoruz. Geleceğin şuurlu genç nesilleri, gereksiz şartlandırmaları ve uygulamaları ortadan kaldıracak olan fert olma bilinciyle yetişerek diğer toplumlara örnek teşkil edeceklerdir. Kendilerine ulaşan açık bilgiyle önce kendi içlerindeki yaratıcı öz’ü keşfedecek yani kendi ruhsal potansiyellerinin farkına vararak böylece kendi kendilerinin kurtarıcısı (Mehdisi) olacaklardır. Keza insanın fert olarak kazanımı, topyekün insanlığın kazanımıyla özdeştir.

İstifade Edilen Kaynaklar:

Ahmet Taner KIŞLALI (Siyaset Bilimi)
Ahmed HULUSİ (Akıl Ve İman)
Yaşar Nuri ÖZTÜRK (Hallacı Mansur Ve Eseri)
Ergun CANDAN (Son Üç Peygamber)
www.sessizsozler.org ( Korkularımıza Teslim Olduk)


ahad103@hotmail.com
04
.04.2006
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail