 
„Deriyi gösterir demir aynalar,
Ruhun aynasına yetmez dünyalar„
Bu şaheser sözler Hz.
Mevlana’nın eşsiz bir beytisinden alıntı. Bu satırları
okurken içim titredi, tüylerim ürperdi. Mevlana ruhu şöyle tarif
ediyor:
„Nasıl görsem
acep kendi yüzümü,
Gündüz mü, gece mi sardı özümü.
Ruhumun nakşını aradım durdum,
Bulamadım hiçkimsede yoruldum.
Kendime
söyledim aynalar niçin?
Herkesin halini bildirmek için.
Deriyi gösterir
demir aynalar,
Ruhun aynasına yetmez dünyalar.
Can aynası
yardan başkası değil,
Hakkın diyarını yarin yüzü bil.
Dedim ki ey
gönül külli ayna bul,
Dereden fayda yok, denizde durul.”
Hayatımda okuduğum en güzel
mısralar olarak değerlendirdiğim bu satırları bu ayki yazımın
konusu seçtim ve Size ruhun ne olduğunu anlatmaya çalışacağım.
Ruh üzerine söylenecek o kadar çok şey var ki, kitaplara
yazmakla bitmez. Ruhu tarif etmeye kalksak, ne gözle görülür, ne
elle tutulur, ebedi bir varlıktır, diyebiliriz. Ruh
ölümsüzdür... İnsan ölür, ruh ölmez. Her varlık bir ruh taşır.
Bu ruh o varlığın yok olmasıyla kaybolmaz. Ruhun heryerde ve
herşeyde olduğunu bütün dinler kabul ederler. Ancak Bilim bu
konuda pek emin değil.
Bundan yüz yıl önceye kadar Tıp
Bilimi ruh diye birşeyin bulunmadığını ileri sürmüş. Geçen
Yüzyılın tanınmış Pathologu Rudolf Virchof, şimdiki modern
Tıbbın kurucusu olarak şu sözü söylemiştir: „Hayatımda
binlerce ceset kestim, ruh denen birşeye rastlamadım”.
İster Virchof rastlasın, ister
rastlamasın, ruh her zaman ve her yerde var. (Virchof herhalde
yanlış bir yerde aramış ruhu!)
İnsan ruhu manevi değerlerle
beslenir. Kışı yaza çeviren tatlı bir söz, beklenmedik bir
iltifat, hiç söylenilmemiş bir kelime, duyulmamış bir övgü,
herhangi bir zerafet, ruhumuza hitap eder. Bazan beklenmedik bir
anda ışık yıllarıyla yol alır ruhumuz. Güzel bir kelime kanat
açar benliğimize, uçurur ruhumuzu ta nerelere... Her insanın
hava ve su gibi ihtiyaç duyduğu en güzel şeylerin arasında
sevilmek, beğenilmek, takdir edilmek gelir. Insan yüz yaşına
bile girse, ruhen hep güzel şeyleri arzu eder...
Duygu
ve düşünce yapısı pozitif olan insanlar güzel bir ruha
sahiptirler. Güzel bir ruh yapısı, güzel bir ahlak yapısıyla
bağlantılıdır. Ruhsal güzellik (iç dünyamızın güzelliği) hiçbir
zaman aynalarda aranmaz. İç dünyamızı gösteren gizli bir alemde
saklıdır, ruhumuzun gerçek yüzü. Ruhu güzel insanlar gözle
değil, kalple görülür. Bazan dış görünümü fazla güzel olmayan
bir insan „mücevher ruhlu” olabilir. Bazan da dünya güzeli bir
fiziki yapısı olan bir insan, çok çirkin bir ruh taşıyabilir.
Böyle insanlar kristal bardaktaki kirli suya benzerler. Kendi
çirkinliklerini bir tek kendileri görmezler. Dış güzelliklerini
perde edip, çirkin ruhlarına, siper ederler. İnsanlar arasında
kişiliği son derece gelişmiş insanlar ruhen her zaman
güzeldirler. Onun içindir ki, çok az insan kendi kendini
aşmıştır. Gölgesini aşan insanlar insanlık tarihinde
sayılıdırlar. Onlara erişebilmek için „yüce ruhlu” olmak
lazım.
Ruh Almanca bir sözlükte şu şekil
tarif edilmiş: “Psyche: Yaşanan ruhsal olan herşeyin tümü.
Duygu, düşünce, istek ve hareketlerimizin hepsinin bütünlüğüne
„ruh” adı verilir” (Pschyrembel: Klinisches Wörterbuch).
Wahrig Deutsches Wörterbuch’da da şunlar yazılı: Duygu,
düşünce ve hareket olarak yansıyan varlıkların iç dünyası...
İnsanların ölümsüz tarafı... İdrak gücü, hayat veren orta
nokta...
İslam
dünyasında ruh daha degişik tarif ediliyor:
Bize göre ruh
Allah’ü Teala’nın nefesidir. Kur´ani-Kerim´de Allah
Peygamberimiz Hz. Muhammed'e (a.s.) hitaben şöyle buyurur: „Sana
ruhu sorarlar, De ki, ruh Rabbimin emrindedir, Size ilimden
ancak pek az verilmiştir.” (Kur’ani Kerim 17/85). Ruh bir
realitedir, fakat onun mahiyetini yalnız Allah bilir, çünkü o
Allah’tan gelmiştir. „Allah, kendi emriyle, kullarından dilediği
kimselere (Cebarili) ruh ile indirir.“ (Kur’an-i Kerim:
16/2).
“İnsanda beden
görünen, ruh ise görünmeyen alem olarak yaratılmıştır.
Görünmeyen aleme günümüzde enerji adı verilmektedir. Eskiden
şems-i mutlak denirdi ve insanın, bu güneşin bir ışın
hüzmesinden ibaret olduğu söylenirdi. (...) Kainatta genel bir
kural olarak, hakikat hayalde gizlenmiş, hayalse hakikata perde
olmuştur. Hakikat tecelli etmezse, hayal ne kımıldayabilir, ne
de konuşabilir“, diyor Lütfi Filiz (Noktanın Sonsuzluğunda).
Şimdi dilerseniz bu ciddi ve sır
dolu düşünceleri bırakıp, Emine Başa ile birlikte Sizi ruh
sokaklarımızda bir fantazi gezisine çıkarayım: Birlikte içimizde
kaç sokak ve kaç mahalle var öğrenelim:
„Acı sokağı,
Aşk sokağı, Başarı sokağı, Bencillik sokağı, Bunalım sokağı,
Cazibe sokağı, Coşku sokağı, Düşünce sokağı, Ego sokağı, Elem
sokağı, Gözyaşı sokağı, Güven sokağı, Hüzün sokağı, İhanet
sokağı, İntikam sokağı, Kaçış sokağı, Kahkaha sokağı, Keder
sokağı, Kıskançlık sokağı, Kibir sokağı, Nefret
sokağı, Neşe sokağı, Pişmanlık sokağı, (...) Sevinç sokağı,
Sıkıntı sokağı, Şefkat sokağı, Utanç sokağı, Yalan sokağı...
(Alfabetik sıraya göre dizilmiştir!)” (Emine Başa,
http://www.gulizk.com/araştırma/darsokaklar.html)
Eğer Emine Başa gibi Siz de iç
sokaklarınızda bazan dolaşıyor iseniz, ve kendi kendinizi
tanımaya çalışıyor iseniz, bu sokaklarda neler görüp, neler
öğrenebilirsiniz, kendinizden bir bilseniz! Şimdi ama Sizi en
güzel sokağa götürmek istiyoruz. Bu sokakların içinde en güzel
ve en korumasız olanına:
„Bazen birbirini kesen, birbirinin
önüne çıkan, birbirinin içinden geçen, bazen de size nerede
olduğunuzu, kim olduğunuzu unutturacak denli labirentlerle,
engebelerle, çukurlarla dolu olan bütün bu sokakların içinde bir
tanesi vardır ki, O, sokakların içinde en görkemli olanıdır. En
coşku vereni, en acı vereni, en tehlikeli olanı, en sevinç
vereni, en heyecan vereni, en güvenilmezi, en korkutanı, en
utanmazı, en kırılganı, en cesuru, en sevişgeni, en bilinmeyeni,
en çılgını, en korkusuzu, en korunaksızı, en tepeden bakanı..en
eni...
Sadece bu sokak insana göze alma
cesareti verir; sadece bu sokak insana hayatın nabız atışlarını
hissettirir; damarlardaki kan, sadece bu sokaktan geçerken
yatağından fırlayacakmış gibi olur; vücut kimyası sadece bu
sokakta değişir; bu sokak keser iştahınızı; bu sokak kör eder
gözlerinizi; aynalar sadece bu sokakta güzel gösterir sizi ve bu
sokakta unutursunuz bütün sevdiklerinizi... Bu sokakta yağmurlar
bir başka yağar; bu sokakta güneş batıdan doğar; bahar bu
sokakta anlar bahar olduğunu; dünyanın bütün kandilleri, bütün
mumları bu sokakta yanar; bu sokakta yıllandırır şarap kendini;
müzik bu sokakta kuşanır en güzel tınıları ve sadece bu sokakta
açar utanmaz gülleri...
Islanmaz
bedeniniz, ısınır yüreğiniz, yeşerir dallarınız, titrer içiniz,
döner başınız, okşanır kulaklarınız ve baştan çıkar bütün
benliğiniz.... Sadece bu sokak korunaksızdır. Sadece bu sokağın
bir bekçisi yoktur. Sadece bu sokak yağmaya açıktır, sadece bu
sokakta hırsızlar dolaşır geceleri ve sadece bu sokak direnir
diğer sokaklara açmaya kendini... O bağımsızlığı sever, O
cesareti sever, O ateş gibi yanmayı ve yakmayı sever...
O, sokağın
girişine astığı tabelanın yerinden indirilmesini sevmez,
tabelaya yazdığı AŞK sözcüğünün üzerinin karalanmasını,
çizilmesini, kirletilmesini sevmez...Yolunuz bir kere AŞK
sokağı'na düşmeye görsün, bir kere keşfetmiş olmaya görün, önce
diğer sokaklar kıskanır sizi... Yolunuzu şaşırtmak için en
olmadık hilelere onlar başvurur, kendilerine dönüştürmek için
en olmadık kumpasları onlar kurar.“ (Emine Başa İstanbul -
29.04.2003,
http://gulizk.com/arastirma/darsokaklar.html)
Güzel bir yaşam hikayesi “ruhsal
bağımsızlık” içerir. Ruhen ilerlemiş, olgunlaşmış, ermiş bir
insana da dünyalar dar gelir, Mevlana’nın yukarıda dediği gibi.
Ruhun şiirsel tanımını Yahya
Kemal’e bırakıp, bir şiirle noktalıyorum yazımı:
Uçuş
Uçmakta, konmadan, kıyısız bir
denizde ruh;
Benzer mi böyle bir kuşa Tufan içinde Nuh?
Üstünde gök, sürekli bulutlarla, yüklüdür;
Altında gür deniz ki ezelden köpüklüdür.
Çalkantısında dalgası bilmez nedir sayı;
Milyonca dalga sürmede milyonca dalgayı;
Hiç durmayan gürültüsü bir türküdür, geniş,
Milyonca haykırış dolu, milyonca sesleniş.
Yıldızlar ülkesinde açıldıkça yükseğe,
Başlar hayal edindiği alem görünmeğe.
Bir ruhu besliyen hava yalnız yukardadır.
Hülyayı daima uçuran duygulardadır.
Yalnız bu katta mümkün olur daimi uçuş.
Her hamlesiyle, ruh, o çelikten kanatlı kuş,
Ufkunda bir dakika görünmeksizin kara,
Hür gökte, hür denizde uçar, hür ufuklara.
Yahya Kemal Beyatlı,
İstanbul - 05.12.2001
(www.gulizk.com
Sayfasından Edebiyat/Kültür bölümünden alıntı).
Hepinize esenlikler diliyorum,
hoşça kalın!
NURAY
LALE, Eğitim ve Sağlık Bilimcisi
info@nuray-lale-institut.de
http://gulizk.com
Bielefeld
- 12.08.2003
|