Yüce dinimiz İslam, insan fıtratı için koyduğu kurallar açısından yararlı ve gerekli bir sistemin adıdır. Sistemin ortaya koyduğu prensiplerin, insanın kişisel gelişimine tıpatıp uyduğu değişik ayetlerde belirtilir:
"Seni yaratan Rabb’in bilmez mi?",
"Yaratan ve bilen ancak Rabb’indir" gibi âyetler, Sistemi organize eden Rabb’in, yarattığı terkipsel oluşumlarla olan yakın ilgisini vurgular. Bizdeki özellikleri en iyi bilen yine bizdeki Rab’dir. Sistemi organize ederken de özellikle insanın fiziki ve ruhi yönünü bir bütünsellik içinde ele almış ve de o şekilde algılanmasını dilemiştir diyebiliriz.

Bir çok terkipsel özelliğe sahip olan insanın bir yönü de "cinsel oluşum ve gelişim" sürecidir. Sistem içinde gelişim gösteren cinsellik, elbette ki İslam’ın red konusu olamaz.
Bilâkis bir realitedir. Bizzat Kuran’da, farklı cinsler arasında oluşturulan bir cazibe unsurunun varlığı vurgulanmaktadır.

Bununla birlikte dinimiz, ergenlik çağıyla birlikte gelişim gösteren “iffet,namus, edep...” ve bu gibi ahlak prensiplerinin sınırlarını da çizmektedir.
Tam bu noktada, Psikanaliz düşüncesine baktığımızda ise
dikkâtlerin özellikle birtakım cinsel objeler üzerinde yoğunlaştığını çok açık bir şekilde müşahede edebiliriz. Bunu IQ'su düşük bir insan bile fark edebilir. Psikanaliz düşüncesinde insan, farklı bir şekilde tanımlanır. Her şeyden önce, psikanalistlerin insanın
ruhi yönünü gözardı ettikleri anlaşılmaktadır. İnsan faktörü sadece fizik beden olarak ele alınır. İhtiyaçlar konusunda sadece fizik bedene hitap eden tanımlamalar yapılır. Bunlar da bilimsel bir
bir maske altında gizlenerek, insanın bedenselliğe yönelmesi bir şekilde amaçlanır. İsterseniz, bu arada ufak bir tespit de düşüncenin fikir babası olan Sigmund Freud'dan yapalım:
Freud'a göre kişilik; İD, EGO ve SÜPER EGO olmak üzere birbirine bağlı üç bölümden oluşur. İD' de zevk prensibi egemendir. EGO ve SÜPER EGO’DA ise insanın ahlaki değerleri saklıdır. İşte bahsetmek istediğim düşünsel sapma tam bu noktada başlar. Şöyle ki:
En azından, insanı kişilik yönünden geliştiren etkenlerin
Ego ve Süper Ego’daki ahlak, din, hukuk gibi faktörler oluşu gözardı edilmektedir. Bu faktörlerin sadece kişisel denge faktörü olduğu lanse edilir. Buna karşın, zevk prensibinin, yani cinselliğin yer aldığı bilinçaltı ise büyük ölçüde öne itilerek insanın kişilik özünün bilinçaltı olduğu belirtilir. Bir başka deyişle, Psikanaliz’de
insanın kişilik oluşumunda etkin gücün "Libido" olarak tabir edilen cinsel enerji olduğu imajı verilir. Libido’nun gelişime bir şekilde katkısı olabilir. Ama, etkinlik sadece buna indirgenmemelidir.

Kısacası; Psikanaliz ve benzeri düşünce şekilleri kanımca
zihni bulandıran, insanı beyin ve ruh gücünü ortaya çıkarıcı çalışmalara karşı perdeleyen, bozuk ve sapkın düşünce sistemleridir. Etkileyicidir. Ama bir o kadar da tehlikeli bir bilimsel maske niteliği taşır.

Eğer insanoğlu yaratılış sistem ve düzenini fark eder ve
okuyabilirse ve dahi kozmik bilinçle özdeşleşebilir hale gelirse, işte o zaman belki de ne hipnoza, ne serbest çağrışıma ne de Rüya Analizi gibi teknik uygulamalara ihtiyaç bile kalmayacaktır. Bu da ancak, demin de belirttiğim gibi, fizik beden boyutunun
şartlarından sıyrılıp, ruh boyutunun zamansız ve mekânsız ikliminde yer almakla hissedilebilir ve de yaşanabilir. Aksi taktirde, bilincin kendini fizik beden şartlarından soyutlayamaması nedeniyle kendini et-kemik beden olarak kabullenme şartlanması oluşacak, bunun sonucunda da birtakım duygusal bunalımlar, cinsel sapmalar, sendromlar insanlar için kaçınılmaz bir hal alacaktır.

Yazımı tarihi bir olayı vurgulayarak bitirmek istiyorum:
Yer Hiroşima... Tarih 6 Ağustos 1945. Atılan atom bombasının etkisiyle şehrin 10 km2’ lik bölümü yerle bir olur. Ölüm hadisesi ilginç ve bir o kadar da ibret vericidir. Şöyle ki:
Atom bombasının patladığı yerde hava şiddetle ısınır ve
büyük bir sarsıntı oluşur. Bu meyanda, masum halkın kafasında şöyle bir düşünce şekillenir: “ Bir an önce evlerden dışarı kaçmalıyız. ” Ama bu düşünce bir yanılgıdır. Ölüme bilerek adım atma sayılır. Çünkü, sarsma ve sıcaklığın etkisiyle bunalan ve tedirginleşen halk, bu hareketi bir kurtuluş çaresi zannetmiş ve atom bombasının gerçek yüzünü acı bir şekilde görmüştür. Evet, bu zavallı insanlar, radyoaktif ışınların kurbanı olmuşlardır.
İşte bu olayda gerçek, nasıl yanılgıya dönüşebiliyorsa,
Freud'un düşünce sistemindeki sapma da o kadar yoğundur. Maalesef, Freud’un bu görüşü ortaya atması, kokaini dünyaya harika ilaç olarak yaymasıyla eş değerdir.

Her bilim dalında ortaya çıkabilen bu türlü düşünsel
sapmalarla, bizzat bilimin kendisi mesul tutulmamalıdır. Evet, psikoloji bilimi müsbet gelişimleriyle birlikte dimdik ayaktadır ve hızla gelişmeye de devam etmektedir. Tasavvufta “ NEFİS ”
olarak ifade edilen “ BENLİK BİLİNCİNİN ” özelliklerinin tespit edilmesinde ve de sırlarının açığa çıkarılmasında önemli bir yere ve saygınlığa sahiptir. Yani Psikoloji, bir bakıma nefsin tahlil laboratuvarı işlevini görmektedir diyebiliriz. Bizler için önemli olan husus da, bu bilimin ve diğer bütün bilimlerin, insanlığın faydası istikametinde uygulanabilmesidir.

16.09.2002
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail