İletişim -3-


 

Bir insanın hayat sürecinde izlediği tüm seyir (düşündükleri, yaşadıkları, iletişimde oldukları vs.), en küçük kabul edilen kesitleri dahi eksik olmamacasına zihninde kayıtlıdır. "Bellek" de diyebileceğimiz taşıyıcı platform sayesinde tüm bu veriler sonsuza kadar kişinin izafi benliğini devam ettirmesini getirir. Bellek dalgaları kişiyi başkalarından ayıran tüm zihinsel verilerini ihtiva eder.

Bellek sözcüğü "bellemek" ( kavramak, değerlendirmek ) fiilinden gelmiştir. Varlığın ayrılmaz; ancak özelleşmiş, yoğunlaşmış manyetik alan kümelenmelerinden oluşması, bir insanın tüm bu dalga boylarıyla rezonansa geçebilecek yapısı ele alındığında alıcılarını döndürdüğü her yerle ilişkiye geçme şansı bulunduğunu gösterir. Bilimsel veriler ışığında (özellikle kuantum fiziği, hologram prensipleri ve beynin nöro fizyolojik yapısı ile ilgili araştırmalar) teoride de olsa bunun böyle olması gerektiği ispatlanmıştır. Eğer bir insan kendini dış dünyadan ayıran sanal sınırları yıkabilir (yıkmaya istekli olabilir) ise suyun, bulunduğu kabın şeklini alması misali, iletişime geçtiği her şeyi o şeyin kendisi gibi algılaması kolaylaşacak demektir. Tabii bu noktada zararlı ve saptırıcı bazı frekanslarla karşılaşması da olasıdır. Bunlardan sakınmak için tek çıkar yol sağlam bir ilim, ayet ve hadisler istikametinde korunma faktörlerini kalkan olarak kullanmaktır.

İletişim, tanımlama, kavrama gibi insanın şuur varlık olmasının temel kriterleri ile alakalıdır. Yoksa algılanan şeyin sahasına geçilirken sakınca doğurabilecek bazı durumlar da var. Sınırlarından kurtulmaya çalışırken başka bazı sınırlara dahil olmak; saplantılara, alışkanlıklara vazgeçilmezlere girmek yahut sanal değişim rüzgârları içinde savrulmak gibi tehlikelerdir bunlar... Sırat köprüsü benzeri bu yolda aklın ve dinin kişi için uygun gördüğü, daha çok girilen hallerle kayıtlanma olmaksızın "bürünme" vasfının kullanılabilmesidir. Amaç asla araç ile karıştırılmamalıdır.

Her şeye rağmen, kendi içinden gelenleri dahi kolay kolay kontrol edememe noktasındaki bireyin dışarıdaki uyarıcıları kabullenmesi uzun, meşakkatli bir süreç... Ancak bu zorlukları iç/dış ayrımını ortadan kaldırabilecek bir tutumla hazmetmek mümkün görünüyor. Sonuçta başımıza gelen olayların, seyir penceremizden izlediğimiz değişken yüz ve tavırların kaynağında süzülmesi, mutlak iradenin eserleri olarak ilk karşılamada gafletten arı bir perspektifle kabullenilmesi ve daha sonra şartların gerektirdiği tepkilerin verilmesi zaruri...Aksi halde, dışlayan yahut dışlanmış hisseden, iletişimi başarabilen veya ipleri koparan kim olacak dersiniz? İlişkilerimizde anlaşılması son derece güç olan bir genel yaklaşım tarzı da dün çok beğenilen, iyi bulunan şeylerin bugün tukaka edilmesi. Dünkü değerlendirmelerin yanlış olduğunu, bugün gerçeklerin ortaya çıktığını iddia eden bir kişiye söylenecek ilk şey: "Dün şuursuz olarak doğru bulduğun şeyi, bugün  yanlış buluyor isen, bugünkü değerlendirmenin de şuurlu olmasından şüphe etmen makul"  olacaktır.

Geride bıraktığımız "Merkür Rötarı" döneminde "İletişim" konulu bir yazı dizisi hazırlamak belki uygunsuz bir yaklaşım olarak görülebilir. Ancak, yazıda geçen konuların sağlam ve konusunda kaynak kabul edilebilecek kitaplardan ve kabul görmüş bilimsel araştırmalardan yola çıktığını, ayrıca pek de yeni fikirler ihtiva etmediğini düşünecek olursak bu dönem belki de tam aksine, uygun olan zamandı. Yine de  muhtemel yanlışlar için okurların hoşgörüsüne sığınarak sadece bildiğimiz, izlediğimiz konularla ilgili bir beyin egzersizi olabilmesi açısından kaleme alındığını söylemek isterim. İletişim dolu günler dileğiyle...

İstanbul - 21.12.2004
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail