GÜL SENDE GÜLE TALİBİZ..
KİMİMİZ YERDE ZERRE,KİMİ GÜNEŞ,
KİMİ GÜLDE ŞEBNEM,KİMİ DİKEN GİBİYİZ
LAKİN BİLİRİZ BİZ BU YOLDA,BU GÜLŞENİN
DOSTLARININ KITMîRİYİZ...

Selamün Aleyküm Değerli Kardeşlerim;

Mevlana’nın bir sözü ile başladık yine. Kısacık cümlelerde anlatılan dünyalar vardı O’nda. Bir yola çıktık sizlerle. Allah gönül genişliği verirse eğer, hep birlikte sevgi öğretmenlerine dair ufak formüllerle ilerliyoruz. Talibiz Allah ve Resul sevgisine. Çünkü, ancak Onları severek çıkabiliriz imtihanlarımızdan,
Onların sevgisinin gücüyle omuzlarımızdaki ağırlıklar artık yük olmak yerine, hikmetini sorguladığımız cennetlerimiz oluverir.

Bu hafta seçilmiş bir hanımefendiyi anlatmaya çalışacağım,belki de anlatması  en zorlardan birini. Bu hafta misafirimiz Resul’ün Annesi Hz. Amine (R. Anha)

Ruhlar Arasındaki Yarış:
Haluk Nurbaki der ki; Ruhlar Aleminde Peygamberimizin dünyaya intikali murat edildiğinde bir yarış başladı. Niyaz yarışıydı bu. Her ruh kâinatın Efendisinin annelik makamını kapmak için yalvarırlarken, O’na anne olmak şerefi Hz. Amine’ye verildi. Bu çok özel bir hikmetti; en temiz, en müstesna ruh seçilmişti.Fakat yakarış bitmemişti. Eteğinin tozuna dahi yakın olmak niyazları bitmezken, ikinciler, üçüncüler, dördüncüler de seçildi yarışmada. Hz.Halime,Hz.Şifa,Hz.Ubeyde,

Hz. Ümmü Eymen ikinci derece ikramiyeleri kaptılar...

Amine’nin Bahçıvanları:
Kâinatın Efendisine anne olabilmek; o nuru içinde taşıyabilmek için tertemiz arınmış bir soya ihtiyaç vardı. Öyle bir soy gelmeliydi ki, o mayada tek leke olmamalıydı. Bu yüzden Hz. İsmail’in oğlu, rüyasında bir kızla evleneceğini gördü. Fahire ismindeki bu kızı bulabilmek için yıllarca çölde aradı. Rabbimiz dileseydi Fahire’yi O’nun yanı başında yaratabilirdi, ama bu arayış, ilerdeki görevin büyüklüğünü anlatmak bakımından gerekliydi.Yeni bir nesil üreyecekti. Hz. Berre’ye gelene kadar arayışlar sürdü. Hz. Berre’nin soyu arına arına Âlemlerin Efendisine anne olmaya hazırlanırken, bir yandan da Haşimî soyu arınıyor ve Âlemlerin Efendisine baba olma şerefine ulaşıyordu.

İşte bu üstün laboratuarda arınan Mekke’den Vehep  ile Berre ismindeki iki yüksek şahsiyet  evlendiler.

Vehep de Berre de kişilik olarak merhametli, cömert, yardımsever, saygın kişilerdi. Aslında en baştan beri anlattığımız sevgi öğretmenlerimizdeki ortak husus da bu. Her biri kendi kendine yeten ve bulundukları dönem içerisinde toplum tarafından sayılan değerlere sahip kişilerdi. Bu iki seçkin insanın evliliği de seçkin ve onurlu oldu. O kadar mutlu bir evlilikleri vardı ki; herkes Onlara gıpta ile bakıyordu. Allah rızası için koşan, etraflarında herkese hiçbir ayrıcalık gütmeden sıcak davranan bu harika iki insan, çevrelerinin dert ortağı, sığındıkları yuvası, öğretmenleri ve dostu olmuşlardı.

 

Sabredenlere İnce Bir Mesaj:

Birbirleri için yaratıldıklarının farkında olan ve bunun hakkını veren bu mutlu çift, ne yazık ki; uzunca bir zaman çocuksuz sürdürdüler bu evliliği. Çocukları çok seven Berre bu sevgisinin de Rabbinin gönlünü kıracağını düşünür ve bir çocuğu severken hep “Ben küçük çocukları sevmezsem Rabbime karşı ayıp ederim. Ama fazlasıyla seversem acaba bana niye vermedin diye Allah’a bir sitem mi olur bu sevgim?” diye düşünürdü. Doyasıya çocuk sevemedi. “Acaba isyan mı olur halime?” diye. Allah’ın kaderine elbette karşı koyamayız, ama O’na karşı sabretmeyi bilmeliyiz. İşte Berre; bu sabrı en nazik şekilde yerine getiriyordu

Coşturan Müjde:
Bir gün Berre’den eşine kutlu müjde geldi. Hamileydi. Evde bayram havası yaşandı. İki eş de devamlı surette Allah rızasını konuşur, infak eder, merhamet ederlerdi çevrelerine. Mutluluktan ışıl ışıldı yuvaları. İşte bu yuvaya onca yardım edilen garibin duasının yüzü hürmetine bir nur hediye ediliyordu. Hepimiz gariplerden, yetimlerden, kimsesizlerden dua almaya bakarız. Biliriz ki, onların duaları hicapsız yükselir Rabbimize. Nasıl ki bedduaları yıldırım hızıyla yükseliyorsa, ettikleri dualar da anında karşılık bulur. İşte bu iki kutlu eş de onca garibe açtıkları kapılarıyla ve gönülleriyle bu müjdeyi hak etmişlerdi. Fakat hamilelik ilerleyip son günlere yaklaşıldığında, Berre’yi de bir hüzün kaplamaya başladı. Arabistan gelenekleri meşhur... Her doğacak bebek, erkek bekleniyor; kız çocuk, aşağılanma ve utanç demek. Berre ve Vehep ise toplumun bu saçma önyargısına karşı olsalar da daha önce bu konuyu aralarında hiç konuşmadıkları için, Berre belli korkular hissetmeye başlıyordu.

Devrim Yapan Adam:

Eşinin bu halini gören Vehep, ona yaklaşıp ”Ne oldu neden üzgünsün? Biz bu bebeği çok istememiş miydik, ne kadar dua etmiştik hayırlı bir evlat için. Şimdi neden mahzunlaştın,

yoksa hasta mısın?”  diye sorduğunda Berre: ”Hayır, ben sadece korkuyorum ya kız doğurursam!..”

Sorusuna aldığı cevap, o adamı neden bu kadar sevdiğinin de cevabıydı. Çünkü Vehep, sevilmeyi ve bir ömrü paylaşmayı en çok hak eden kişiydi. Şöyle dedi eşine: ”Seninle bunca sohbetimize, bunca gönüldeşliğimize rağmen, nasıl bunu düşünürsün? Kız-erkek benim için fark eder mi? Her ikisi de Allah’ın bize emaneti değil mi?Sana yemin ediyorum, benim için asla bir fark olmayacak hayatım boyunca” diyerek eşini rahatlatır. Sözünü de tutar. Doğum anı gelip eşi doğurunca kendisine yaklaşıp kısık ve ezik bir sesle: ”Kızınız oldu” diyen ebeye ve etrafındakilere “Hemen kazanlar kurulsun, bütün Arabistan’a ziyafet veriyorum. Koyunlar, develer kesilsin. Rabbim en narin hediyesini yolladı” diyerek, adeta bir devrim yapmıştır. O zamanki Arabistan geleneklerinde kız çocuğuna ziyafet vermek, onca koyun, deve kurban etmek o kadar ters bir şeydi ki, herkes şaşırdı. Hemen kızını alıp Abdulmuttalib’e götürdü, kapkara gözlerle sımsıcak bakan bebeğine isim koysun diye. Mekke Site Devleti Cumhurbaşkanı Abdulmuttalip de: “Bunun adı Amine’dir”  dedi ve sonra kavmine “Ey kavmim ben Vehep kadar onurlu haysiyetli birini daha görmedim. Kız çocuğunun doğumuyla ziyafet verdi, bu tüm gelenekleri yıkmaktır“

Amine Annemiz dünyaya geldiğinde, kadınlık çağ atladı. O zamana kadar, doğduğunda bir süprüntü muamelesi gören, diri diri gömülen kız çocukları, Vehep’in kutlu şahsiyetiyle değer kazandı. İtilip kakılmaktan kurtarıldı.

Büyük Şaire:
Hz. Amine, küçük yaştan itibaren farklıydı. Peygamberin annesi böyle şekillenirken babası da annesinden dört yıl önce dünyaya gelmiş ve İlahi terbiyedeki yerini almıştı. O’da farklıydı, güzeldi, özeldi.Bu arada Amine Annemiz, çok güzel şiirler yazmaya başlamıştı. Henüz dört yaşından itibaren konuşma kabiliyetinin gücü şiirleri kendine hayran bırakmaya başlamıştı.Hali vakti iyi bir ailenin kızıydı, çok güzeldi. Tarihi kaynaklardaki tarifinde, siyah gözlerinin olduğundan, pembemsi ama soluk bir simasının olduğundan bahsedilir. Talipler olsa da O bunlara sıcak bakmıyordu. Her an Rabbiyle beraberdi.

Sevginin Işığı:
Dalından düşecek bir yaprak bile saatini bekler. Her şey ezelde yazılan vakitte ve yerde cereyan eder. Onda da vakit gelmişti artık. Âlemlerin nuruna anne olma vakti.Tüm evren bu hasretle yanarken Amine ve Abdullah karşılaştılar. Ezelde yazılmıştı bu sevgi onlara. Görür görmez her ikisi de “İşte aradığım bu ” sesini yüreklerinde hissettiler. Abdullah eve gitti ve babasına yolda gördüğü kıza talip olmak istediğini belitti. Araştırınca bir de baktılar ki, adını koyduğu bebek, çığır açan bebek, oğluna eş olacak.

Vuslat ve Ayrılık:
Evlendiler. Çok mutlulardı, ama Rabbi doğacak olan bebeği kendi terbiye etmek istiyordu. Bu yüzden henüz iki aylık hamile iken Amine eşi vefat etti. Dünyasının yıkıldığını sandı. Gözüne bakmaya kıyamadığı,tüm ömrü beraber geçireceğine inandığı eşi O’nu bırakıp gitmişti. Öyle bir ateş sardı ki ruhunu, o acı ateşine ne bebek ne de beden dayanabilirdi. Oysa o bebek âlemlere rahmet gelmişti. O sırada bir mucize oldu. Karnındaki cenin, O’nun tüm hüznünü alıp gitti. Dayanma gücü verdi ve rüyalar başladı. Karnında büyüttüğü yavrusunun kim olduğu, O’na her an çeşitli şekillerle işaret ediliyor ve hüznü için bir merhem sürülüyordu yarasına. Artık farkındaydı O. Çok özel bir çocuk gelecekti dünyaya ve O’nu taşıma şerefi,kanıyla, sevgisiyle besleme ayrıcalığı kendine verilmişti. Abdullah’ı gitmişti, ama ardında dünya güzeli bir armağan bırakarak. Doğuma az bir süre kala, bebeğinin adını da aldı gizli bir sırla. MUHAMMED olacaktı. O güne kadar Arap yarımadasında duyulmamış bu ismi O’ na Rabbi seçmiş ve annesine iletmişti. Bin bir mucize yaşıyordu Amine, her an her dakika kutlu müjdeler, sevinçler, pırıltılar doluydu hayatında artık. O an gelip de evladı doğduğunda Abdulmuttalib’e götürüp bebeği yavaşça kulağına fısıldadı  “Adı MUHAMMED” diye. Ama, O da doyamadı Muhammed’ine. Önce süt annelik yapılması ve daha iyi büyümesi için uzaklaşması gerekti ciğerparesinden. Bağrına taş basa basa Abdullah’tan sonra, şimdi MUHAMMED’İN den de ayrı kalmak mecburiyetindeydi. Ama anneydi O, hem de âlemlerin nurunun annesi. Bağrına taş basıp verdi Halime’ye O’ nu. Ayrılık iki yıl sürdü. Tek yavrusu büyüsün de, tek ona bir şey olmasın da Amine çekerdi hasreti. Çünkü O daha bebekken karnında, rüyalarla şöyle denmişti: “Sen evrenlere büyük bir hayır getiriyorsun, kâinatın en yücesi senden doğacak.” O halde, katlanmalıydı bu ayrılığa.

Gönlün Mekke’si:
Hz.Amine yüreğindeki hüzünler, yorgunluklar ve hasretler sonucunda bize bir mesaj bıraktı. Bu mesajı Hz. Amine’yi anlatan Nurdan Anneler ismindeki kitabında Haluk Nurbaki şöyle tanımlar: “Bu kadar hasrete rağmen, ben bir an olsun Allah’tan gafil olmadım. Allah bana bir şair gönlü verdiği için çok mutluyum. Çok ince bir gergefte işlenmiş gibi benim gönlüm. Eğer siz hakikâtte benim nazlı yavrumu anlamak isterseniz, O’nun sevdası eğer kalbinizdeyse hiçbir şey için üzülmeyin. Bilin ki fahri kâinat var, Muhammed var, hiçbir şeyde hüzün yok. O ışık âlemleri aydınlatmaya devam edecektir. Eğer siz gönlünüzde MUHAMMED sırrını bulabilirseniz, işte o zaman gönlünüzün Mekke’sini fethedersiniz. Putlarınızı yıkarsınız.”

Vedası:
Sevda odur ki, her şeyi uğruna feda edeceksiniz. “Sen sağlıklı ol da ben hasretine dayanırım” diyen o yüce gönüllü hanım, bir seyahat esnasında yavrusunun yanı başında vefat etmeden çok kısa bir süre önce, kişiliğini ve dindeki anlayışını en güzel ifade eden şu sözlerle ayrıldı fani dünyadaki rolünden:

“Her doğan ölecek, her yeni eskiyecek
 Her açan çiçek solacak, bütün zahirde
 Var olan şeylerin hepsi Allah’a dönecek
 Bende öleceğim, ama ben ebediyen yaşayacağım
 Çünkü kâinatın gözlerini açacak nuru
 Doğurmak şerefi bana verildi. Senin gibi bir evlat bırakıyorum ardımda”

Son sözleri “MUHAMMED” oldu Amine Annemizin. Bu kelime, aslında kelime-i Şehadetin başka bir yansımasıydı. Kelime-i Şehadeti tebliğ edecek olan Muhammed ise O’nu doğuran annenin şehadeti elbet “Yavrum, Muhammed’im” demek olacaktı. Belki de batın aleminde ilk mümin, Amine oluyordu bu sözle!..

Bırakıp çekiliyordu bebeğini. O’nu asıl terbiyecisine emanet ediyordu, gözü ardında kalmadan ve O yüce terbiyeci cevabı bizlere Duha suresiyle veriyordu: “BİZ SENİ YETİM BULUP BARINDIRMADIK MI..?” Ne gam yetimlere, ne gam kimsesizlere, ne gam açlara, bîçarelere ALLAH’IN VAR NEYİN YOK; ALLAH’IN YOK NEYİN VAR ?

Bugün adı Muhammed olup Muhammed’den gafillere, adı Amine olup, onu hiç bilmeyenlere ve gönül kabelerini putlarla dolduranlara ithaftır Amine annemizin sözleri. Hadi devirsenize bir bir diktiğiniz,önünde secde ettiğiniz, sıkışınca da harcamaktan çekinmediğiniz değerlerinizi.Bunu başardığımız anda Muhammed sırrına vakıf olacağız emin olun.

ALLAH BİZE YETER değil mi kardeşlerim?

Yeni bir sevgi öğretmeninde buluşmak üzere hepinizi Allah' a emanet ediyorum...

arzum_gurel@mynet.com
Yozgat - 10.06.2003
http://gulizk.com


Üst Ana sayfa e-mail