Birisi "Biz nasıl hayâl ve görüntü oluruz? Kimimiz mutlu, kimimiz mutsuz. Kimisi sıkıntıda, kimisi rahatta. Kimimiz hâkim, kimimiz mahkûm. Bazısı konuşur, bazısı su­sar v.b. Sıkıntı ve elem nasıl hayal olur? Zevk ve rahat nasıl görüntü olur?" diye sorarsa; cevap: “Ey kardeş! Sen hiç rüya görmemişsin. Rüyanda böyle şeyler görmedin mi? Rüyada birini döverler, o kimse sıkıntı ve zahmet içindedir. Birini okşarlar, o kimse hu­zur ve rahattadır. Birini öldürürler, birini padişahlık tahtına oturturlar v.b. Rüyada bun­ların hayal ve görüntü olduğunda şüphen olmasın. Hayal ve görüntü olmakla birlikte, ki­misi sıkıntı ve zahmet, kimisi rahat ve huzur içindedir. Bazısı hâkim, bazısı mahkûmdur. Âlemi de böyle bil. Her ne kadar kimisi sıkıntı ve zahmet, kimisi zevk ve rahat içinde, bazısı hâkim bazısı mahkûmsa da, tümü hayal ve görüntüdür. Hepsi uyku­dadırlar ve rüya görürler. Âlemin tümü hayal içinde hayal ve uyku içinde uykudur. Rüyada gördükleri hiç bir şey kalıcı değildir, insanlar uykudadırlar, öldüklerinde uyanırlar."

Kim uykusunda bir şeyler görürse, gördükleri hayal olsa da hayal, bir hakikate delâlet eder. O hakikate ulaşmak için o hayalden geçip, o hakikatten haberdar olmaları gerekir. Rüya tabircisine, insanları rüyada gördükleri hayalden geçirtip, o hayalin hakikatine ulaştırdıkları için rüya tabircisi derler. Aynı şekilde bu âlem tümüyle hayal ve görüntüdür. Ama bu hayal ve görüntü bir hakikâte delâlet eder. O hakikat, Yüce Allah'ın varlığıdır. Şu halde o hakikâtten haberdar olmak için bu hayal ve görüntüden geçmeleri gerekir. Bilginler, tabircilerdir. Zira insanları bu hayal ve görüntüden geçirir, Allah'ın varlığı olan hakikâtten haberdar ederler. Bu hayal ve görüntüye yüce Allah'ın varlığının alâmeti olduğu için “âlem” demişlerdir.

Bil ki bilginler bu âlemi denize, bu âlemin hallerini de deniz dalgasına benzetmişlerdir. Ona benzer de. Çünkü her an yeni bir suret belirir, her saat başka bir şekil meydana gelir. Hiçbiri kalıcı değildir, ilk suret henüz tamamlanıp istikametini bulmadan başka bir suret belirir, o ilk sureti yok eder. Bazıları bu âlemin hallerini rüyada görülen şeylere de benzetmişlerdir. Ona benzer de. Çünkü bu âlemde bazı şeyler görünür, insanlar o şeylere gönül bağlarlar ve bir saat sonra onları görüp bulamazlar.

Ey Allah yolcusu! Bilginlerin bu dediklerinde kuşku yoktur. Ama böyle olmakla beraber, ne kadar bu âleme gelirlerse, gönülden bağlanarak bu âleme aldanırlar. Bu nedenle belâ, fitne ve sıkıntılara düşerler. Çeşitli azaplara uğrarlar. Manevî ateşlerle yanarlar. Kimisi ayrılık ateşi, kimisi üzüntü ateşi, kimisi kıskançlık ateşi, kimisi ihtiyaç ateşi ile erir ve feryat ederler. Oysa dünyanın hiçbir şeye değmediğini bilmezler. Çünkü uykudadırlar ve rüya görürler. Rüya gördükleri hiçbir şey kalıcı değildir, "İnsanlar uykudadırlar, öldüklerinde uyanırlar".

Sana olan nasihatim bundan fazla değildir. Bilesin ki, bütün belâ, fitne ve türlü azapların sebebi dünya sevgisi ve dünya ehline duyulan sevgidir. Bu sözü yalnız sana değil, kendime de söylüyorum. Ama kendimi, sen ve tüm insanları mazur görüyorum. Çünkü bu âlem son derece büyüleyicidir. Bazıları onun sihrine aldanırlar. Bazıları ise dünyayı dünya olduğu için tanırlarsa da, onun sihrine aldanmazlar. Ancak zorunlu olarak ona muhtaçtırlar, ihtiyaç dolayısıyla karaktersizle konuşmak, habersizlerle birlikte olmak gerekir. Hangi azap, bilenle bilmeyenin, âlimle cahilin sohbet etmesine benzeyebilir? Onlarla sohbet etmezlerse, bu âlemin işini halledemezler. Hatta âlimler, domuz ve ayıya hizmet etmedikçe bu âlemde barınamazlar.

Ey yolcu! Madem ki geldik, akıllıca davranıp razı ve teslim olmalıyız. Ola ki bu hunhar canavardan selâmetle kurtuluruz. Çünkü ağlayıp sızlanmanın faydası yoktur.

Bodrum - 28.01.2003
hilbira@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail