1.Bölüm

Picasso’ya ortada bir masa, üzerinde bir sahne maketi, bir tarafta bir çekiç ve kırılmış bir kol bulunan ünlü Office tablosunun psikanalitik yorumunu yaparlar:
“Bu bir ödipal sıkıntının tezahürüdür. Sahne hayatı, hayat oyununda sıranın sizden oğlunuza geldiğini simgeliyor; Kral Oedipus gibi, o sizi öldürmeden, siz onu çekiçle öldürmek istiyorsunuz fakat yapamıyorsunuz, kolunuz kırık kalıyor”.
Ünlü san’atçı muzipçe gülümser ve cevap verir:
“San’at tabiattan önce gelir. Bunlar sizin fantezileriniz, ben sâdece yaratmak için yaratıyorum”.

GİRİŞ ve TEMEL KAVRAMLAR

Sözlüklere ve ansiklopedilere bakıldığında, transcendence veya transcendency (transandans) kelimesinin “transandantal olma”, transcendental (transandantal) kelimesinin ise “üstün, faik”, felsefî kullanımda “deneyüstü, tecrübeden üstün olan, fizikötesi, tabiatüstü, doğrudan tecrübeyi aşan ama rasyonel bilgiye karşı olmayan” şeklinde tanımlandığı görülmektedir. Transcendent (transandan) kelimesi ise “üstün, faik, insan aklından üstün, sıradan yaşantının sınırlarının ötesine taşan veya onu zorlayan”, Immanuel Kant’ın felsefesindeki kullanımıyla “mümkün olan bütün tecrübe ve bilgilerin ötesinde olan” gibi anlamlarla karşılanmaktadır.

Çağdaş psikoloji kavramının oluşmasında da büyük katkıları olduğunu bildiğimiz Kant, transandantal ve transandan kavramlarının farkını önemle vurgulayarak, felsefenin transandan değil transandantal olması gerektiğini savunmuş, fakat eserlerinde bu iki kavramı zaman zaman kendisi karıştırmıştır.

Türkçe yeni yayınlarda, aşmak kökünden türetilerek, transandans karşılığında aşkınlık, transandan karşılığında aşkın kullanılmakta, transandantal karşılığında da aynı kelimenin istimali ise kavram karmaşasına yol açmaktadır. Ben, bu sebeple, bu makalede söz konusu yabancı kelimelerin Türkçe okunuşlarıyla tefekkür etmeyi tercih ettim. 

Creation (yaratılış) kelimesi aynı sözlüklerde ve ansiklopedik kaynaklarda öncelikle dinî anlamda, sonra beşerî plânda izah edilmektedir.

Creativity (yaratıcılık) ise hem bu bağlamda, hem de artistik ve bilimsel anlamlarıyla anlatılmaktadır. Gerek Tevrat’ta, gerekse Kur’an’da Allah’ın insanı kendi ruhundan üfleyerek yarattığı söylenmekte, İncil’de de “Tanrı Ruh’tur” ifadesi yer almaktadır. 

Kur’an’da, İnsanoğlunun ruhun ne demek olduğunu kavrayamayacağı açıkça ifade edilmekte, üç büyük dinde de Ruh ve Tanrı mefhumları (notions) son derecede iç içe anılmaktadır. Hakikî ve tek yaratıcının Tanrı, İslâmî ifadeyle Allah olduğu, yaratma “becerisinin” sâdece onun için düşünülebileceğini öne süren bâzı kişiler, insanoğlu için bu terimlerin kullanılmaması gerektiğini vurgulamakta, bâzısı bunun “günah” olacağını dahi iddia etmektedir.

Halbuki, adını ne koyarsak koyalım, eğer bir ulu yönetici varsa ve zâten her şeyi o yaratıyorsa, gene onun bir mahlûku (yaratığı) ve, üstelik de, en şereflisi (malûm, insandan “eşref-i mahlûkat” diye bahsedilir) olan insan için yaratmak fiilini kullanmanın hatâlı olması fikri kendi içerisinde çelişiktir.

Yerine kullanılacak başka bir kelime olmadığına göre, insan için “yaratıcı” ve “yaratma” terimlerini kullanmanın ne dinî ne de mantıkî bir mahzurunun olmadığı kanaâtindeyim. Ben, bu sebeple, bu makalede söz konusu yabancı terimlerin karşılığı olan Türkçe kelimelerle tefekkür etmeyi tercih ettim.

Andreasen, yaratıcılık sürecini dört ana başlık altında inceler:

1) Gerçeklikten kopma ve farklı bir ruh hâline girme;
2) Kendisini bir ilham perisinin tesiri altındaymış gibi hissederek, yaratıcılık esnâsında âdeta bir kendinden geçme, bir nev’î transa girme;
3) Çoğu san’atçının “yürürken bile kafam hep meşgûldür” gibi cümlelerle ifade ettikleri bir zihin yapısına sahip olmaları;
4) Gene çoğu san’atçının “Sanki ben görünmez olup her şeye tepeden, dışarıdan bakabiliyorum” gibi cümlelerle ifade ettikleri yaşantılarının olması.

Yazarlar, ressamlar, şâirler, besteciler ve diğer san’atçılar, yaratma sürecine girerken, gerçeklikten uzaklaştıklarını hissettikleri bir ruh hâline girmektedirler.

Bu üstün konsantrasyon, kendinden geçme hâliyle mistiklerin vecd yaşantıları,fenomenolojik açıdan büyük benzerlik göstermektedir. Psikiyatrik bir perspektifle konuya bakılacak olursa, bunlar tamamen dissosiyatif yaşantılardır. Patolojik dissosiyasyondan en önemli farkları da, “bu dissosiyasyonların assosiyasyonla sonuçlanmasıdır”.

Başka bir ifâdeyle, yaratıcı dissosiyasyon bir finaliteye, hattâ teleolojiye sâhiptir ve bir eserin ortaya çıkmasıyla nihayet bulur. Yaratıcılık akılcı-mantıksal bir süreç değildir.

İstanbul - 26.02.2002
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail