Memleketimizin Yakın İstikbâli

Günlerdir İnternet’te dolanan, bir sürü kaynaktan gelen aşağıdaki satırları başta pek ciddiye almamıştım ama biraz tahkik ettikten ve hemen bütün medyadan duyduktan sonra yazılanların doğruluğu teyit edildi. Konumuz, yeni konuğumuz, ABD Türkiye büyükelçisi Eric Edelman. Pekâlâ, kimmiş bu kişi?

«1) Ukrayna göçmeni Yahudi bir âileden gelen Edelman’ın annesi İstanbul Yahudilerinden bu sebeple Türkçe’yi  anadili gibi konuşuyor dersek yanlış olmaz ama siz bakmayın o yine Türkiye’de Türkçe’yi az anlarmış gibi yapacaktır. Kendisi 14 aralık 1952’de Columbus, Ohio’da dünyaya gelmiş.

2) Edelman “seçilmiş ırktan” olduğundan mesleğinde hızla yükselmiş. Kısa zamanda çok kritik yerlere kritik zamanlarda gönderilen bir diplomat olmuş.

3) 1980 yılında Amerikan dışişleri bakanlığına girdiği yılki ilk görev yeri tesâdüfe bakın Yahudiler’in kutsal mekânları olan Batı Şeria ve Gazze. Bölgeye özerklik tanınması için görüşmelerde bulunan Amerikan delegasyonunun üyesi. Katıldığı görüşmelerden birkaç hafta sonra İsrail Kudüs’ü başkent ilân etti ve binlerce yıllık Yahudi hayâli gerçek oldu. Edelman buna tanıklık etti.

4) İkinci görev yeri Sovyetler birliği idi; burada Amerikan Dışişleri Bakanlığı özel danışmanı oldu. Kendisine hangi konularda danışıldı bilemeyiz ama Edelman 1984-1986 yılları arasında Sovyet İmparatorluğu’nun çöküşüne tanıklık etti. Ne tesâdüf değil mi?

5) Edelman’ın bundan sonraki görev yeri 1989-1990 yılları arasında Doğu Avrupa Masası Direktörlüğü. Esas görevi Varşova Paktı’nın dağılmasına çalışmak olan bir birimdi bu. Edelman o kadar şanslı bir adamdı ki başka bir tarihî olaya da burada tanık oldu. Berlin Duvarı yıkıldı, Almanya birleşti ve Varşova paktı çöktü... Ne büyük tesâdüf değil mi?

6) 1993 yılında Çekoslovakya’ya Prag Büyükelçi müsteşarı olarak gönderildi. Göreve başladı ve bu ülkeye uğurlu ayağı değer değmez Çekoslovakya karpuz gibi ikiye yarıldı. Çek Cumhuriyeti ve Slovakya adında iki yavru doğurdu.

7) Bundan sonra Cheney’in çevresinde görmeye başladık Edelman’ı. Cheney özel ekibindendi kendisi. Bush’un seçilmesinden sonra ise Ulusal Güvenlik Şefi oldu. Bütün 11 Eylül, Afganistan ve Irak olayları sırasında bu birimin başıydı.

8) Kendisi ayrıca İsrail’deki aşırı sağcı Likud partisinin çok sevdiği bir isimdir.

Evet ve sayın Eric Edelman ne olduysa bir anda büyükelçilik görevine gönderilmesine karar verildi. Edelman’ın geçmişine bakarsak girdiği ülkelere hep tarihî değişimler öncesi ayak basmış bir şahsiyet.

TÜRKİYE’NİN ABD BÜYÜKELÇİSİ ERIC EDELMAN HEPİMİZE HAYIRLI OLSUN !!!

Bakalım ne gibi tarihî olaylar yaşayacağız!»

Bu yazının üzerine, aklına ve fikrine çok güvendiğim bir dostumdan şu yorum geldi:

“Bu büyükelçinin görevi net olarak ortada. İki temel ayağı var: 1- ABD’nin 200 yılı aşkın plânlamaları gereği, esâsen Kuzey Irak’ta teşekkül ettirilmiş bulunan Kürt Devleti’ne Türkiye Cumhuriyeti’nin güney doğu topraklarını katmak. 2- Şâyet bu başarılırsa, bilâhare, doğu Anadolu toprakları üzerinde bir Ermenistan kurarak Başkan Wilson’un hayâlini gerçekleştirmek. Tabiî bir de Rum Pontus Devletini de organize edebilirse, bu da ilâvesi olur. Türkiye yavaş yavaş Sevr sınırları ve Sevr şartları içine itiliyor Ancak, bunu Türkiye’deki çoğunluk görmüyor. Bâzı yetki sâhipleri de bu bulanık suda, şeriat devletini kotarabilir miyiz diye Cumhuriyet’in temellerine dinamit koyan düzenlemeleri yangından mal kaçırır gibi sağlıyorlar. Bilmedikleri tek şey, şerait devleti kuracağız derken ezan sesi yerine, çan seslerini dinleyecekleridir. Bu gün Türkiye’ye IMF, ABD ve AB tarafından dayatılan Bağımsız Kurullar, Düyûn-u Umûmiye’nin modern şeklidir. Sanâyinize, tarımınıza mâlî müesseselerinize getirilen kısıtlamalar, Devlet’in hükümranlık hakkını tehdit etmektedir. Askerimizin kafasına geçirilen çuvala, Silâhlı Kuvvetler tarafından zayıf bir tepki verilmiştir. Dış politikada “mukabele-i bil misil” prensibi unutulmuş gitmiştir. Bu egemenliğin temel şartıdır. Bize vize uygulayanlara, biz  “buyurun” diyoruz. Nerede ise pasaportsuz sokacağız. Bu gidişin soncu modern kapitülasyonlar ve Sevr’dir. İnşallah gözümüzü açar bu gidişe dur diyebilmek için sivil toplum örgütlerini harekete geçirebiliriz. Türkiye’deki İngiliz, Alman Fransız Postâneleri olduğu, bunların bölgelerine mektup göndermek için başka bir postâneye gidilemediği dönemler, millî bankaların bulunmadığı dönemler 80 yılda unutuldu gitti. Atatürk’ün emeklerine ve büyük mücadelesine yazık oluyor.

Not: 70li ve 80’li yıllar arasında meşhur Kahraman Maraş ve Çorum olaylarından hemen önce hangi devletin Büyükelçisi hiçbir işi olmadığı halde bu vilâyetleri ziyaret etmişti?

ABD’nin Anakara Büyükelçileri neden hep CIA kökenlidir?”

Akabinde, başka bir dostumdan şu mesaj geldi:

«Yakında Ürgüp’e gitmek için vize alacağız. Yetkililer, görevliler, haberde adı geçen Belediye Başkanı...???? İşte buyurun okuyun bir ülke nasıl teslim edilir:

“Adım adım Sevr”

Kapadokya Bölgesi’nin en önemli turizm merkezlerinden biri olan Üçhisar  Kasabası’nda bulunan Osmanlı ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerine âit 600 tarihî  binanın 400’ü Fransız ve Almanlar tarafından satın alındı.

Kasabanın büyük bir bölümünün yabancıların elinde bulunması ve Müslüman cemaat  kalmaması nedeniyle Aşağı Mahalle’de bulunan câmi de kapandı.

Peribacaları ve kayadan oyma dinsel merkezleri ile kültür turizminin en önemli bir  yeri olan Kapadokya bölgesine yabancıların ilgisi işgale dönüştü. Bölgenin en  önemli turizm merkezlerinden biri olan ve tarihî Üçhisar Kalesi ile ünlenen Üçhisar Kasabası, yabancı turistlerin en çok  ilgi gösterdikleri merkezlerin başında yer alıyor. Antik Çağ’da Etiler, Frigyalilar,  Kapadokya Krallığı, Orta ve Yeni Çağ’da ise Bizanslılar, Anadolu Selçukluları,  Karamanoğulları ve Osmanoğulları’nın yaşadığı Üçhisar kasabasında 850’ye yakın  Osmanlı ve Cumhuriyet dönemine âit tarihî yapı ve ev bulunuyor.

PARALI İŞGAL SÜRÜYOR, BAŞKAN SEYREDİYOR

Son 10 yıl içerisinde 400’ün üzerinde tarihî binânın yabancılar tarafından satın  alındığını belirten Üçhisar Belediye Başkanı Savaş Taşkın ise, kasabanın Fransız ve  Almanlar’ın eline geçmesine seyirci kalıyor. Taşkın, seyirci kalmakla da  yetinmeyerek, bu durumdan memnun olduğunu ifâde ediyor. Belediye Başkanı Taşkın, “Fransız ve Alman turistlerin kasabadaki evleri satın almaya başlaması ile birlikte  bu evler bir anda değerlendi. Şu anda kasabada 850 adet tarihî ev bulunuyor.  Bunlardan 150 tânesinin kullanımına Bayındırlık Bakanlığı’nca âfet dolayısıyla izin  verilmiyor. Geriye kalan 700 evin 400’ü ise yabancılar tarafından satın alindi. Şu  anda kasabadaki yıkık bir evin fiyatı 70-80 milyar liraya çıktı” dedi.

Tarihî evlere Fransız ve Almanlar’ın yanısıra İtalyanlar’ın da büyük ilgi  gösterdiklerini kaydeden Taşkın, yabancıların bu evleri genellikle turistik tesis  kurmak amacıyla satın aldıklarını ileri sürdü.

BAŞKAN ÇABUK BENİMSEMİŞ

Belediye Başkanı Savaş Taşkın’ın kasabayı işgal eden yabancıları ne kadar  benimsediği ise şu sözlerle ortaya çıkıyor: “Kasabada çok sayıda yabancı olması bir  sıkıntı yaratmıyor. Bizlerle birlikte düğünlere, cenâzelere katılıyorlar. Ayrıca, komşuluk ilişkileri de  gâyet iyi. Onları yabancı olarak değil, bizlerden biri olarak görüyoruz”.

10 yıl önce Üçhisar Kasabası’nın Aşağı Mahallesi’nde bir ev satın alarak buraya  yerleşen Alman isçi emeklisi Her Mönch ise, Türk insanlarının çok sevecen ve  misâfirperver olduklarını söyledi.

İŞGAL CÂMİ KAPATTIRDI

Üçhisar Belediye Başkanı’nın hayran kalarak izlediği yabancıların işgal ettiği kasabada Müslüman da kalmamış. Aşağı Mahalle’de bulunan ve 1952 yılında yapılan Emine Hâtun Câmii bugün mahallede Müslüman Türk cemaat kalmaması nedeniyle kapalı durumda. Mahalledeki 100’ü aşkın evden sâdece birinin sâhibi Türk. Belediye Başkanı Savaş Taşkın, câmiin Müslüman cemaat olmaması nedeniyle kapalı  olduğunu söyledi. Taşkın, “Bu mahallenin büyük bir bölümü yabancılar tarafından satın alindi. Burada yaşayan sâdece bir Türk âile var. Bu nedenle müftülük buradaki görevliyi alarak kasaba içerisinde başka bir câmide görevlendirdi” dedi.

Nevşehir il Müftüsü Mehmet Cüneyt Kavsut da, personel sayılarının son derece  sınırlı olduğunu ve bu nedenle câmide cemaat kalmadığı için buradaki kadrolu görevliyi başka bir câmiye aldıklarını söyledi.»

Bu haber üzerine de, aklına ve fikrine çok güvendiğim diğer dostum şu yorumla cevap verdi:

Milletin vergisi ile yapılan büyük yatırımlarla gerçekleştirilen, dünya devleri ile rekabet edebilen kamu iktisadî teşebbüsleri, Özelleştirme İdâresi denilen ucûbeye teslim edilip yatırımları ve işletme sermâyeleri budanarak, arsa bedellerinin daha altında bir bedelle ona buna peşkeş çekildikten sonra, sıra şimdi Türkiye Cumhuriyeti topraklarına da geldi. Çıkartılmaya çalışılan Orman Kanunu sonunda, siz bakmayın kanunda orman köylüsüne veyâ onu işgal etmiş olanlara satılacak dendiğine, bir defâ tapu çıkıp, özel mülkiyete geçtikten sonra bunların satışına hiç kimse engel olamaz. Orman arâzisi tanımındaki bir çok kıymetli lebideryâ arâzi de yabancılara peşkeş çekilecek. Adamlar yayın organlarında açıkça “Türkiye, Türk’lere bırakılamayacak kadar değerli bir ülkedir” diye yazıyorlar. Sâhi, İsrail, Filistinli Araplar’dan İngiliz ve Amerikan yardımları ile satın alınan topraklar üzerinde kurulmamış mıydı?

Şimdi, bu kadar açık seçik, somut ve net gerçekler karşısında, ben memleketimizin yakın istikbâli hususunda endişelendiğimde, acaba abartıyor mu olurum yoksa bütün bunlar birer hayâl ve kandırmaca da, başka işi gücü olmayan birtakım “millîci” ahmaklar kafalarından mı atmaktalar? ABD’li ve Avrupalı “dostlarımız” sâyesinde kurulan Güneydoğumuz’daki Kürt Devleti aslında yok mu? Onun başındaki göbekli ve gözlüklü zât “şimdilik tam bağımsızlık bir hayâl ama gelecek için ümitliyim” filân demiyor mu, bu lâflar bütün basın yayın organlarında yazılıp çizilmiyor mu? İnternet’te “search” yaptığınızda, bu adamların web mekânlarında gördüğüm Türkiye’nin birçok ilini de kapsayan Kürdistan haritaları birer hallüsinasyon mu?

Bu arada, tesettürlü hanımların ve ütüsüz pantolonlu, uzun sakallı insanların sayısında muazzam bir artış yok mu? En yüksek tirajlı gazetelerimizdeki bâzı köşe yazarları “İslâmî sosyetenin ileri gelenleri” ile memnun mesut röportajlar yapıp, bu giyim tarzının müthiş bir moda hâlini alacağı müjdesini vermiyorlar mı?

Ve…. “Delikanlı” başbakanımız, Mehmetçiğin başına torba geçirilip, silâhları ve mühimmatı müsâdere edilip esir alındığında, “biz devlet idâre ediyoruz, devlet! Bakkal değil! Devlet idâre etmek bakkal işletmeye benzemez” vecizelerini inci gibi dizdiğinde bir sürü adam da “bravoooo” diye şahlanarak bu haysiyetli çıkışı alkışlamıyorlar mı?

Allah’ım, bana akıl fikir ver, gene ulusalcı paranoyam tuttu. Gidip D2 reseptörü antagonistimi alayım bâri!

 

 

Prof.Dr. M. Kerem Doksat
doksat@superonline.com
İstanbul - 28.08.2003
http://gulizk.com


Üst Ana sayfa e-mail