Prof. Doksat'ın kullandığı yazım işaretlerine ilişkin açıklaması:
"Okuyacağınız yazıda, Türkçe'yi yazıldığı gibi okunan ve okunduğu gibi yazılan hale getirebilmek için öne sürdüğüm, son derecede basit ama anlaşılır bir teklifi de göreceksiniz. Uzatma amacıyla alt çizgi, inceltme amacıyla takke işareti, gerektiğinde de ikisini birden kullanmaktan ibarettir bu teklif. Bu sayede, meselâ, kalın ama uzun okunması gereken ikamet kelimesi doğru yazılıp okunabilir hale gelecektir."


1.Bölüm

u yazıyı kaleme alma fikri dimağımda iki vesileyle tohumlandı. Bunlardan biri, eskiden beri kafa yorduğum dini ve mistik öğretilerle müsbet ilim arasındaki uzlaşma veya anlaşmanın mümkün olup olamayacağı, olursa nasıl olacağı mevzuundaki argüman... Diğeri ise, bir sohbette, Allah'tan, Mevlâna'dan, uzaylılardan ve Atatürk'ten vahiyler almakta olduğunu söyleyen bir hanımın kurduğu "dinleri tamamlayıcı öğretiye" iman etmiş bir dostumuzun konuşmaları sonucunda ortaya çıkan tartışmaların ulaştığı düşündürücü boyut. Senelerdir pek çok plâtformda hurafelerle, aldatmacalarla mücadele eden bir ilim adamı olarak, sonunda kendimce bir açılım yakaladım, sizlerle paylaşmak istediğim de bu fikir seyahatinin sonunda vardığım kanaâtlerdir. Bir keresinde bir psikiyatr arkadaşım bana "sen bir ayağın metafizikte ve dinde, diğer ayağın felsefe ve bilimde bir yerde duruyorsun" demişti; "yahu, ben bayağı iyi bir yerde duruyormuşum" diye takıldığımda cevabı "kaygan bir zemin bu, tehlikeli" olmuştu. Burada, sanıyorum, kastettiği tehlike iki türlüydü: 1) Bilimden uzaklaşıp batıllık batağına düşmek; 2) Asla böyle bir şey yapmasam da, felsefi düşünceden nasibi olmayanlar tarafından öyle olduğumun zannedilmesi veya kötü niyetli kişilerce, öyle olduğum dedikodusunun yapılması. Aslında çok önemli bir tesbitti bu, tam anlamıyla agnostik veya ateist olanlarımız haricinde, hangimiz bu kaygan zeminde durmuyoruz ki?

Din ne, eski ve yeni dinlerin karşısında ne yapacağız?

Klâsik teolojik ve semavi-merkezli ifadeyle, bir peygamber tarafından kurulan ve kitabı olan ilâhi kurumlara din denirse de, bu tanımın bilimsel tarafı yoktur. Sosyolojik açıdan ise din, genellikle metafizik bir öğreti hâlinde ortaya çıkan, kutsallık atfedilen bir liderinin bulunduğu, toplumları sürükleyici özelliğe sahip her türlü ahlâk sistemine verilen isimdir. Bu tanıma göre Taoizm, Konfüçyanizm, Budizm gibi niceleri de birer dindir ama ne Lao Tse'nin, ne Konfiçyus'un, ne de Buda'nın peygamberlik iddiaları olmuştur. İşte, şu kürre-i arzda din namıyla filizlenen ve on binlerce, yüz binlerce kişiyi peşinden sürükleyen yeni yeni pek çok moraliteyi ne yapacağız? Onların "batıl", diğerlerinin "esas ve doğru" olduğunun turnusol kâğıdı var mı? Her gün dünyanın bir yerlerinde birileri Mesihliği'ni, mehdiliğini, peygamberliğini, hattâ Tanrılığı'nı ilân ediyor ve inanılmaz sayıda ve kalitede insan bunların müridi oluyorlar; ortalık Filânca Efendi Hazretleri, Falanca Şeyh Hazretleri kaynıyor. Bunların cemaâtleri o kadar güçlü ki, demokratik yolla iktidar olabilmek için anlı şanlı siyasetçilerimiz icazet almak zarureti ve mecburiyeti içerisinde kalıyorlar. Başbakanımızın sevdiği ama ordunun ve hukukçuların kızdığı böyle bir başka "Efendi Hazretleri" ABD'de ikamet ediyor. Öte yanda ise, cinleri sayesinde birçok politikacıyı "iyi eden" Medyum Memiş Efendi Hazretleri gazetede köşe yazarlığı yapıp, Dolar milyoneri olabiliyor! O takdirde, Evrenesoğlu'nun, Hasan Mezarcı'nın ve daha nicelerinin günahı ne! Ruhani tekâmülün içinde Allahlığın da bir seviye olduğunu, artık, dinlerin misyonunun bitip kendisine vahyedilen tamamlayıcı öğretinin zamanının geldiğini söyleyen ve en son kitabı yazan Türk hanımefendinin ve benzerlerinin yaptıklarıyla, Musa'nın, İsa'nın, Muhammed'in ve diğer pek çok din büyüğünün hayatları, yaşadıkları (tabii ki bilebildiğimiz kadarı ile) arasında hangi aşikâr ve kolayca kavranabilir fark var? On küsur sene önce, rahmetli babam psikiyatri profesörü Dr. Recep Doksat'la beraber, bu hanımefendiyle dört saatten fazla konuştuk; annemin ilkokul arkadaşı olduğunu söyleyerek, bizi "imana çağırmağa" gelmişti. Kesinlikle çok zeki, karizmatik, hoş ama çağdaş psikiyatri ölçütlerine göre, hallüsinasyonları ve hezeyanları olan bir paranoid şizofrendi karşımızda duran. Daha sonraları bir ara gözaltına alındı, sonra çıktı; şimdilerde de büyük bir holdingin toplantı salonunda dinini yaymakla meşgûl, müritleri her yerde mevcut. Pek çok okuyucunun bu yazdıklarımı okuyunca hayret duyduğundan, bir kısmının da bunun delilik olduğunu düşündüğünden eminim. İyi de, buna ne kadar hakkımız var? Eğer bu "Hanımefendi Hazretleri" bundan iki bin ilâ üç bin sene önce dünyaya gelseydi, onu bu gün nasıl hatırlıyor olabilirdik? Ay geçmiyor ki yeni bir mehdi veya Mesih ortaya çıkmasın! Dergâhlar, menziller gırla gidiyor. Amerikalı bir Mesih (!) tarafından kurulan Davidian Tarikati'nin inananlarının devlete kafa tutmaya kalkınca topyekûn bir şekilde kıstırıldıkları kale gibi çiftlikte yakılarak imha edildiklerini biliyoruz; resmi otorite bunu "kendi çıkardıkları yangında öldüler" diye duyurmuştu tabii! Halley Kuyrukluyıldızı'nın arkasına gizlenmiş vaziyette kendilerini kurtarmaya geldiğine inandıkları uçan daireyi beklerken, yataklarının altlarında valizleri, aynı marka spor ayakkabılarını giymiş, beraberce zehir içerek topluca intihar eden, aralarında üniversite hocalarının bulunduğu dinin mensuplarına ne buyrulur? Bu dinin peygamberi hemcinsel, eski bir şarlatan olan bir adamdı ve binlerce de müridi mevcuttu. Eğer metroya zehirli gaz atıp topluma zarar vermeselerdi, Japonya'da on binlerce mensubu bulunan Gerçeğe Çağrı tarikatına kim bir şey diyordu? Papa'nın, Prens Charles'in ve daha nice önemli Batılının Müslüman olduğunu iddia eden, Osmanlı ejderhası sesleri duyan ve Kıbrıs'ta yaşayan bir Nakşibendi şeyhinin yüz binlerce müridi var; Show TV'de Reha Muhtar ona gülerken, o da gayet zekice ona gülenle alay ediyordu... Meselâ, bundan 300 sene önce Mesihliği'ni ilân edip, sonra devlet korkusundan adını Aziz Mehmed Efendi olarak tevil eden Sabetay Sevi'nin halâ epey inananı bulunduğunu, bunun farklı bir din olduğunu ve müritleri arasında birçok önemli ve etkili kişinin mevcudiyetini inkâr edebilir miyiz? Aynı şey Yahova Şahitleri ve daha pek çoğu için de geçerli değil mi!

Daha da açık konuşacak cesareti gösterirsek, saçı sakalına karışmış, denizleri yaran, elinde asasıyla yürürken çıktığı dağda Allah'la sohbet ve hattâ pazarlık eden Musa, Joseph isminde Yahudi bir marangozla evli ama bakire olan Meryem'den babasız dünyaya gelen ve ölüleri dirilten mahcup, "sağ yanağına vurana sol yanağını uzat" diyecek kadar narin, ürkek yapılı İsa, hiç kahkaha attığı görülmeyen, zaman zaman çökkünlük ve sıkıntı hâlleri yaşayan, genellikle derin düşüncelere dalmış ve yere bakarak yürüyen, yıllarca bir dağa çıkıp mağarada tefekkür eden, kat be kat göğe uçup Allah'la halvet olan Muhammed gerçekten aklı başında insanlar idiyse, şimdikilere neden deli gözüyle bakıyoruz? Tek fark, o zamanlar psikiyatrinin henüz kurulmamış olması mı (ki, ateistler aynen bu argümanla bütün inananları alaya alırlar)?

Kabûl etmemiz gerekir ki, mevcut dinlerin köktencileri de diğerlerini asla adam yerine koymazlar; henoteist (kabile Tanrısı'na inanan) Yahudiler Hristiyanları ve Müslümanları, Hristiyanlar onları ve Müslümanları sevmez (ki, onlar da Hz. İsa'yı Tanrılaştırarak henoteistleşmişlerdir), Müslümanlar da, dinlerini tahrif ettikleri ve esas hak dininin İslâm olduğunu ifade ederek, hepsine kızarlar! Katolikler Protestanlarla gırtlaklaşır, Şia Sünnilerden nefret eder vs.! Sosyolojik bir realite olarak kabûl etmek zorundayız ki, Hristiyanlık başlığı altında incelenen Katoliklik, Protestanlık, Gregoryenlik ve Ortodoksluk bal gibi ayrı dinlerdir; tıpkı Şiilikle Sünnilik gibi! Bırakın bunları, televizyonlarımızda görüyoruz: Aynı İslâm dininin aynı mezhebinin aynı kısmına mensup ilâhiyat profesörleri dahi en temel konularda uzlaşamıyor, kavgaya tutuşuyorlar! DEMEK Kİ, BU İŞLERİN TOPLUMUN KÜLTÜREL DÜZEYİYLE DE PEK İLGİSİ YOK. Hattâ, çağdışı kalmış mevcut ilâhiyat öğretilerinin tatmin etmediği ama bir şeylere inanmak ihtiyacı içerisinde olan, dinsiz ama Tanrı'ya inanan kişilerin sayısı da gittikçe artıyor. Tıbbi ve moleküler genetikteki muazzam gelişmeler müthiş sorunsalları gündeme getirmekte. Tarihte ilk defa, insan diğer canlılarla ve kendisiyle istediği gibi oynayabilecek teknolojiyi yakaladı; babasız çocuk yaratmanın, insan kopyalamanın sırrına ulaştı. Gen mühendisliği ve klonlama gibi tekniklerle parayı ve gücü elinde tutanlar dünyayı istedikleri gibi manipüle edebilecekler. Doğal ayıklanmanın yerini laboratuarda ayıklama ve yaratma alacak. Mevcut bütün dinler ve öğretiler alt üst olacak. Haşir, hesap verme, ferdi mes'uliyet gibi pek çok temel inanç yeniden değerlendirilmek zorunda kalınacak. Kaçınılmaz bir şekilde yeni yeni dinler, öğretiler ortaya çıkacak!

Şu günlerde veya yakın bir gelecekte, bir papaz, bir imam veya başka bir eski yahut yeni dinin mensubu şöyle bir vaaz verebilir: "Bu kâinatın öyle bir donanımcısı vardır ki, bütün mevcudatı ve içinde yeryüzünü create etmiş, güneşi bir power source, ayı bir system clock yapmış. O power source'dır ki kesintiye uğramaz ve o system clocktur ki şaşmaz ve şaşırmaz, o donanımcının ilminin ve san'atının nihayetsizliğini gösterir. Bu zat aynı zamanda öyle yüce bir programcıdır ki, şu muazzam dünya üzerinde çalışacak şekilde koca hayat programını yazmış, yüz binlerce yıldan fazladır, error verdirmeden, crash ettirmeden çalıştırıyor. Eğer onun ne kadar iyi bir programcı olduğunu da anlamak istersen, önce kendine bak. Gözünle göremediğin küçücük bir hücrene bütün kodunu save etmiş ve yine o küçücük hücrende execute ettiriyor. Madem ki DNA'nın bir program olduğu apaçıktır ve bir program programcısız olamaz, demek ki senin programcılığın ancak o büyük zatın programcılığına bir ayna hükmündedir. Yine senin bütün hücrelerinden oluşturduğu network'ün içinde hâdsiz protokollerle o hücreleri konuşturduğu gibi, madem ki senin de diğer insanlarla türlü dillerde ve protokollerde konuşabilmen için gerekli donanımı yanına vermiştir, öylece de gördürüyor, konuşturuyor ve dinletiyor. Ve madem ki sen etrafındaki bütün cisimlerden haber alasın diye ışık, ses gibi türlü mediayı hazırlamış kullandırıyor ve sen bunları keşfeder, kullanır fakat bir yenisini ekleyemezsin, o hâlde öyle büyük bir network uzmanı zat vardır ki senin her türlü ihtiyacını bilir, ona göre teçhizatını verir. Senin networkçülüğün ancak onun, sonsuz ilminden sana verdiği bir küçük parça ve bir büyük nimettir. Arkadaş, aldanma! Şu güzel dünya hayatı programı bir limited trial version'dur, görüyorsun ki elde ettiğin malı mülkü hiç bir surette save edemiyorsun. Öyle ise, bu kâinat yazılımını yazanı tanı. Hem hiç mümkün müdür ki bir programcı bu kadar güzel bir program yapsın ve yaptığı programda about kesimi koyup kendini tanıttırmasın. Öyle ise bu kâinatın en büyük donanımcısı, programcısı, networkçüsü ve system administrator'u olan zatın her yere işlediği about kesimlerini gör, öğren, full versionunu kazanmak için çalış. Unutma ki hiç bir hareketin atlanmadan, çok dikkatli loglar tutuluyor".

Bunlar zırvalık mı, uydurma mı, yoksa ne? Yoksa, başka bir şeyler mi var düşünülecek, üzerinde tefekkür ve tefelsüf edilecek? Bu mevzuun hâlli gene müsbet ilimden geçiyor, çünkü akl-ı hikmet ve kudreti o temin ve tesis ediyor, ancak o zemindeki iman süslüyor zihinlerimizi... Haydi bir bilgi yolculuğuna çıkalım!

<devam edecek>

İstanbul - 30.06.2001
http://afyuksel.com


Üst Ana sayfa e-mail