Kuantum fiziğinin başta teknoloji olmak üzere her alanda kendini hissettirdiği ve hayal ile gerçek arasındaki sınırları zorladığı günümüzde, hangi eğitim seviyesine ve düşünce sistemine sahip olursak olalım, acaba bu felsefenin temelde hangi gerçeğe işaret ettiğini anlayabildik mi?
İsterseniz şimdi bunu, kuramın oluşmasını sağlayan dev isimlerin ifadeleriyle açıklamaya çalışalım.
Bu konuda en belirgin örnekler, Hysenberg’in belirsizlik ilkesi ile Shördinger‘in kedi paradoksu’dur. Belirsizlik ilkesine göre, bir nesnenin hem konumunu hem de momentumunu aynı anda, tam olarak belirlemek imkânsızdır. Konumu belirlemede gerçeğe ne kadar çok yaklaşılırsa, momentumu belirlemedeki hata da o kadar çok olur. Bunun tam tersi de söz konusudur. Nedeni de;onu ölçümlemek için kullandığımız ışığın (fotonun) taneciğin bir sonraki konumunu değiştirmesidir.
Fizikçilerin fizikçisi olarak kabul edilen Jhon A.Wheleer bu durumu “gözlemci gözlemlenene müdahale etmiş olmakla, gözlemci statüsünden çıkarak katılımcı durumuna geçmektedir.”şeklinde açıklamaktadır. Başka bir deyişle gözlemlenen ile gözlemci aynı tek olmaktadır.

Shordinger kedi paradoksunda da, bir sandık ya da büyük bir kutu içinde bir kedi ile bir potasyum siyanür şişesi ve vurmaya hazır bir çekiç bulunmaktadır. Kutuda ayrıca bir parça da radyoaktif madde yer almakta olup hiç kimse bu maddenin ne zaman alfa parçacıkları yayınlayacağını kesinlikle bilmemektedir. Parçacıklar yayınlanacağı zaman, çekiç şişeye vuracak, şişe parçalanacak ve çıkan gaz, kediyi öldürecektir. Hiç kimse ne olduğunu araştırmadığı taktirde, kedi ölü müdür, diri mi bilinemeyecektir. Cevabı; Haysenberg’in belirsizlik ilkesine göre algılayıcı tarafından belirleneceğidir. Başka bir deyişle, birim gördüğünü yaratmaktadır.Bu da taneciklerin gözlemlendiğinde mevcut olup gözlemlenmediğinde dalgasal formda oluşuna yani dualite durumuna da açıklık getirmektedir. E. Wigner bilince açık açık baş vurmadan kuantum mekanik süreçlerle ilgili bir tanım yapmanın imkânsız olduğunu belirtmektedir. Jhon Wheleer’in “evren garip bir biçimde,bu katılımcıların katılımıyla var edilmiş olabilir mi?” sorusuna Sir James Jeans, “evren dev bir makineden çok, dev bir düşünce şeklinde var olarak, zihnin  madde aleminin yaratıcısı ve hakimi olabileceği” sözü ile cevap vermiş olmaktadır. Böyle bir evrende de zihin ve madde ayrımı ortadan kalkarak, maddenin zihnin bir hali olduğu ve böylece fiziki gerçeğin örgüsüyle, hayal gerçeği örgüsünün birbirinden ayırt edilemeyeceği ortaya çıkmaktadır. Bu da bizlerin var olan şeyleri keşfetmeyip onları oluşturmakta olduğumuz gerçeğini göstermektedir. Tıpkı bilim adamlarının, gerçekte var olmamasına karşın denklemlerde açığa çıkan nötrinoyu denklemin öngörüsü doğrultusunda maddeleştirmeyi başarmaları gibi...

Einstein ise; “yerçekimi,elektromanyetik kuvvet, enerji, akım, momentum, nötron gibi kavramlar, her şeyin temelinde bulunduğu sezilen, nesnel  gerçeği açıklayabilmek için insan zihninin kurduğu teorik yapılar, benzetmeler ve sembollerden başka bir şey değildir.”diyerek konuya açıklık getirmiştir.
Evrenin yapı taşlarının düşünce olduğunu söyleyen Chambridge Üniversitesi Profesörlerinden Sir A.Edington ise, objektif bilim içerisinde geçen şeylerin çoğunun aslında subjektif olduklarını ve bunun da bizim nesneleri ölçme şeklimizi belirlediğini dile getirmiştir.
Eğer bir kişi kuantum fiziğini okuyup da şok geçirmiyorsa,o kuantum fiziğini hiç anlamamış demektedir” diyen kuantum fiziğinin babası Neils Bhor da İnsanın, kendi varlığının koşulları, sınırlılığı ve doğanın içinde oluşuyla bağlanmış olmasına karşın,ufuklarını genişlettikçe büyük var olma dramının hem seyircileri, hem de oyuncuları olduğunu dile getirmiştir.
Madde ve zihin arasındaki ilişkiyi ve yapısını daha kapsamlı olarak David Bhom’ un hologram teorisinde bulabiliriz. Hologram, kısaca tanımlarsak, tek bir lazer ışınının iki ayrı ışına ayrılmasıyla oluşur. İlk ışın, fotoğrafı çekilecek nesneden sektirilir. Sonra ikinci ışın, ilkinin yansıyan ışınıyla çarptırılır. Bu durumda ortaya çıkan girişim deseni, daha sonra bir film plakasına kaydedilir. Başka bir lazer ışını, filmin içinden geçip onu aydınlatacak olursa (ya da parlak bir ışık) orijinal nesnenin üç boyutlu bir imgesi yeniden ortaya çıkar. Bu görüntüye elinizi uzatıp ona dokunmak isterseniz eliniz, görüntünün içinden geçip gider; ancak o zaman  gerçekte bir şey olmadığını anlarsınız. Yani, duyumlarınız size ne derse desin, yeryüzündeki hiçbir alet hologramın havada salınır gibi durduğu yerde, herhangi bir anormal enerji ya da varlığın yer aldığını saptayamaz. Uzayda kapladığı yer, ancak bir aynada gördüğünüz kendi üç boyutlu görüntünüz kadardır. Tıpkı aynadaki imgenin aynanın arkasındaki gümüşsü yüzeyin üzerinde yer alması gibi. Bununla beraber plakayı ne kadar parçalarsanız parçalayın, yine lazerle aydınlatıldığında aynı nesneyi oluşturacaktır.

Çünkü Holografi, filmin her parçasında bütünün bilgisine sahip olması demektir. Böylece hem mekânsızlık hem de bütünselliğe sahip olma özelliği, kuantum düzeyindeki, madde-antimadde arasındaki mesafe ne olursa olsun birindeki etkinin aynı anda diğerinde ortaya çıkışını, plazma içindeki elektronların her birinin, tümün bilgisine sahip olarak hareket etmesini, çift yarıklı deneyde yüz farazi parçacığın aralıktan teker teker geçmelerine izin verildiğinde parçacıkların % 10’unun A bölgesine çarptıktan sonra yarıktan geçen öteki parçacıkların sanki ihtimal hesabını biliyormuşçasına bölgeden kaçmalarını açıklamış olmaktadır.

Nörofizyolog Karl Pribram da yaptığı araştırmalar sonucunda beynin Holografik olarak çalıştığını bularak “eğer beyinlerimizdeki gerçeklik görüntüsü aslında bir görüntü değil de bir hologramsa bu neyin hologramıydı?  Hakiki gerçeklik nedir? Gözlemci tarafından gözlenen ve görünüşe göre olan nesnel dünya mı, yoksa plaka / beyin tarafından kayıtlanan girişim desenleri mi?” sorusuna nesnel gerçekliğin (kahve fincanları, dağ manzaraları, sandalye, masa…vb) belki de gerçekte var olmayan tınlayan engin dalga boyları senfonisinin ancak bizim duyularımıza ulaştıktan sonra bildiğimiz dünyaya dönüşen bir frekanslar ülkesi şeklinde var olduğu biçiminde cevaplandırdı.
Başka bir deyişle, beyinlerimiz, temelde başka boyutlardan, uzay-zamanın ötesindeki daha derin bir varoluş düzeninden yansıyan frekansları yorumlamak suretiyle nesnel gerçekliği matematiksel olarak oluşturmaktadır. Yani beyin, holografik bir evrenin içerdiği bir hologramdır. David Bhom bu noktada “her şeyin altında yatan bir düzenin ikinci kademede ortaya çıkış görüntüsünden başka bir şey değildir. Bu düzeni kuran, düzenin aynı zamanda hem de kendisi. Bir ve tek...” şeklinde ifade etti.

Tıpkı mistisizmin temelinde yatan, evrende her şeyin tek, bölünmez tümel bir yapı olan kozmik bilinci kendi kapasitesince ortaya çıkaran ve algılayan bilinç titreşimlerinin kendilerine has bir varlıkları olmaksızın bir hayalden ibaret olduğu düşüncesi gibi...

İstanbul - 31.07.2002
http://sufizmveinsan.com

Popüler Bilim
Ağustos 2002

 

Kaynakça
Ahmet F. Fevzi Yüksel ;“Bilim Dini Etkiliyor”; Popüler Bilim Dergisi.
Paul Davies; “Hem insan, hem de ışık hızında dalga olabilir miyiz?”
Tubitak Bilim Teknik; sayı 237, cilt 20.

Populer Bilim Dergisi
Ağustos 2002’de yayımlanmıştır.


Üst Ana sayfa e-mail